TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Yanda Bataklık, Bir Yanda Yıldızlar

Bir Yanda Bataklık, Bir Yanda Yıldızlar

Yediğimiz yiyecekler bizi etkilediği gibi, düşüncelerimiz, bakışımız da bizi olumlu ya da olumsuz etkiliyor. Pencereden çamurlu bataklığa bakıp dertlenmek de var, yıldızlara bakıp ferahlamak da… 

Sonuçta âlemimize, hayatımıza neleri taşıyoruz, ömür heybemize neleri dolduruyoruz, yolumuzu nereye çeviriyoruz… Bu tamamen bizim tercihimiz.

Tamam karşılaştığımız olaylara hâkim olamıyoruz; aslında bu zaten gerekmez; fakat sonuç bizim tutumumuza bağlı, varacağımız nokta bizim seçtiğimiz yer, heybemize koyup koymamak bizim elimizde…

Şairin dediği gibi, “Yıldızlı semâlardaki haşmet, ne güzel şey.” 

Hayatta küçük dertlerden başka şeyler de yok mu!? Her şeyi çözmek zorunda değiliz ki… Bazen âlemin yıldızlar gibi hakikatlerine de nazarımızı çevirmemiz gerek. Nefsimizin yani kendimizin kuruntularından, yersiz endişelerinden, kısır hırslarından sıyrılmak gerek. Geylânî Hazretlerinin dediği gibi, bazen de “Benden bana ne!..” demek gerek. Hayatını, hayatından daha kalıcı, hatta daha değerli ve daimi olan manalarla düştüğü yerden kaldırmak gerek… Çünkü biz Allah içiniz, bunlar için değil… “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn.”

Böylece yine şairin dediği gibi “Yıldızların altında ibadet, ne güzel şey.” olduğunun zevkine varmak gerek…

Tam da bu noktada Bediüzzaman Hazretlerini hatırlayalım… Kur’an’a tefsir yazıyor diye hayatının 25 senesini hapishanelerde tutuklu olarak geçirmek zorunda bırakılmış, dışarıda olduğu sürelerde de akıl almaz muamelelere maruz kalmış. Bâki hakikatlere yönelmese, tutunmasa, dayanmasa kim bu baskılarla yaşayabilir. 

İşte böyle çilelere nasıl dayandığının sırrını, kardeşine dediği bir sözde buluyoruz:

“Abdülmecit!.. İnsan gökyüzüne ve yıldızlara şöyle bir bakar da, hiç kederi kalır mı?” 

İman nazarıyla bakınca her şey Allah’ı hatırlatır, her şey ulvî hakikatlere pencere olur. Bu pencereden de dünyanın bataklıkları değil, ulvî semalara bakan manzarası temaşa edilir. Ruhun ve kalbin seviyesinde, Allah’ın lütfuyla her şey insana huzur ve güç verir. 

Allah namına olunca her şey güzel olur; Allah için bakınca her şey yerini bulur.

Kendimizi gelip geçici olayların çekiminden kurtarsak, imanımızla muhatap olduğumuz ebedi hakikatlere yüzümüzü çevirsek… Dünya sayfasındaki olayların kelimeleri, satırları arasında kaybolmak yerine, olayları imanın üstün nazarıyla okusak… Hüznümüz ve kederimiz kalmayacak... Gelip, gidecek bulutlar gibi.

Zaten iman nazarıyla bakmayınca neyin anlamı kalıyor ki!.. Hayat, dünya, mevcudat, kâinat, olup bitenler, şahit olunanlar.. iman nazarıyla tam bir anlam kazanıyor. Yoksa en başta hayatın kendisi anlamsız bir koşturmacaya dönüyor; nereden gelip nereye gittiği belli olmayan hiçliğe doğru bir koşturmaca… Böyle imansız bir nazarla bakmayı yaşamayı kim ister!.. İsteyenlere ne demeli diyen mi var? Onlar akl-ı selim ile bakamadıkları, başka şeylerin etkisiyle hareket ettikleri için böyleler. Ancak herkesin aradığı Allah’ın Elçisinin (asm) getirdiği hakikatler. Gerçek başarıya ulaştıran Allah namına bakmak, Allah namına hareket etmek… Gerisi “küllü men aleyhâ fân.”

Bunu burada anlamak da ayrı bir nimet… Çok şükretmek, değerini bilmek gerek. Bor’un pazarı geçtikten sonra, öte tarafta gidilecek Niğde’nin pazarı da olmayacak. Tam bir iflas, telafi imkânı olmayan ebedi iflas… Allah muhafaza etsin.

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: 

“Herhangi bir iş Sevgili Peygamberimizi üzdüğü zaman, başını gökyüzüne doğru çevirir; ‘Subhanallahi’l-Azim,’ derdi.” (Her türlü kusurdan ve noksandan uzak olan büyük Allah’ım, Seni takdis ederim.) 

Buradan önemli bir hayat dersi alıyoruz. Nazarını küçük, fani, tutarsız olanlardan, yücelerin yücesi olan Allah’ın hikmetine, rahmetine, kudretine çevirmek… Olanda hayır vardır. Allah (cc) hikmetiyle, kudretiyle şerlerden hayırlar çıkarmaya kâdirdir; dilerse bunu da hayra çevirir. Onun rahmeti her şeyi kuşattığına göre, bu yaşadığımın da o rahmete uygun sonuçları mutlaka vardır; göremiyorsam olmadığı için değil, şimdi göremediğim içindir…

İman insanın nazarını daima yücelerin yücesi olana, her şeyin yaratıcısı ve tek hâkimi olana, her şey iradesi ve hükmü altında olana çevirir; insan, nefsinin kuruntularından sıyrılırsa, kalbinin ve ruhunun aradığını bulur. Zaten kalpler ancak Allah’ın o işteki dahlini, iradesini, hâkimiyetini hatırlamakla huzur bulabilir…