TR EN

Dil Seçin

Ara

Sami Uslu İle “Esnafın Bugünü Ve Geleceği” Üzerine Bir Söyleşi / Röportaj

Esnaf kelimesi, son yıllarda ‘işleri iyi gitmeyen’ birilerini akla getirmeye başladı. Acaba gerçekten böyle mi; yoksa bu ifadeler maksatlı olarak mı dolaşıma sokuluyor? Dünyanın genel gidişatı, küçük esnafın yok olacağı bir noktaya doğru mu yol alıyor? Değilse, bu yeni dünya düzeninde esnaf, nelere dikkat ederek ayakta kalabilir? Tüm bu sorulara cevap bulabilmek için iktisat alanında oldukça geniş bir deneyime sahip olan yazarımız Sami Uslu ile konuştuk. Kendisi sözden oldukça tasarruf etse de, verdiği cevaplarla meselenin temel noktalarını aydınlığa kavuşturuyor.

 

Esnafın kan ağladığı, siftah yapmadan kepenk indirdiğine dair haberler son yıllarda epeyce yaygınlaştı. Siz bu durumu nasıl okuyorsunuz? Acaba sermayenin giderek daha belirleyici olması ve küçük esnafa yaşama şansı bırakmaması gibi bir nedenden bahsedilebilir mi, yoksa nedeni başka yerde mi aramalıyız?

Başlıca neden küreselleşmenin sonuçlarından birisi olan süpermarketleşme trendi. Büyük sermayenin küçüklere hayat tanımak gibi bir derdi yok, olamaz. Kapitalist liberal sistemde sadece güçlüye yer vardır. Dolayısıyla, esnaf da birleşerek, siyasi baskı oluşturarak, medyayı lehine kullanarak bir güç oluşturmalıdır. Bir de, esnaf ve temsilcileri; öz eleştiri yaparak, noksan ve yanlışlarını olabildiğince gidermek zorunda. Ne yazık ki, sızlanarak ve devletten umarak bir yere varmak olanaksız.

 

Yine de, az bir sermaye ile iş kurulabilmesi, ticaret hayatına sadece büyük sermaye sahiplerinin değil, küçük esnafın da katılabilmesi anlamında bana önemli gözüküyor. Çünkü bu, ücretli işçiliğe göre insanları daha özgür kılan bir konum.

Esnaflığın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Biz bu filmin aynısını 1970’li yıllarda konfeksiyonculuğun gelmesi ve terziliğin gerilemesinde gördük. Konfeksiyon sanayi nasıl engellenemez bir gelişme idiyse, süpermarketleşme de öyle. Her sokakta bir terzi varken, terzilerin çoğu kapatmak zorunda kaldı. Ama altını çizmek istediğim bir husus var. Terzilerin bir kısmı yaşamını sürdürdü, hâlâ sürdürenleri görüyoruz. Kaliteli iş yapanlar, giyimdeki yeni modalara ayak uydurabilenler ticareten yaşıyorlar ve yaşamaya devam edecekler.

Yani, yeni ekonomide de esnaflar olacak, ama kesinlikle daha büyük ölçekli işletmeler şeklinde, daha kaliteli hizmet sunarak, daha müşteri odaklı olarak çalışacaklar. Ayak uyduramayan çoğunluk silinecek. Bayan giysisi satıp, tıraşsız dükkanına gelenler, temiz ve lezzetli yemek sunamayan lokantacılar, balığı pis suyla yıkayan balıkçılar, müşterinin karşısında ağzını bir karış açıp yemek yiyen bakkal, küçük marketçi, saç sakal tıraşını en kısa sürede bitiremeyen berber piyasadan tabii ki silinecek.

İşinin uzmanı olabilen, müşterisiyle diyalog kurabilen, müşteri istek ve ihtiyacını doğru okuyabilen esnaf eskisinden bile daha güçlü şekilde varlığını sürdürebilecek.

Yeni ekonomide müşteriler, alıcılar daha talepkâr, daha nazlı. Çünkü her mal ve hizmette alım alternatifleri fazla. Bu yüzden de müşteri bağlılığı kavramı zayıflıyor. Herkes menfaatini azamiye çıkarmak peşinde. Helal fiyat kavramının yerleşmediği ticaret hayatında başka türlüsünü beklemek gerçekçi değil.

 

Eskiden alışverişin büyük kısmı, pazarlarda ve belli günlerde yapılırdı. Şimdi ise kentin her santimetrekaresi, ticaret ilişkilerine ayrılmış gibi bir görünüm arz ediyor. Hayatın bu kadar alım-satım merkezi haline dönüşmesi, insanların nefsine hitap ederek tüketimi sun’i olarak kamçılamıyor mu?

Tüketim çok yönlü olarak tahrik ediliyor. Reklamlar, televizyon, radyo, kredi kartları, dev alışveriş merkezleri, tüketimin statü sembolü olması gerçek ihtiyaçlarla alakasız bir istek humması yaratıyor insanlarda.

İsrafın kötülükleri artık, çevre kirlenmesi, atık sorunu, küresel ısınma şeklinde iyice kendini hissettirmeye başladı. Okutulan ve uygulanan ekonomi öğretisi, kaynakların çarçur olmasına yol açtı.

 

Kapitalizmin her şeyi ranta dönüştürmeyi amaç edinen bir iktisadî felsefe olduğunu biliyoruz. Bu felsefe paraya, insandan daha fazla değer veriyor. Bazı reklamlarda buna dair örnekler de boy göstermeye başladı.

Mesela bir pencere reklamında evin hanımı, bir pencereye bir de kocasına bakıp, kocasını pencereye yakıştıramıyor. Veya bir ankastre mutfağa sahip olmanın gereği, güya asrî kadın olmaktan, açılıp saçılmaktan geçiyor. Her ikisinde de belirleyici olan, mal oluyor. Buradan, kapitalizmin biçtiği ‘insan modeli’ hakkında bir ipucu çıkarabilir miyiz?

Kapitalizmin dizayn ettiği insan modeli “homo economicus (ekonomik insan)” olarak adlandırılır. Bu insan sadece kişisel yararını maksimize etmeye çalışır. Hiçbir sosyal, insanî endişe taşımaz. Kendisi kazanırken, başkalarına ne olduğuyla ilgilenmez. Manevi yönü sıfırdır, isteklerinin hiç sonu gelmez.

 

Hazreti Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde, hemen mescit, okul (ehl-i suffa) ve pazarı düzenliyor. Bunlar insandaki kalp, akıl ve mideye karşılık geliyor. Akıl ve kalpten bağımsızlaşan bir pazar, kendi tabiatı gereği, her şeyi pazarlamaya başlıyor.

Mesela fazla enerji tüketiminin yerkürenin sonunu getireceği aklen sabit ve delilleri görünmeye başlamış olmasına rağmen, ‘mide medeniyeti’ üretim-tüketime devam ediyor. Pazarı akıl ve kalp ile buluşturmada geç mi kaldık, ne dersiniz?

Bu duruma emtialaşma (mallaşma) deniyor. Her şeyin değeri, pazarda fiyat mekanizmasıyla belirleniyor. Her şey ticarileşiyor, ticari olmayan hiçbir şeyin değeri olmuyor. Üretim çarkları sahte ihtiyaçlar için dönüyor ve doğayı tahrip ediyor.

Artık çok geç demek istemem. Çünkü tabiatın (Allah’ın izniyle) kendini çok çabuk onardığını da biliyoruz.