TR EN

Dil Seçin

Ara

İmanın İki Kanadı: Sabır ve Şükür

İmanın İki Kanadı: Sabır ve Şükür

Sabır, insanı yasaklardan uzak tutar. Belanın acılarını yudumlarken sükûnetini ve vakarını muhafaza eder. Fakir düştüğünde de zengin görünmesini sağlar.

Hasan Basrî der ki:

“Allah katında iki yudumdan daha hoş bir içecek yoktur.

“Birincisi: Acıklı ve üzücü bir musibetin gam ve kederini yutup onu güzel bir şekilde savmaktır.

“İkincisi de: Öfkeyi yutup onu hilm ve yumuşaklıkla savmaktır.”

Maneviyat uzmanı Zünnun-u Mısrî de sabrı tanımlarken şöyle der:

“Sabır, insanı yasaklardan uzak tutar. Belanın acılarını yudumlarken sükûnetini ve vakarını muhafaza eder. Fakir düştüğünde de zengin görünmesini sağlar.”

Üstad Bediüzzaman’a göre ise sabır üç çeşittir:

1. Günahlara girmemek için gösterilen sabır. Bu sabır takvadır.

2. İbadetleri işlemek için gösterilen sabır. Bu sabır tevekküldür.

3. Musibetlere karşı gösterilen sabır. Bu sabır insanı İlâhî sevgi makamına ulaştırır.

Sabır, günlük yaşantıda yerinde kullanılırsa düzenli bir hayatı ve kalıcı bir huzuru getirir.

İmanın iki şubesi vardır: Biri sabır, diğeri şükür.

Sabır, teslim olmaktır. Allah’tan gelen her şeye gönül rızasıyla katlanmaktır.

Şükür de nimetin değerini bilmek, memnun olmak, memnuniyetini her haliyle ifade etmektir.

Sabır, insanı feryat etmekten, dilini şikâyet etmekten, hırçın ve huysuz bir karaktere sahip olmaktan uzak tutar.

Sabır, insanı üstün bir ahlâk sahibi yapar. Aceleci olmaktan, öfkeyle kalkmaktan, kırıp dökmekten alıkoyar.

Sabır, insanı çirkin ve zararlı işleri yapmaktan uzaklaştırır.

Sabır, insana verilmiş büyük bir güçtür. Bu güçle insan saraylar da inşa eder, bunun karşısında ise sabırsızlıkla şehirler de yakabilir.

Sabır, kulun başına gelen bela ve musibetlerin Allah’ın takdiriyle olduğunu itiraf etmesi ve mükâfatını yalnızca Allah’tan beklemesidir.

Sabır, musibetin ilk anında edep ve ciddiyeti muhafaza etmektir.

Sabır, insanın musibetler karşısında canlı ve dinç durabilmesidir.

Sabır, kişinin musibeti olgunlukla ve soğukkanlılıkla karşılamasıdır.

Sabır, insanın güçsüz kaldığında Yaratandan yardım istemesidir, Ona sığınmasıdır, Onun rahmetine yönelmesidir.

Sabır, kıtlıkta ve bollukta kulun imanında bir değişikliğin olmamasıdır. Her iki halde de gönlünü hoş tutmasıdır.

Rabia-i Adeviye’nin dediği gibi, “Allah’ın sana nimet verdiği zaman sevindiğin kadar musibet verdiği zaman da sevinebiliyorsan, gerçek imanı elde etmişsin demektir.”

Musibet gelmeden afiyetten daha iyi bir nimet olmaz. Musibet gelince de sabırdan daha büyük bir lütuf bulunmaz.

Sabır, musibetleri insanlara değil, Allah’a açmaktır, ona arz etmektir, ferahı ve süruru Ondan beklemektir.

Bütün Peygamberler musibeti Allah’a arz etmişlerdir. Meselâ, Yakub Aleyhisselâm, “Ben derdimi de, üzüntümü de sadece Allah’a şikâyet ediyorum” diyerek bu dersi vermiştir. (Yusuf Sûresi, 86)

Eyyub Aleyhisselâm da, “Ey Rabbim, zarar bana dokundu. Sen en iyi merhamet edensin” (Enbiya Sûresi, 83) derken, derdini Rabbine açmıştı.

Peygamberimiz de, “İlahi! Gücümün zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı ancak Sana arz ediyorum” diyerek halini Rabbine arz etmişti.

Sabır aczini, aciz insanlara söyleyip sızlanmamaktır.

Çünkü, şikâyet ve sızlanmak aczin arkadaşı, sabırlı olmak ise aklın yoldaşıdır.

Nefis bir binektir, insanı ya Cennete taşır veya Cehenneme sürükler.

Günaha ve haramlara girmemekte sabretmek, sonunda gelecek azaba sabretmekten daha kolaydır.

Sabır, cinsel istekler ve aşırılıklar karşısında akıl kuvvetini ve iman duygusunu hâkim kılmaktır.

Sabır duygusu iflas edenler, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır.

Ahmak insanlar ağlayıp sızladıktan sonra sabrederler. Çünkü ahmağın sonradan yapacağını, akıllı insan işin başında yapar.

Sabır, Kur’ân-ı Kerîm’de doksan yerde geçer.

Es-Sabûr, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Sabr ise sıfatıdır. Sabırlı insan Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmış ve imanını hayata geçirmiş demektir.