İnsan hayatını yaşar; yaşamasını mümkün kılan insanın nâs oluşudur. Nâs etimolojik olarak unutan manasını taşır. Hayatımızdan neleri unuttuğumuzu, neleri hatırlamadığımızı—unutmamamız gerektiğini bildiğimiz halde—hatırlarsak eğer, bu kanıya kolayca varabiliriz. Evet, insan unutur; unuttukça da geçmişin âlâmını, gam ve kederini yaşadığı her gün, her an yüklenmekten bir nevi kurtulur. Unutmaya veya umursamamaya dair bir övgüde bulunmak istemiyorum asla, sadece insanın sosyal-antropolojik tarafının unutmak-hatırlamak ikilisi arasında gidip geldiğini hatırla(t)mak istiyorum.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin tanımıyla takva, “Allah’a itaat ederek azabından sakınmayı, bu da ceza almayı haklı kılan davranışlardan nefsi”1 zabt u rapt altına almayı ifade eder ve neyi unutmamız gerektiğini hatırlatır.
Takva o zaman, unutmayı unutmaksa, yani negatif bir ubudiyetse (olumsuzu olumsuzlayan bir kulluk haletiyse), o zaman hatırlanması gereken veya unutulmaması gereken iki husus vardır: Birincisi, nelerden sakınmamız, çekinmemiz gerektiği—ki bu sadece unutmamaktan veya hatırlamaktan geçer—ve ikinci ise, sakınmayı aşan ve uygulanması ve tatbik edilmesi bizlere lâzım olanlara bakar. Bu itibarla, takva sadece çekinilerek bir şeyleri zapt u rabt altına almamıza salık veren bir kavram, bir mana olarak kalmayacak, ubudiyette, ahlakta, fikirde veya adâb-ı muâşerette terakki edebilmemiz için müraat etmemiz gerekenleri de talim ettirecektir. Takva bunun için hem olumsuzları olumsuzlayan hem de buna binaen olumluyu tasdik eden, olumluya teşvik eden bir illiyet bağıdır. Takva sadece statik olarak kazanılıp noktasal bir yere hapsedilemez, aksine o bu iki mana boyutları itibarıyla negatif ve pozitif öğelere ve değerlere birden nazar eder, ettirir.
Bununla beraber “takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek[,] def-i mefasid ve terk-i kebair [olarak] içinde bir nevi amel-i salih var”2 ise, o zaman takva süreç içerisinde olumsuzları mütemadiyen olumsuzlayabilme eylemidir; ki bu fiilî niteliğin takvâ şuurundan doğduğunu ifade etmemiz önem arz eder. Ama aynı zamanda takva olumluyu talep eden sürecin diğer ucuna bakan bir mefhumdur ki, olumluyu da olumsuzlayarak unutan nâsa hatırlatır, elde ettirir. Haramı işlememekte, yalnızca olumsuzu olumsuzlamak yoktur aslında, aynı zamanda bunun da ötesine geçen bir pozitif ibadet vardır, zira takvanın kendisi de bir nevi salih bir amel, eylem ve fiilse o zaman şu tespite tefekkürümüz müncer olur:
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbâniye; herbirinin bir gayat-ül gayatı var. İradenin ibadetullahtır. Zihnin mârifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.”3
Unutmayı hatırlamak için ilk aşama negatif ubudiyetse, bunun nihayete, devama ve hatta kemâle erdirilmesi müsbet ibâdette saklıdır.
Takva, sadece çekinme, sakınma manasını barındırmaz kendisinde, bize sadece bu içtinâbı talim etmez. O bunu da baz alarak aşmayı bildirir bizlere ki, takva tam bir ibâdetin vücûd bulabilmesi için bizi yine iç dünyamıza ve oradaki hazinelerimiz olan enfüsî duygu haritamıza yönlendirir. Enfüsümüzde var olan her bir duygunun ayrı bir gayesinin olması, aynı zamanda ayrı bir takvasının olduğunu gösterir (tabii ki müsbet ibadet anlamında). İrade ibâdetullaha, zihin mârifetullaha, his muhabbetullaha ve latife müşâhedetullaha vâsıl oldukça bizler takvanın olumsuzlayan ve olumlulayan (negatif-pozitif) vecihlerine birden nazar ederiz.
Her duygunun ayrı bir takvaya sahip olması demek, aynı zamanda bir insanın her bir duygusu için dahi aynı takva niteliğinin, şuurunun ve eyleminin olmaması demektir. Bu pozitif ibadet şuurluyla hayatımızı ve dahi ibadetlerimizi ihya ettiğimizde ancak kulluğun kemaline doğru bir adım atabiliriz.
Netice-i kelamı, takvâ kendi başına statik ve durağan bir kavram, bir nitelik, şuur ve eylem değildir; yani bir kere elde ettim ve artık hep takvalı kalacağım diye bir garantimiz yoktur.
Ayrıca, takva yalnızca olumsuzu olumsuzlayan ve negatif kulluğu ihyâ eden bir mana hazinesi değildir ki, sadece çekinerek takvâyı ihya etmiş olalım.
Takva illiyetle/nisbetle alakalı kavramı olması hasebiyle pozitif bir ibadet manasını da insanın enfüsü için camidir ki, bizler takvanın negatifi ile pozitifini iltisak ettirdiğimizde ancak ibâdet-i kâmiliye yol açmakla kalmayız, belki o kâmil ibadeti istidadımızca ihya etmeye çabalarız.
Belki de takvanın en ilginç boyutu da şu olabilir ki, ben takvaya şekil vermeyi bırakırsam eğer, onun içine derç edilmiş amelî ve fiilî düsturlara uygun hareket edersem—onları doğru tanımak ve tanımlamak şartıyla, o zaman işte takvâ benim unutkanlıklarımı giderir, beni etimolojik kökenim olan unutmaktan, nisyandan ve unutulmak için hayat yaşamaktan alıkoyar. Takvaya şekil vermeyi bırakırsam, onun vesilesiyle Cenâb-ı Hakk’ın abdinden istediği müsbet ve menfi ibadet ve ubudiyetin iki envaına da mazhar olurum belki. Belki de izin vermek gerekir, takva beni hatırlasın, ama ben kalp kapımı açayım da o da yol bulsun gelsin; belki ben gayretinde olayım, takva nedir öğreneyim, ki bu ilim ve talimin feyziyle takva her iki veçhiyle ruhuma hareket, kalbime gıda ve aklıma hikmet olsun.
Kaynaklar:
1. Et-Ta’rîfât.
2. Kastamonu Lâhikası.
3. Asâr-ı Bediiyye.