TR EN

Dil Seçin

Ara

Nisan 2020

post-title

Nisan 2020, 520

PDF DOSYASI

Merhaba değerli dostlar,

Nisan sayımızı da sizlere ulaştırmaktan mutluluk duyuyoruz. Hayırlara vesile olsun inşaallah.

Dünyada yaşıyoruz; burada rahat yok ve aslında olmaması da normal. Çünkü dünya, kısa süreliğine kaldığımız ve dünya hayatının ötesinde hikmetleri olan bir yer.

Dünya, bir açıdan Allah’ın eserlerinin sergilendiği bir tefekkür ve ibret yeri; bir açıdan kendimizi ve Âlemler Rabbini tanıdığımız, yeteneklerimizin açığa çıktığı bir eğitim alanı; bir açıdan da bize verilen maddi-manevi imkânları kullandığımız yerine göre kâr veya zarar edebileceğimiz, ahiret ticareti yaptığımız bir yer—ki Allah yolunda harcadıklarımızın karşılığında, Rabbimiz, ebedî Cenneti vaad ediyor… Biliyoruz ki, sanat eseri tefekkür ve inceliklerini anlamak içindir; okul eğitim içindir; iş yeri üretim içindir. Bunlar rahat, keyif, eğlence için değildir. Bu sebeple Allah Resulü’nün hatırlattığı gibi “Dünyada rahat yoktur” ve keyif, eğlence amaçlanmaz.

Bir de şu var; mesela İstanbul’a eğitim için gittiğimizde eğitimimizi yaparız ama gitmişken yemek de yeriz, gezeriz, farklı faaliyetler de yapabiliriz. Fakat sorulduğunda “eğitim için geldim” deriz, yemek yemeye, gezmeye, eğlenmeye geldim demeyiz… Dünya hayatı da böyledir; bu fani hayatı verip ebedi hayatı kazanmak için buraya geldik ama gelmişken helâl dairesinde farklı şeyler de yapıyoruz. Ancak biliyoruz ki, dünyada bulunmamızın asıl amacı, bizi yaratan, yaşatan Allah’ın razı olacağı işler yapmak ve böylece ebedî hayatı kazanabilmek…

Evet çok şükür ki Müslümanız ve bizim ölçümüz ahirettir; bir şey, ahirette faydalı ya da zaralı olmasına göre iyi veya kötü olur. Ayette buyurulduğu gibi, “…Belki de sizin hoşlanmadığınız şey, hakkınızda hayırlı olur; hoşlandığınız şey ise sizin için bir şer olur…” Peki, iyi mi kötü mü nasıl anlayacağız?.. İman nazarıyla ve ahiret açısından baktığımızda, iyiler de kötüler de değişecek ve her şey yerini bulacaktır.

Yaşadığımız salgın ve bazı afetlere de böyle bakabiliriz. Öncelikle başını ve sonunu bizim tayin etmediğimiz bir hayat bu. Daha da önemlisi bize göre asıl musibet ve bela “dine gelendir.” Allah’ın emirlerini yapmamak/yapamamak, ahirette zarar ettirecek haller ve işler gerçek belalardır. Dünyaya ait musibet, bela, felaket dediğimiz şeyler ise ahiret açısından bakılınca, sevaba, affa, kurtuluşa vesile olacaksa belki musibet bile sayılmazlar. Peygamber Efendimiz'in (asm) bu sebeple, ahirette musibetzedelere verilecek mükafatları gören insanların, keşke bizim de başımıza gelseydi diye imreneceklerini haber verdiği hadisleri vardır.

Evet biz Müslümanız ve ayette dikkatimizin çekildiği gibi “başkalarının Allah’tan ümit etmediklerini biz ümit ediyoruz.” Bizim ümit edeceğimiz, yardım bekleyeceğimiz, sığınacağımız, isteyeceğimiz ve isteklerimize cevap verebilecek bir Rabbimiz var… İnsanlarla aynı acıları yaşıyoruz, ama bu acıların kusurlarımıza kefaret ve bağışlanmamıza vesile olmalarını ümit ediyoruz. Aynı zorluklarla mücadele ediyoruz, fakat ahiret açısından sevap kazandıracağını ümit ediyoruz. Aynı hastalıkları çekiyoruz, ancak bu çektiklerimizin bize, hem günahlarımıza kefaret olarak, hem de ibadet sevabı kazandırarak fayda da sağlayacağını ümit ediyoruz. Çünkü biz Allah’a inanıyoruz; Onun verdiği akıl ve yeteneklerle tedbirimizi alıyor ve Ona güveniyoruz.

Ne mutlu bize ki, biri fani, diğeri ebedi iki hayatımız var. Rabbimiz her iki hayatın hayırlarını lütfetsin ve şerlerinden muhafaza etsin. Amin.

Gayret, çalışmak, sefer bizim; zafer Allah’ın.

Selam ve muhabbetlerimizle…

 

Suat Ünsal

Dergideki Yazılar