TR EN

Dil Seçin

Ara

Mayıs 2006

post-title

Mayıs 2006, 353

LALE ZAMANI

Neredeyse 150 yıl olmuştu ve lalenin İstanbullu bir çiçek olduğunu unutmuştuk çoğumuz. Lalenin İstanbul’a ne kadar çok yakıştığını da... Neyse ki, baharla birlikte İstanbul’un parkları, bahçeleri, gariban çimenlikleri laleler ile şenlendi. Fatih’in şehrine lale, ne de güzel yakıştı. Ancak şu fani felekteki her güzel şey gibi, lalelerinde tayin edilmiş bir ömrü vardı. Mayıs ayı ile birlikte o asil laleler, bir ay boyunca ‘akleden kalp’lere sundukları tefekkür şölenini, dimağlarda inanç ve defterlerde sevap bırakarak, toprağın kara bağrındaki soğancıklarına doğru çekilip gittiler, yerlerini başkaca güzelliklere bırakarak... 

Sanat-ı İlâhî, lale ayinesinde önce göründü, sonra da, bir sonraki bahara kadar gizlendi. Ama ne güzellik kayboldu, ne de o güzellikleri gören gözlerden kalplere yansıyan tesbih kelimeleri. Mü’minler Rablerinin sanatı karşısında, O’nu tesbih ederek, cennet bahçelerine ebedî laleler, hiç solmayacak güller, kokusu hiç azalmayacak sümbüller ve altın kalpli papatyalar ektiler. İşte bu yüzden, o güzel Rabbanî hediyeleri “Her işimiz tamam da bir lalemiz mi eksik kaldı” diyerek önemsemeyenler, yine yanılmış oldular. Bahçelerimizde çiçeklerimiz eksik olmasaydı eğer, belki de pek çok şey hiç eksik olmayacaktı bizden; şefkat mesela, sevgi mesela, incelik mesela, hoşgörü mesela... Çiçekler her baktığımız yerden bizlere Allah’ı anımsatacak ve her dem tazelenen imanımız, yaratılan hiçbir şeyi, Yaratan’dan ötürü, incitmemize engel olacaktı. Biz çok daha iyi insanlar olacaktık çiçekleri sevdikçe ve daha iyi insanlar oldukça, daha çok çiçek ekecektik bahçelerimize…

Bu ay sayfalarımızda İstanbul’un fethini yad ettik. Rahmetli Dr. Haluk Nurbaki Hocamızın, Mânânın Avucundaki Şehir: İstanbul adlı yazısı, Fatih ve fethin manevî boyutunu anlatıyor. Bu vesile ile, kendisini fatihalarla anıyoruz.

İbrahim Erdinç Şumnu, baldan tatlı üslûbuyla Elmas Belde’ye Giden Altın Yol’u tarif ediyor. Evet, “Bir gün gemiler dağlara tırmanmıştı denizden..”

Ümit Şimşek, bu sayımızda ki Âyetler ve İbretler’de, Nasıl Evliya Olunur? sorusuna cevap veriyor.

Ömer Sevinçgül ise, yine gençlerle ve onların sorunlarıyla baş başa. Büyük ve önemli bir soru(n), Ölümü Öldür de gel! adlı yazısında cevap buluyor kendisine...

Ömer Baldık, yakın zamanlara kadar, sinemalarda gösterimde olan ve büyük alâka gören Babam ve Oğlum filmi üzerinden, köyden kente göç gerçeğine ufuk açıcı bir okuma yapıyor, Köyden İndim Şehire adlı yazısında. Yine bu sayıda Amerikan Rüyası adlı kitabı ile, okurlarının karşısına çıkan Mücahit Bilici ile, kitap ve Amerika üzerine bir söyleşisi de var.

Selim Gündüzalp, güzel ve eski bir şarkının sözlerinden yola çıkarak kaleme aldığı Yıldızların Altında İbadet Ne Güzel Şey adlı yazısında “Çiçekleri ve yıldızları gören bir tek kişi, bütün bir şehir halkından önemlidir” diyor ve hem gözümüzü hem de kalbimizi, Allah’ın güzelliklerine doğru açabilmenin, manevî ikliminden bahsediyor.

Veli Sırım, medeniyetlerin de tıpkı yıllar gibi mevsimleri olduğunu söyleyerek kırılma noktalarına dikkat çekiyor.

Alaaddin Başar ise, Dolu Dolu Yaşamak emelinin içini nasıl doldurabileceğimize dair yollara ışık tutuyor.

Nihat Dağlı’nın, savaşlara ve bizi birbirimizle savaşmaya iten asıl güdücünün izini takip ettiği yazısının adı ise: Savaşmak Kader Değil.

Tekrar görüşmek ümidi ve duasıyla...

— Ergün Ür

Dergideki Yazılar