TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanın Kanadı Gayretidir

İnsanın Kanadı Gayretidir

- Başarılı insan daima çözümün, başarısız insan daima sorunun bir parçasıdır. - Başarılı insanın her zaman bir programı, başarısız insanın her zaman bir mazereti vardır. - Başarılı insan “işine yardım edeyim” der, başarısız insan “bu benim işim değil” der. - Başarılı insan “zor olabilir ama imkânsız değil”, başarısız insan “mümkün olabilir ama çok zor” der. Bu maddeleri çeyrek asır önce katıldığım bir seminerde yer alan bir slayttan hatırlıyorum. Birçok madde daha vardı. Fakat halen güncelliğini koruyan ve diğerlerini de kapsadığını düşündüğüm bu dört maddeyi aklıma kazımıştım.

- Başarılı insan daima çözümün, başarısız insan daima sorunun bir parçasıdır.

- Başarılı insanın her zaman bir programı, başarısız insanın her zaman bir mazereti vardır. 

- Başarılı insan “işine yardım edeyim” der, başarısız insan “bu benim işim değil” der. 

- Başarılı insan “zor olabilir ama imkânsız değil”, başarısız insan “mümkün olabilir ama çok zor” der. 

Bu maddeleri çeyrek asır önce katıldığım bir seminerde yer alan bir slayttan hatırlıyorum. Birçok madde daha vardı. Fakat halen güncelliğini koruyan ve diğerlerini de kapsadığını düşündüğüm bu dört maddeyi aklıma kazımıştım. Çalışan, yönetici, ebeveyn, öğretmen ya da öğrenci, konumumuz ne olursa olsun hepimiz bir ekibin parçasıyız. Birazdan vereceğimiz iki örneğin bizlere, “bu benim işim değil” demeden mazeret yerine iş üretmeyi, gelişime açık ve bardağın dolu tarafını öne çıkaran bir insan olma konusunda ilham vereceği kanaatindeyim. 

İlk örneğimizde Garcia var: Yaklaşık 120 yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaş sırasında ABD Başkanı acil olarak Küba’daki isyancıların lideri Garcia’ya çok özel bir mektup göndermek ister. Garcia, Küba dağlarından birindedir. Fakat hangisinde olduğu bilinmemektedir. Bu mektubu bir askerin ne yapıp edip Garcia’ya ulaştırması gerekmektedir. Bunu kimin başarabileceği tartışılırken bir subay, bu görev için kendi birliğinden Çavuş Rowan’ı önerir. Onun bu görevi başarabileceğini ve kimsenin yerini bilmediği Garcia’ya bu mektubu ulaştırabileceğini söyler. Subay haklı çıkar. Çünkü Rowan, “Neden ben gidiyorum, postacı mıyım ben, bu benim işim değil, adres eksik, benden imkânsız bir şey istiyorsunuz, benim çoluk çocuğum var, nişanlıyım…” gibi klişe mazeretler ileri sürmeden mektubu çantasına koyar ve yola çıkar. Dört gün sonra Küba kıyılarına ulaşıp oradan ormanların içinden ilerleyerek üç haftalık bir seyahati yaya olarak tamamlayıp, Garcia’yı bulur mektubu teslim eder ve birliğine geri döner. 

Bu hikâye “Garcia’ya Mektup” olarak bilindiği için Çavuş Rowan’dan çok Garcia ismi hafızalarda yer etmiştir. Ben de bu hikayeden esinlenerek, 2007-2012 yılları arasında liderliğini yaptığım ekipte yer alan bir arkadaşımı cep telefonuma, aslında Çavuş Rowan’ı kastederek Garcia olarak kaydetmiştim. Kendisine asıl ismi ile hitap etmeme rağmen ondan bahsederken Garcia olarak bahsettiğimden dolayı, bir çok arkadaşım da bana hak verdiği için onu bu isimle anar olmuştu. Çünkü kanaatimce bu arkadaşımız da öyle bir durumda, öyle bir mektubu hiç itiraz etmeden, mazeret üretmeden, durumun önemini kavrayarak ve gereğini yaparak yerine ulaştırmayı başarabilirdi. Bu arkadaşımızın çalışkanlığı, sabrı, fedakârlığı ve sonuç almadaki başarısı ekibimizin başarısına da önemli katkılar sağlıyordu. Bulunduğumuz şehirdeki ‘network’ünün etkili ve yetkili insanlardan oluşması ve çevresinde tanınan ve sevilen biri olması, sorunların çözümünü kolaylaştırıyordu. “Bu benim işim değil” demeyen ve “zor olsa bile imkansız değil” diyerek konusunun dışındaki görevlerde bile başarılı sonuçlar elde eden arkadaşımız, herkesin aynı ekipte çalışmak isteyeceği örnek bir çalışan olmaya devam ediyor.

İkinci örneğimiz Gazneli Mahmut’un yardımcısı Ayaz. Hikaye Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde yer alıyor: Gazneliler 963-1186 yılları arasında Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da hüküm süren bir Müslüman-Türk hanedanıdır. Sultan Mahmut, 998-1030 yılları arasında bu devletin başındadır ve kazandığı zaferler sonucu, bir kahraman olarak ünü İslâm dünyasında yayılır. İşte Ayaz, Gazneli Mahmut’un sadık adamının ismidir. Zekâsı, mütevaziliği ve sultana bağlılığı ile tanınan Ayaz’a gösterilen ilgiden rahatsız olan diğer beyler, ona neden bu kadar çok maaş ödendiği konusunda sultana bir soru yöneltirler. Sultan Mahmut bu soruya o sırada karşılık vermez. Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıkar. Uzaktan bir kervanın geçmekte olduğunu görürler. Sultan Mahmut otağına çağırdığı beylerden birine “Git sor bakalım, bu kervan nereden geliyor!” der. Bey, atına atlar ve kervana ulaşır. Bir süre sonra geriye dönüp “Efendim kervan Rey şehrinden geliyor” diye bilgi verir. Sultan Mahmut: “Peki, nereye gidiyormuş” diye sorunca bey cevap veremez. Bunun üzerine Sultan, başka birini gönderir, o da “Efendim Yemen’e gidiyormuş” diye bilgi verir. “Yükü neymiş” deyince o da cevap veremez. Bu defa bir başka bey Sultanın, “Sen de git yükünü öğren” talimatı üzerine kervana gidip döner ve “Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri” diye cevap verir. Sultan: “Peki kervan Rey’den ne zaman çıkmış” diye sorunca, sorusu cevapsız kalır. Sultan böylece tam otuz beyi gönderir, otuzu da istenen bilgileri tam olarak getiremezler. Sultan son olarak Ayaz’ı çağırır otağına ve talimatını verir: “Git bak bakalım şu kervan nereden geliyor!” Ayaz, saygıyla sultanı selamlayıp konuşmaya başlar:

“Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak ederek, soracağınızı tahmin ettiğimden gidip gerekenleri öğrendim. Kervan Rey’den geliyor Yemen’e gidiyor. Yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deve, şu kadar katırdan oluşuyor. Kervanda şu kadar insan var, onlardan şu kadarı silahlı…” diye başlayarak kervan hakkındaki bilgileri en küçük ayrıntıya varıncaya kadar anlatır. Bütün bunları beyler ağzı açık dinlerler. Sultan, beylerine döner ve: “Ayaz’a neden otuz kişinin ücretine denk para verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki bu bile, onun hizmetine karşı az geliyor” der. Böylece Ayaz’ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utanırlar, yaptıklarına pişman olurlar ve şöyle derler: “Bu bir anlayış, doğuştan gelen bir zekâ işidir. Allah’ın bazı insanlara verdiği özel lütfu ve ihsanıdır. Çalışmakla elde edilecek bir özellik değildir.” Onların bu mazeretine karşılık Sultan şu muhteşem cevabı verir: “Şu hayat mücadelesinde insan, başarıya ulaşamamış, zarar etmişse, bir şey elde edememişse, bu hâl onun gereği gibi çalışmamasından ileri gelmiştir. Eğer başarıya ulaşmış, kazanmış, kâr etmişse, bu başarı onun çalışmasından, çok gayret etmesindendir.” 

Benim çalışma hayatımda bu örneklere dahil edebileceğim bir çok arkadaşım olduğunu söyleyebilirim. Ne dersiniz? Sizin tanıdığınız bir Ayaz ya da Garcia var mı? “Evet” diyorsanız ve aklınıza hemen birileri geliyorsa, elbette bu çok güzel bir şey. Fakat bu soru ile asıl siz, birilerinin aklına geliyorsanız, ne mutlu size.