TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Krizin Karikatürü

Medyaya bir karikatür krizi olarak yansıyan gelişmeler gerçekte bir karikatür krizi değil, başka bir krizin karikatürüdür. Ne Hazreti Muhammedin resmedilmesi, ne de Allah Resulüne hakaret ilk kez olan şeyler değil. Tarih boyunca bu tür hadiseler olmuştur. Son otuz yıl içerisinde yayınlanmış, Peygambere ve İslâmiyete saygısızlıkla dolu belki yüzlerce karikatür vardır. Danimarkalı gazetenin özel bir dert edinerek hakaret dolu bir düzine karikatürü yayınlaması daha büyük boyutta bir saygısızlık olsa da, mahiyet itibariyle yeni birşey değil. Peki bunca öfke ve tepki niye? Burada Danimarkalı gazetenin planlı bir hakaret kastıyla hareket ettiğini kabul etsek bile durum değişmiyor. Dışarıdan bakanlar için Müslümanların tepkisinde açıklanamayan bir gariplik var.

Haklı olan bir düzine açıklama yok değil. Mesela, bir açıdan bakarsanız karikatürlerin bardağı taşıran son (?) damla olduğunu söyleyebilirsiniz. Zira asıl öfkenin muhatabı işgaller ve anti-terör söylemiyle sürekli olarak Müslümanları mahkûm ve mağdur eden (toptan ifadeyle) Batı’dır. Avrupanın içinde ırkçılıkla, dışında ise Batılıların hâlâ değişik formlarda sürdürmeye çalıştığı sömürgecilikle mücadele eden Müslümanlar artık yeterdemek istiyorlar. İkiyüzlü, sömürücü ve kibirli Batı karşısında tepki gösteren Müslümanların amaçları eğer sonuç almaksa, adı geçen karikatür krizinde ortaya konan tepkinin böyle bir sonuç doğurabildiğini söylemek mümkün değil. Yani ne durum yeni bir durum, ne de Müslümanların tepkisinin arzulanan neticeyi hasıl ettiği söylenebilir.

Batı kamuoyu ve medyasından hadisenin nasıl göründüğü ve ne şekilde ele alındığına bir göz atalım. Genel olarak karikatürlerin hakaretamiz, en azından saygısız olduğu konusunda çoğunluk hemfikir. Anlayamadıkları şeyin başında bir iki karikatüre neden bu kadar tepki gösterildiğidir. İslâmda Hz. Muhammede olan sevginin boyutlarından habersiz oldukları gibi onların dindarlarında dahi böylesi bir kudsiyetin karşılığı bulunmuyor. Ayrıca dinî hürriyet kadar dinden hürriyet de kutsal sayılıyor. Müslümanların tepki şekline baktığımızda muhatabın Danimarkalı her birşey olarak (başta Danimarka devleti olmak üzere) seçilmesi haksız bir algılamaya kapı açmış bulunuyor. O da Müslümanların (ki bu kısmı yanlış da değil) Avrupalı hükümetlerden bağımsız medyaya müdahale etmelerini istedikleri yönünde oluşan intihadır. Bu talebi seslendiren Müslümanların yaşadığı ülkelerde medyanın devletin kontrolünde olduğu ve bu yüzden böyle bir talebi öfkeyle seslendirdikleri düşünülmektedir. Yani ortaya aşağı yukarı birbirini tamamlayan birkaç parçadan müteşekkil bir resim çıkıyor. Otoriter Müslümanlar, küçük bir hadiseyi büyüterek ifade özgürlüğüne karşı protesto yapıyorlar. Protestolarını bile barışçıl bir şekilde yapamıyorlar ki onlarca insan telef oluyor!

Hadisenin en talihsiz tarafı dönüp dolaşıp ifade hürriyeti” kavramına hapsedilmesidir. Bu muayyen algılamanın belli bir arkaplanı var. Ve o arkaplandan dolayı Avrupa ile Amerika bu krize çok farklı tepki verdiler. (Amerikalı gazeteler editoryal basiretlerini kullanarak bu karikatürlerin yayınının körü körüne bir ifade hürriyeti meselesi olamayacağına karar verdi. Kuşkusuz bunu Amerikanın Müslümanların sempatisini kazanma kaygısıyla açıklayabiliriz. Lâkin Amerikan toplumunun Avrupaya oranla dine daha saygılı olduğu da bir gerçek.)

Adı geçen arkaplan Salman Rushdie olayı”dır. Bu olay hatırlanacağı üzere 1989 yılında patlak vermişti. Şeytan Âyetleri isimli kitabı yazdığı ve İslâma hakaret ettiği gerekçesiyle Ayetullah Humeyninin Rushdie hakkında fetva çıkarması ve müteakip gelişmeler büyük bir krize dönüşmüştü. O krizde başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar şöyle bir fotoğrafı sevinerek izlediler ve sonrası için benimsediler. Fotoğraf kızgın müslüman sürüsü” ile medeni Avrupalı”yı karşı karşıya koyan bir fotoğraftı. Bugünkü karikatür krizi işte bu fotoğrafın ve modelin açtığı mecrada akmaktadır. Nitekim benzer refleksleri harekete geçirmiştir. Eğer Rushdie hadisesi Britanyalı milli kimliğinin tanımlanmasında ve Müslümanların öteki ve aşağı konumlarına hapsedilmelerinde rol oynadıysa, bugünkü karikatür krizi benzer şekilde gittikçe marjinalleşen ve ırkçı eğilimlerini bastıramayan Avrupayı genel olarak benzer bir kimlik tanımlama sürecine sokmuştur. Bu süreçte Avrupalılar kızgın ve şiddet dolu Müslümanları izledikçe kendi medeniliklerini ispata yeni bir vesile buldular. Rushdie ile başlayan bu yapısal tuzağa Müslümanların neredeyse gözü kapalı atlamaları işte daha geniş olan bir krizin karikatüründen başka birşey değildir.

Yapılan protestolarda insanların ölmesini Batılılara açıklamanın imkânı yoktur. Fakat daha zor olan şudur: Asıl Müslümanların bu noktaya nasıl düştüklerine hayret etmeleri gerekirken bu olmuyor. Mesela, bir milletin bayrağının yakılıp o milletin tamamını temsil etmeyen bir gazetenin suçundan bütün o milleti sorumlu tutmanın Müslüman öfkesiyle ilgisi olabilir ancak Müslüman basireti ve terbiyesi ile bir ilgisi yoktur.

Müslümanlar olarak sair dinlere ve özel olarak da sair dinlerin peygamberlerine saygı gösterdiğimizi haklı olarak söylüyoruz. Ancak şunu sormayı unutuyoruz: O saygı gösterdiğimiz peygamberler, bizim de peygamberlerimiz olduğu için saygı gösteriyor olmayalım? Bu anlamda İsaya veya Musaya saygı göstermek kolay da, mesela, Budaya aynı saygıyı gösterebiliyor muyuz? Taliban nam kızgın Müslümanlar Bamiyandaki Buda heykellerini tahrip ettiklerinde İslâm dünyası olarak istikbali düşünüp neden protesto gösterisi yapmayı düşünmedik?

Batı dünyası ile İslâm dünyası arasında tarihî kökleri olan ancak günümüzde tehlikeli bir şekilde derinleşen bir kriz var. Bu krizin mağdur ve zayıf tarafı olarak Müslümanların incinmeleri ve öfkelenmeleri haklı sebeplere dayanabilir. Ancak bu krizi aşmanın yolu kırık kolla savaşmak ve yenilgiyi hızlandırmak değil, öfkesine hakim olmak, yaralarını tedavi etmek ve en önemlisi daha geniş fotoğrafı görmektir. Maalesef karikatür krizi olarak tarihe geçen bu hadisede Müslümanlar genel itibariyle en fazla bir karikatür seviyesinde performans gösterdiler. Bu krizin de olduysa bir yan etkisi ‘ümmetbilincinin Hazreti Muhammed sevgisi gibi bir asgari payda etrafında bir nebze gelişmesidir. Bu ümmet bilinci (boykot gibi) sivil ve demokratik tepki biçimlerini kullandıkça hem daha bir gelişecek hem de sokak gösterilerinin arzulayıp güçleştirdiği hedefleri gerçekleştirebilecektir.

NOT: Amerikan Yüksek Mahkemesi (Supreme Court) binasının kabartmalarında tarihe yön vermiş büyük düşünür ve kanun koyucular temsil ediliyor. Bunlar arasında bir elinde kılıç bir elinde yasa kitabı (Kur’an) bulunan bir Hazret-i Muhammed kabartması da bulunuyor. Bu kabartma resim hakkında bundan beş yıl önce fetvasına müracaat edilen Kuzey Amerika Fıkıh Konseyi Başkanı Taha Jabir Al-Alwani fıkhî yorumunda (fetva) dikkatleri temsil meselesinin dışındaki boyutlara da çekmiştir. Tarihsel arkaplanı anlattıktan sonra Yüksek Mahkemeyi inşa eden Amerikalıların Hz. Muhammed’in tarihe ve insanlığa yaptığı katkıyı tanımanın ve kendisine saygının ifadesi olarak böyle bir kabartmayı yapmış olduklarını hatırlatarak, olumlu yaklaştığını ifade etmiştir. Müslümanlar olarak şikayet değil belki bu nezaket için teşekkür hissi taşıdığını ifade etmiştir.