Cahil bir insan, Güneş'i bir elma kadar zannederken; bir astronomi bilgini ise Güneş'in bu dünyadan bir milyon üç yüz bin kat büyük olduğunu bilmektedir. Yine bilmeyen birisi, kanı kırmızı bir su olarak görürken, bir doktor o kan içindeki milyarlarca alyuvar ve akyuvarları görebilmektedir. Hem su üzerinde ihtisası olmayan bir insan, bir nehre baktığında, sudan başka bir şey görmezken, bir elektrik mühendisi, o nehrin arkasında şelaleleri ve elektrik akımını müşahade etmektedir. Botanik ilminden habersiz olan bir kişi, bir bitkinin sadece dış yüzüne bakarken, o fende ilerlemiş olan bir insan, bitkilerde gizli olan birçok hikmetleri ortaya çıkarmakta ve bir eczacı ise, onlardan ilaç yapabilmektedir.
Şimdi bir adam eczaneden ilaç almayıp, ''Madem ki bütün ilaçlar bitkilerden yapılıyor, o halde ben de bu ilaçları kaynağından elde edebilirim.'' diyerek dağlara çıkıp ot toplasa, ne derece akılsızlık etmiş olur herkes anlar.
İşte Kur'an-ı Kerim'in her bir âyetinde, her bir kelimesinde, hatta her bir harfinde ne derece azametli nurlar, ne gibi eczalar, nasıl ince, derin ve engin mânâlar bulunduğunu, her bir âyetin ne kadar azîm ve büyük olduğunu anlayabilmemiz için de, onun birinci muhatabı ve en büyük açıklayıcısı olan Hazreti Peygamber'e (asm) ve Onun yolundan giden mürşit ve müceddidlere ve âlimlere ihtiyaç vardır. Aksi halde ne kadar basit bir bakış açısına mahkûm olacağımız, yukarıda geçen örneklerden de anlaşılmaktadır.