TR EN

Dil Seçin

Ara

Kendini Bilmek Rabbini Bilme Gayretidir

Kendini Bilmek Rabbini Bilme Gayretidir

 مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

(Kendini bilen Rabbini bilir)

Man is more than what he knew of himself.

(İnsan kendini bildiğinden daha fazlasıdır.)

— Karl Jaspers

 

Kendini tanımak/bilmek ile kişinin Rabbini tanıyabileceği ve bilebileceği, İslam tasavvufunda klasikleşmiş meşhur bir prensiptir. Bugünün insanının bu prensibe her zaman olduğundan daha çok muhtaç olduğu kanaatindeyim. Bu yazı dizisinde tarif edeceğim, aslında anlamaya ve kavramaya çalışacağım mesele, kendi içinde paradokstur. Paradokstur, çünkü içerisinde bulunduğumuz kitle iletişim çağında her bir birey bir yandan kendisini aşırı şekilde merkeze alan ve yalnızca kendinlik portresini sunmak üzere kurgulanan sosyal medya platformlarını ve türevlerini zamanının her anında kullanır. Bu bir tür dijital veya paylaşım bağımlılığıdır, ki bu durumun modern bağımlılık türlerinden olduğunu belirtmek isterim. Diğer yandan buna karşı bir çözüm önerisi bağlamında vurguladığım husus ise, yine de çağdaş bireyin ilk başta kendini tanımaya başlaması mecburiyetidir. Bu yazı dizisine başlamamın ardında olan ve giderilmesi gereken esas çelişki budur.

İnsan bu kadar kendisine odaklanmışken, hatta bu çağda her türlü (sosyal medya) platformu(nu) kendini gösterebilmek ve çevresindekilerce beğenilmek için kullanırken, asıl gözden kaçırdığımız şey; o platformların bizden ne istediği değil de O’nun (cc) ne istediğidir. Fakat, anlayan, anlamlandıran ve başkalarının anlamlandırmasına yardımcı olan beşerden O’nun (cc) ne istediğini anlayabilmeyi bir kenara bırakalım, insan olarak böyle bir görev ve ödevimizin olduğunu sıkça unutmaktayız. Hatırlayabilmek için ise, bu çağda ve bu iletişim çağının tüketimsel hızında yine de kendimize odaklanarak kendimizi yeniden tanımak durumundayız.

Kendine odaklanmak bu paradoksun kalbidir; insanın kendine odaklanması, nefsin haz ve isteklerine göre yaşaması olarak anlaşılabilir veyahut kendini bilme, tanıma yolculuğu olarak da anlamlandırabilinir. Bu kavram paradoksunun farklı anlam boyutlarını oluşturan ise, kişinin kendini nasıl anlamlandırdığı ve algıladığıdır. Kendimiz dediğimiz esasen nedir? Nefsimiz mi, kalbimiz mi, aklımız mı veya hepsinden macunlaşan ayrı bir bilmece mi?

Bu soruların kısa cevabı irfan manasında saklıdır. Kendine irfan kavramının gözlüğüyle bakabilmek, bireyin kendinlik algısının aynı zamanda şu sorulara cevap arayarak şekillendiğini algılaması demektir. Tıbbî, psikolojik, sosyolojik veya felsefî bakış açıları dışında, bir de teolojik olarak kendini bulmalıdır birey. Dini perspektifle baktığımızda, birey “en güzel biçimde yaratılan” bir varlık olarak “başıboş bırakılmadığını”1 idrak etmesiyle, kendinin ve kendine verilen duygularının ve iç dünyasının (enfüsünün) bütünüyle anlamlanacağını bilir.

Duygularının işlevi bağlamında iç dünyasını keşfe çıkan ve bu manasıyla içsel/enfüsî bir yolcu olan insan, her bir duygusunun ve duyusunun çalışma biçimine ve maksadına göre, Rabbini her sefer daha başka bir noktadan tanır ve bilir. Yani, kendi iç dünyamıza takılan ve emanet edilen manevî duygularımızın veriliş amaçlarını kullanım şekillerine bakarak anlayıp anlamlandırdığımızda, kendimizi bilme yolunda mesafe ve mertebe kat etmeye başlarız. Bu basamaktır işte kendimize irfanî bir bakışla nazar etmemizin ilk aşaması. Böylece kendisiyle uğraşmaya başlayan birey, her bir duygusuna yüklediği anlam ve vazife-sorumluluk bilinci bağlamında, sadece dışsal bağımlılıklarından kurtulmakla kalmaz. O, buna koşut olarak kendini kendilerine bağımlı yapan tiryakilik nesnelerinin nesnesi olmaktan kurtulur. Bu birey daha çok nasıl bir dünyada ve Rabbine nasıl muhatap olabileceği sorunsalına cevap ararken öznelleşir. Böylelikle kendi fiillerinin sorumluluğunu taşıyabilecek öznelliğe kavuşur insan.

Özne ve birey oluşumuzu “Allah’ı unutan, bu sebeple Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler”2 kategorisine düşmeyerek gerçekleştirmemiz mümkündür. Hatırlamak ve unutmamak fiilleri bunu temin ederek bir meseleye daha ima ederler. Öznel bir birey olan insana vedia olarak bırakılan enfüs/içsel âlemimizin işleme şeklini (yeniden) keşfetmek, kendimize hangi noktadan ve hangi bakış açısıyla baktığımıza da bağlıdır: Ben ve benim insanlık yetilerim, bunların içerisinde özellikle nefsim, kalbim, aklım vesaire duygularım nasıl işliyorlar ve bu işlevsellikleri kendi dışında bir maksada (teleoloji) nasıl işaret eder? Nitekim “Kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde bir insan olmak ihtimali,”3 öznenin kendisinden yabancılaşarak zamanının nesnesi olabileceğine karşı uyarır. Bu ikazı ciddiye aldığımızda, Kur’ân’ın “İKRA (Oku)” hitabını emir ve farz-ı ayn bilerek önce kendimizi ve kendimizde cilvelenen İlâhî isimlerin nakışlarını şuurla okumaya yelken açarız. Edilgen bir nesnellikten, sorumluluk bilincinde aktif birer özneye dönüşebiliriz.

Nitekim bu düşüncenin bizi birey ve özne olarak sevk ettiği yer, bilimsel veriler yanı sıra, kadim geleneğimizden gelen insanın manevi içsel haritasının, yani duygu dünyasının, Rabbini tanıtmaya ve bildirmeye vesile olduğunu bilmektir. Özne “kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde” iken merak ettiği, “Acaba tılsım nedir, içinde ne var?”4 muammasıdır (akrostiş). Özne ve birey olarak insan, içe dönük duygu haritasının keşfiyle önce kendi akrostişini5 çözer, kendi ismini, sorumluluğunu ve vazifelerini tanımlar, betimler, anlar ve anlamlandırır. Böylece hem kâinatın hem de Rabbinin keşfine nasıl varacağına kapı aralar. İşte girişte Karl Jaspers’tan alıntıladığım “Man is more than what he knew of himself”6 tahakkuk eder ve insan kendinlik bilgisinin maksatların en üstünü ve yücesi olmadığını algılar. İnsanın öznelliği ve bireyselliği, kendisinde gelişen ve anlam kazanan duygularının kendi dışında bir gerçekliğe bakmasıyla manalanır.

 

Kaynaklar:

1. İnsan Suresi, 76/2.

2. Haşr Suresi, 59/19.

3. Sözler, 33. Söz 31. Pencere.

4. Sözler, 11. Söz.

5. Mesela şiirlerde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru okunduğu zaman ortaya bir sözün veya şairin isminin çıkacak biçimde yazılmasıdır. Bu bağlamda, her bir nesnenin kendi isminin keşfidir.

6. İnsan kendini bildiğinden daha fazlasıdır.