TR EN

Dil Seçin

Ara

Mücahit Bilici İle ‘Amerikan Rüyası’ Üzerine Söyleşi

Neden ‘Amerikan Rüyası’ ismini seçtiniz, tanıdık bir kavramla çıktınız okur karşısına?

‘Amerikan rüyası’nın hem Amerika’nın içinde hem de dışında sahip olduğu güçlü bir çağrışım var. Fakat bu anlamlar biraz farklı. İçindekiler için Amerikan rüyası, dışından gelmiş göçmenlerin eninde sonunda başarılı olup belli bir refah seviyesine ulaşması anlamına geliyor.

Amerika’nın dışındakiler için ise, Amerikan rüyası en az iki anlama geliyor olmalı. İlki, “Amerika gibi” olmak. İkincisi ise Amerika’ya gidebilmek. ..

Esasen Amerikan rüyası her ne kadar gerçekçi bir ideal gibi sunulsa da, neticede bir hülya, metaforik bir özlemdir. Kitaba bu başlığı seçerken her iki anlamın ortak taraflarını yakalamaya çalıştım. Bu arada bunun bir rüya olduğunu hatırlatmak istedim. Tabii bunu söylerken Amerikan rüyası hiç gerçekleşmeyen bir rüyadır demek istemiyorum. Gerçekleşme oranı son derece sınırlı bir idealdir. Politik sonuçları olan popüler kültürün abarttığı bir idealdir.

 

Başlıktan sözü açtım. Alt başlıkta belli bir ironi var mı peki?

Evet var. “Yeni Başlayanlar İçin” alt başlığını kullanırken bunun bir giriş mahiyetinde olduğunu ifade etmek istedim. Konunun Amerika’nın sahip olduğu büyü ile ilgisini de nazara vermek istedim.

 

“Giriş mahiyetinde” derken ne demek istiyorsunuz?

Giriş derken esasen bu kitapta sunulan fotoğrafın bir giriş fotoğrafı olduğunu söylemek istiyorum. Yani mutlak olmayan belli bir ân’ın, giriş ânının fotoğrafıdır bu kitap. Zaten onu ilginç kılan da odur. Çünkü hiç girmeyen için bir şeylerin ilginç olması söz konusu olmadığı gibi; girip tamamen kültürel olarak alışmış, yerleşmiş olanlar için de ilginçliklerin sayısı oldukça azdır.

 

Giriş ânı pencere açmak gibi birşey. Yaptığınız şey bana bir ‘kültürel tercüme’ gibi geliyor. Ne dersiniz?

Bir kültürü veya toplumu başka bir kültüre tercüme etmek, anlatmak... Evet, çok doğru. Esasen bu kitabın yaptığı bu. Vaktiyle, 1950’li yıllarda bir Amerikalı antropolog, Horace Miner ilginç bir yazı yazar. ‘Nacirema’ isimli bir kabilenin hayat şeklini anlatan bir yazıdır. O yazıda bu kabilenin inandığı büyüler ve egzotik hayat tarzları antropolojik dille anlatılır. Bir yerde geceleyin uyumadan önce evlerindeki özel bir bölmeye girip ağızlarının içine garip şeyler soktukları anlatılır. Okunduğunda ilkel bir kabilenin kültürel hayatını anlatan bir yazı olarak son derece ilginç gelir. Ama asıl ilginç olan şudur: Anlattığı Amerikalının hayatıdır. Çünkü Nacirema (American) tersinden yazılmış ‘Amerikalı’dır. Burada söz konusu olan şey şu: Bir toplumun kendi pratiklerini bile başka gözle görmesi mümkündür. Aşinalığı garipliğe çevirmek, sosyolojinin, garipliği aşina bir şeye çevirmek ise antropolojinin işidir diyebilirim. Bu arada ağızlarına soktukları o garip şey, basit bir diş fırçasıdır.

 

Amerika biz Türkiyeliler için zaten egzotik değil mi?

Evet bir ölçüde öyle. Yabancı bir kültürde her zaman egzotik unsurlar bulmak mümkündür. Fakat bu kitapta Amerikan toplumunu gözlemleme işlemine sadece bir Türkiyeli olarak başlamadım. Bu dışarıdanlığı, yabancı gözle bakmayı bir de sosyal bilim duyarlığı ile birleştirmeye çalıştım.

 

Peki bu zor olmadı mı? Çünkü bir de bunun üstüne, orayı bizim anlayacağımız bir dile tercüme etme çabası güdülüyor?

Zor olmadı diyemem. Çünkü bir taraftan Amerika’yı olduğundan daha basit ve daha kestirme yollarla anlatmak durumunda kaldım. Çünkü her harici tasvir büyük ölçüde indirgemecidir. Öbür taraftan, genel okurun Amerika hakkındaki bilgilerine ve şablonlarına yaslanarak Amerika’ya dair pencereler açma çabası kolay değil. Bu sebeple bu tür bir kültürü tercüme eden kitapların okuru diğer kültürün mensuplarıdır. Yapılan iş de bu yüzden biraz zordur.

 

Kitap ilk bakışta Amerika’ya gitmek isteyen birilerine Amerika’yı tanıtmak için yazılmış gibi. Fakat kitabı okuyunca sanki Amerika dışında yaşayanlara gerçek Amerika’yı tanıtarak onları bilgilendirmek, hatta Türkiyeliler için Amerika üzerinden onlara kendilerini anlatmak gibi bir çaba gözüküyor. Bu yoruma katılır mısınız?

Evet. Kitabın seslendiği okur ve seslenme şekilleri farklı seviyelerde. Bunu yapmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum, bunu okurlar takdir edecek. Fakat, burada Amerika’ya gitmek isteyenlere seslenmek birinci amacım değil. Amerika’yı bir toplum, coğrafya ve kültür olarak Türkiye toplumuna ve onun muhayyilesine nasıl tanıtabilirim? Hareket noktam buydu. Yani kimisi “Ah ne güzel, Amerika’yı anlatan bir kitap!” diye okuyabilir. Nitekim böyle Amerika’nın güzelliklerini anlatan yazılar okumayı umanlar biraz şaşıracaklardır. Bu kitap her ne kadar Amerika’yı tanıtsa da, neticede eleştirel bir kitap. Amerika’ya haksızlık etmeden onu eleştirmek istedim, içinde yine de, bir dizi eğlenceli ve ilginç konu var. Bunu da belirtmek lazım.

 

Amerika’nın Türk insanı için batılılaşma üzerinden bir çekim merkezi, ama yanı başımızdaki savaşın müsebbibi olması bakımından da bir itim merkezi olduğunu düşünüyorum. Bu kitabı yazma sürecindeki tecrübenize istinaden, bu Amerika imajının bizi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Türkiye’de Amerika’ya ilişkin ikili bir duygunun hakim olduğu doğrudur. Yani hem bir cazibesi var: Avrupa sonrası ve Avrupa ötesi bir modernliği temsil ediyor Amerika. Aynı zamanda bir itici tarafı var; o da bir imparatorluk olarak giriştiği işgaller ve yürüttüğü haksız savaşlar. Amerika imajı, Türkiyeli insanın gözünde bu iki kutup arasında gidip geliyor. İnsanların Amerika’yı takdir ettikleri taraflar, haklı olarak, Amerika’nın saldırganlık ve emperyal anlarında küçülüyor. Yanı başında Amerika’nın gereksiz yere başlattığı bir savaşın sonuçlarını hisseden Türkiyelilerin Amerika’ya ilişkin çok olumlu şeyler söylememesi çok normal.

Aslında kitapta Amerika’nın Türkiyeli insanın muhayyilesinde ne kadar etkili bir merkez olduğuna değiniyorsun. Türkiye’den kalkan uçakta bulunan ünlü ya da sıradan kimselerin uçakta ve havaalanında uçaktan indikten sonraki halleri mesela. Burada ünlü olan birisinin orada uçaktan indiğinde nasıl sıradan birisi haline geldiği, tam tersine burada sıradan birisinin uçakta kendisini nasıl seçkin biri hissetmeye başladığını düşününce, Amerika’nın bizim üzerimizdeki güçlü etkisi daha açık ortaya çıkıyor.

Burada dikkat çekmeye çalıştığım husus, Amerika’nın statü ve imtiyazla olan ilişkisidir. Yani eskiden ‘Avrupa görmeden adam olunmaz’ denilen batılılaştırmacı modernlik anlayışının ibresi artık Avrupa’dan Amerika’ya kayıyor. Amerika alternatif bir modernlik sunuyor. Bu açılardan ciddi özgürleştirici boyutları var Amerika tecrübesinin veya Amerika etkisinin. Öbür taraftan, bir imparatorluk olarak insanlarda gerçek veya algılanan (-mış gibi sanılan) bir imtiyaz üretiyor.

 

Amerikan Rüyası’nda Amerika’yı anlatma sadedinde, Afrika’dan köle olarak getirilen siyahi insanlar ile Müslümanlığın ilişkisini kuruyorsun. Ve bizim bilmediğimiz bir şekilde, o insanlar ile Müslümanlık arasında varolmuş bir birliktelikten haberdar oluyoruz. Sizce Amerika’nın geleceğinde İslâm’ın yeri ne olabilir? Sanırım doktora teziniz de bu konuyla ilgili...

Amerika’ya ilişkin bilgilerimiz çok sınırlı olduğu için Amerika ile İslâm arasındaki ilişkinin yeterince farkında değiliz. Afrika’dan Amerikan kıtasına götürülen kölelerin yüzde 12-15’lik bir oranının Müslüman olduğu tahmin ediliyor. Kölelik tecrübesi gerçekten de çok ilginç bir tecrübe. Çünkü toplum halinde değilsin. Hür değilsin. Okuma yazma bilmek veya öğrenmek ‘yasak’. Temel insan hürriyetinin, toplumun ve eğitim hürriyetinin olmadığı bir ortamda bir dinin kendini yeniden üretmesi mümkün değildir. O yüzden, Müslüman kölelerin İslâmiyeti bir iki kuşak içinde kaybolmuştur. Fakat Amerika’nın kuruluşunda Müslümanların da harcının olduğu kesindir. Günümüzün Amerikalı Müslümanları (siyah, beyaz, latino) hepsi bu mirasa atıfta bulunuyor ve sahip çıkıyorlar.

 

Amerika’da İslâm’ın mevcut durumu ve geleceğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Amerika’nın iyi taraflarından biri, insanların açıklığıdır. Belli bir sayıda ve zihni seviyede bulunan her azınlık grubu Amerika’ya kendini anlatabilir, kendisini Amerikan mozaiğinin bir parçası haline getirebilir. Bu, Amerikalı Müslümanlar için de geçerlidir. 11 Eylül sanılanın aksine, Müslümanların entegrasyonunu hızlandırmıştır. Dolayısıyla, Amerikalı Müslümanların geleceğinin olumlu olduğunu düşünüyorum. Ancak dış politika ve terör söyleminin içerideki yankıları onların çabalarına her zaman ket vurabilir. Şimdiki neo-con kadronun iktidardan uzaklaşması hem Amerika’nın hem de dünyanın yararına olacaktır.

 

11 Eylül’den sonra Amerika dışındaki dünya, özellikle Ortadoğu, çok saldırgan bir Amerika’yla yüz yüze geldi. Senin gözlemlerine göre Amerika’da mevcut olan ‘zihin açıklığı’nın, zaman içinde Amerikan politikalarını daha mutedil bir noktaya çekmesi mümkün olabilecek mi?

Aslında bütün gürültü içinde kaybolan, görünmeyen bir boyuttur ve çok önemlidir. Bugün Amerikan siyasetine yön veren, belli bir ideoloji ile hareket eden bir gruptur. Hristiyan kıyametçileri (evanjelikler) ve neo con denilen milliyetçi ve iktidara tapan bir ekipten oluşuyor. Amerika’nın içinde toplumun çok ciddi bir kesimi “yeter bu kadar da olmaz!” deme noktasında ve bu dalganın neticede mevcut yönetimi değiştirme potansiyeli var. Yani, Amerika’nın içinde de bir savaş var. Özetle Amerika’da hür vicdanlar, şefkat sahibi insanlar ve gruplar var. Bunların varlığı bir ümittir. Ancak değişimin ne kadar zaman alacağını kestirmek zor. Savaş ve korku dönemleri despotların sevdiği zamanlardır. Bir düşünürün dediği gibi, “vatanseverlik bir alçağın son sığınağıdır.”

Netice itibariyle iki Amerika var. Biri, kapitalizmin ve yeni sömürgeciliğin Amerikası. Diğeri, başta dinî hürriyet olmak üzere genel anlamda hürriyetçi Amerika. Savaş dönemlerinde ikincisi ortadan kaybolabilir veya görünmez derecede marjinalleşebilir. Fakat iki Amerika olduğu gerçeğini unutmamalı ve Amerika’yı ikinci haline davet etmeli diye düşünüyorum.

 

İnsani bir damara sahip olduğunu söylediğiniz ikinci Amerika üzerinde duralım biraz. Yanlış hatırlamıyorsam, bir bölümde Amerika’da aşk ve hüzün gibi çok insani ve temel duygulara pek yer olmadığını ifade ediyorsunuz. Çünkü çalışmaya şartlanmış Amerikalının bu duygulara ayıracak vakti de yok, psikolojisi de müsait değil. Peki bu bir bunalım işareti değil mi?

Bence insanoğlu son derece elastiki bir varlık. Fıtratın açık tutulmuş olması, yani duygulara (vahiy olmadan) sınır konmamış olması gibi faktörler gösteriyor ki, insanoğlu çok farklı ortamlara, şartlara adapte olabiliyor. Dolayısıyla, her toplumun kendi içindeki dinamikler içinde insanlar varoluyorlar. Bazen dışarıdan bunalım veya çekilmez gibi görünen kimi unsurlar, o toplumun bütünlüğü içinde bakılınca sanıldığı kadar ‘dayanılmaz’ olmayabiliyor. Burda da yine bir tercüme sorunu yaşanıyor. Başka kültürü tarif ederken o kültürü indirgemeci anlama riski... O yüzden, hemen şunu söyleyeyim: Amerikan toplumunun ciddi sorunları var, arayışları var. Fakat “buhran içinde yüzüyorlar ve bizler onları kurtarmalıyız” diye bir düşünce içine girmek yanlış olur. Amerikan toplumu ile iletişim kurmalı, tanımalı ve onlara kendi mesajımızı aktarmalıyız. Bence bizim yaklaşımımız bu olmalı.