TR EN

Dil Seçin

Ara

Hakikati Bulmakta Akıl Yeterli mi? Akıl İnsanın Neresinde?

Felsefe, “insan aklının hakikati bulma gayreti” olarak bilinir. Peki, insan aklının hakikatin ölçüsü olduğunu nereden biliyoruz?

Felsefe, “insan aklının hakikati bulma gayreti” olarak bilinir. Peki, insan aklının hakikatin ölçüsü olduğunu nereden biliyoruz?

Akıl, eskilerin deyimiyle, “kerameti kendinden menkûl” öyle bir şeyh ki, hiçbir şeye muhtaç olmadan hakikati bulabileceği, bizzat kendi iddiasından başka bir şey değildir. O ki, bu tür iddialara mutlaka bir mesnet arar...

Şu halde, bütün akıl sahipleri aynı meselede birleşseler verdikleri hükmün doğruluğu yine mutlak çerçeveye ulaşamayacak, izafi plânda (akıl plânında) kalmaya mahkûm olacaktır. İttifakta böyle olursa, ya ihtilâfa ne demeli? Binlerce filozof gelip geçmiş; hepsi de birbirinin yanlışını bulmakla iftiharda...

Hz. Ali’ye sormuşlar: Akıl insanın neresinde? Verilen cevap müthiş... “Akıl insanın kalbindedir.” Yani, insanda hakikati bulmak için beyin kâfi değil, gönüle ışık düşmeli. Işık olmazsa göz neye yarar? Vahyin ışığıdır ki, karanlıkları dağıtır, akla yol gösterir ve yolunu gören aklın verdiği hüküm de, sadece kendine nisbetle değil, mutlak çerçevede doğru olur.

İnsan, sanıldığı gibi sadece zekâsıyla insan değildir. Öyle olsaydı, hayvanattan tilki gibilerin de bir fazileti olurdu. İnsanı mahlûkatın en şereflisi yapan, şüphesiz ki ruhî cevherleridir; lâtifeleridir. Yola çıkacak kişi, bütün hazırlıklarını tamamlamadan çıkmadığı halde, hakikati arayan insan, niçin yanına sadece aklını alır?

Mücerret akla dayanan hükümlerin, çeşit çeşit ruhanî cevherlere sahip insanı doyuramayacağı şuradan belli ki, filozoflardan hiçbirinin kendisi için hayatlannı hiçe sayacak bir ashâbı, arkadaşlarından asırlarca gözyaşı dökecek milyonlarca bağlısı olmamıştır. Nitekim bir yabancı elçinin hidayetine, Allah Resûlünün (S.A.V.) abdest alırken üzerinden sıçrayan damlaların ashâbınca âdeta kapışılması sebep olmuştur.

 

Bir hâdiseyi gördüğünü söyleyen iki kişinin şehadeti birbirini destekler. Fakat görmeyenler birbirine destek olamaz. Çünkü herbirinin görmesine mâni başka bir engel vardır. Vahyin ışığını alan peygamberlerin hep birbirini teyid ederek doğrulaması, gururlu filozofların inkârda dahi ihtilâf içinde olmalarına ne demeli?

 

Sözün güzelini Mevlânâ (K.S.) söylemiş: “Gönül güneşinin yanında, kuru aklın kibrit alevi kadar değeri yoktur.”