TR EN

Dil Seçin

Ara

Guantanamo Amerika’nın Neresinde? / Ahirzaman İmparatorluğu’ndan Notlar

Uluslararası Kızılhaç Örgütü (ICRC) geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklamayla Guantanamodaki esir kampında uygulanan muamele şeklinin insan haklarına ve hukuka aykırı olduğunu vurgulayarak ABD yönetimini sert bir dille eleştirdi. Amerikan yönetimi bu türden eleştirilere muhatap olmasına karşılık hiçbirini ciddiye almıyor. Nihayet bu konudaki hukuksuzluğa karşı verilen mücadele Amerikan Yüksek Mahkemesine (Supreme Court) kadar çıktı. Yakında hükümetin uygulamalarına yönelik bir hükmün çıkması bekleniyor. Mevcut Bush yönetimi tarafından en çok öne sürülen savunma da Guantanamo kampındaki esirlerin savaş esiri” kategorisinde yer almadıkları, çünkü esir alındıkları savaşın konvansiyonel bir savaş olmadığıdır. Bu savunmaya göre Afganistana yönelik savaş, terörle savaş” olduğu için normal savaş çerçevesi içinde ele alınamaz. Uluslararası hukuk ve savaş normlarını altüst eden bu tutumun gerisindeki yapısal dinamikler nelerdir? Batı toplumlarının ürettiği insan hakları söyleminin sınırlarını çizen bu yeni tutumun gündeme getirdiği birkaç husus var.

Uluslararası ilişkiler terbiyesi alanlar genellikle devletlerin içinde hiyerarşi” (düzen-kanun), devletlerin arasında da anarşi” (düzensizlik-kanunsuzluk) olduğunu öğrenirler. Teoride ve pratikte hâkim olan bu anlayışa göre devletler arasındaki düzen ancak devletler arasında güç dengesinin sağlanmasıyla mümkün olmaktadır. Düzenin mümkün olduğu bir diğer yol da, bir devlet veya devletler bloğunun hâkimiyet tesis ederek anarşiyi hiyerarşiye çevirmesidir. Bu realist (gerçekçi) devletlerarası ilişkiler teorisi esasen Thomas Hobbesin meşhur insanlararası ilişkiler (devlet) teorisine çok benzemektedir. Düzen ancak eşit vatandaşlar arasındaki güç dengesiyle ve adına kamu yararı” denilen çok taraflı bir menfaat muvacehesinde yahut hükmü herkese geçebilen bir kralın hükümranlığı ile sağlanabilmektedir. Bu yaklaşımın insan fıtratına ilişkin analizine göre devletsizlik toplumlarda anarşiye, kaosa yol açmaktadır. Zira menfaatini takip eden bireyler sonu gelmez bir çatışmaya girişmekte ancak menfaatlerinin temin ve muhafazasının ortak bir üst mercie tabi olmak ile mümkün olduğunu anlamalarıyla durulmaktalar. Eğer devlet bir toplumun bireyleri arasında durulmanın ve güvenliğin aracı ise dünya yüzündeki muhtelif devlet birimleri arasında güvenlik ve durulmanın aracı ne olacaktır?

İki kutuplu dünya bir güçler dengesi olarak ortaya çıktığında güçler arasındaki çatışma yok olmuyor sadece sistemin kıyısına itiliyordu. Afganistan dahil pek çok üçüncü dünya toprağı üzerinde gerçekleşen savaşlar hep ilk iki dünyanın savaşlarıydı. Ve garip bir şekilde bu dönem nisbî bir düzen dönemi olarak anılmaktadır. Çok taraflılık çerçevesi içinde üretilen uluslararası hukuk ve normlar sistemi çoğunlukla daha adil ve evrensel özellikler gösterirken, muzaffer bir devletin veya devletler grubunun ürettiği uygulamalar ve normlar ise ekseriyetle umuma hitap etme yeteneği olmayan normlardır.

Bugün Sovyetler Birliğinin dağılması ve küreselleşmenin yol açtığı coğrafî daralma ilginç sonuçlar üretmektedir. Evvela, devletlerin iç siyasetleri ile devletlerarası siyaset hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş bulunmaktadır. Kutuplardan birinin çök(ertil)mesi dolayısı ile diğer kutup dizginlerinden boşanmış ve birikmiş şiddetini hâkimiyet ve kendi çıkarları istikametinde şekillenecek yeni bir düzen tesisi için kullanıyor. Amerikanın bugün insan haklarını ve uluslararası hukuk normlarını hiçe sayan tutumu işte muzaffer ve hegemon bir kibirin ürünüdür. Ama sadece bir kibirin ürünü değildir. İnsan hakları söyleminin zâti bir sakatlığının çarpıcı bir yansımasıdır. Batıda geliştirildiği hâliyle hukukun ve insan haklarının kapsama alanı ulus devletin kapsama alanı olarak mümkün olmuştur. (Ulus devlet içinde sınıflar arasındaki hâkimiyet ve istismar ilişkilerini şimdilik atlayalım). Ulus devlet kültürünün ürettiği insan hakları söylemi ya yurttaşlık”esasıyla işleyen devletlerin içinde veya nispî bir dengenin sağlanıp korunabildiği Avrupa Birliği türü ulus-devlet-dışı coğrafî alanlarda söz konusu olabilmektedir. Bugün AB olarak örgütlenen coğrafyadaki devletler arasında söz konusu olabilen ve ciddiye alınan uluslararası hukuk ve insan hakları söylemi güç dengesinin ortadan kalktığı sair coğrafyalarda ve daha geniş ölçekte önemsiz bir ümide dönüşmektedir.

Amerikanın Guantanamodaki uygulamaları çok taraflı bir uluslararası hukuk sisteminden merkezi Amerika olan bir küresel polisli dünya devletine geçişin haberini veriyor. Bir anlamda, Amerika eski uluslararası hukuk sisteminden yeni (uluslararası değil küresel) hâkimiyet sistemine adam kaçırmaktadır. Hukuk normlarının hükümranlık alanlarından resmen adam kaçırıp, ne ulus devletin içi, ne de ulus devletin dışı olmayan, ama imparatorluğun hâkimiyet sahası içinde yeralan kaçak” bir bölgede esir kampları oluşturmak ve esirlere esir muamelesi bile yapmamak dünyanın alacağı yeni şekil açısından kilometre taşı niteliğinde bir uygulamadır. Guantanamo, yeni Amerikanın sınırlarını çizmektedir. Amerikanın hâkimiyet sınırları ile temel insanî ve evrensel hukukun geçerlik sınırları arasındaki uyuşmazlık alanı gittikçe genişliyor. Amerika, bir imparatorluk olmanın yolaçtığı hukuk açığını ne kadar örtmeye çalışsa da artık emperyal davranış, ulus devlet ve mevcut hukuk normlarına sığmıyor.

Başka bir deyişle Amerika ulus-devletin içinden ulus devletin dışına adam kaçırmak suretiyle ve ulusların hükümranlığı ilkesini lağveden küresel polisiye müdahaleler yoluyla, yeni bir dönem başlatmış bulunuyor. Bu yüzden, önümüzdeki dönemde ulus-devletin içinde cereyan eden haklar hareketleri”nin benzerlerine uluslararası/küresel plânda şahit olmaya devam edeceğiz. Neticede, imparatorluğun kendi pratiklerini meşrulaştırmak için öne sürdüğü terörizm de imparatorluğun açtığı savaşların sebebi değil sınırlarının genişlemesinin bir sonucudur. Amerikalılar, İngiliz İmparatorluğunun sömürgeciliğine meşhur Boston çay partisi” ile başkaldırdıklarında mealen şöyle bir slogan kullanıyorlardı: Söz hakkımız yoksa, vergi ödemeyiz!” Bugün Müslümanların yaşadığı coğrafya başta olmak üzere dünyanın önemli bir kısmı Amerikan İmparatorluğu tarafından vergiye bağlanmaktadır. Söz hakkı istemenin de adı nicedir terörizm” oldu.