TR EN

Dil Seçin

Ara

Temmuz 2008

post-title

Temmuz 2008, 379

Sevgili Dostlar,

Temmuz, çöl sıcaklarıyla birlikte geldi. Profesör Mikdat Kadıoğlu’nun dediğine göre, dünyada küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri çok ciddiye alınmalı. Son dönemde neredeyse bütün haber bültenlerinde kendisine yer bulan kene gibi haşeratların artışı da, Kadıoğlu’na göre, aynı sebepten kaynaklanıyor. İklimin sıcaklaşması, kene gibi haşeratların artmasına yol açıyor.

Ve haşeratla mücadelenin çözümü, sanıldığı gibi, kaba ilaçlamadan geçmiyor. Hatta yapılan ilaçlama, keneleri yok etmediği gibi, keneleri yiyen diğer böceklerin ölmesiyle sonuçlanıyor. O yüzden, artık tabiata ait problemleri, yine tabiatın kendi dengesi içinde çözmeye çalışmak zorundayız. Mesela, haşeratla beslenen kuşlara, bundan sonra, gözümüz gibi bakmamız gerekiyor sağlığımızı korumak istiyorsak.

Küresel ısınmanın tek sonucu haşerat değil elbette. Kadıoğlu, yaptığı açıklamalarda, buzulların erimesinin de yeryüzündeki hayatı büyük oranda etkileyeceğine vurgu yapıyor. Buzulların erimesiyle deniz suyunun birkaç santimetre yükselmesi, zannedildiği gibi, sadece kara parçalarından birkaç metre kaybedeceğimiz anlamına gelmiyor. Çok daha tehlikeli bir sonucu var bunun; o da nehir sularının tuzlanması, başka bir ifadeyle, kullanılamaz hale gelmesi.

Çevreci kuruluşlar, deniz suyunun yükselmesi sonucu içme sularının tuzlanmasının, mesela, Mısır’da hayatı allak bullak edeceğine işaret ediyorlar. Yüzyıllardan beri, sadece Mısır değil, Afrika’nın hayat damarlarından biri olan Nil’in suyunun deniz suyuna dönüşmesi, o bölgelerde yaşamı geri dönülemez biçimde etkileyecek. Ve dünyada belki de kavimler göçü döneminde olduğu gibi, yeni göçler meydana gelecek.

Uzmanlar, küresel ısınmanın yol açacağı büyük dönüşümler için birkaç yıl önce 2080 yılını baz alırken, bugün bu tarih 2030’lara kadar çekilmiş durumda. Maalesef, önümüzdeki tablo bu.

Yeryüzünde meydana gelen bu yeni değişimler, eskiden hararetle tartıştığımız pek çok konuya da artık farklı açılardan bakabilmemizi mümkün kılıyor.

Onlardan biri, ilerleme mesela. 250-300 yıldır ilerleme, gelişme kavramı onca tartışmaya rağmen çözümsüz kalan bir konuydu. Aydınlanma ve Sanayi İnkılabı’nın yol açtığı teknoloji destekli ilerleme, neredeyse, ‘mutlak iyi’ derecesinde yüceltildi yüzyıllar boyunca. Aksine bir söz söylemeye hiç kimse cesaret edemez hale getirildi. “Ya biraz yavaşlayalım, ne yaptığımızı, nereye gittiğimizi iyi düşünelim.” diyen biri, hemen uygarlıktan nasibini almamış bir gerici olarak yaftalanıyordu. Fakat bugün, bu ithamın o kadar kolay yapılabileceği bir manzara yok ortada.

Belki de Batı uygarlığının gerçek bir muhasebesinin yapılacağı bir döneme giriyoruz. Bana öyle geliyor ki, yaşanan çevre felaketleri arttıkça, “Ya atlar develer varken, şu arabayı icat etmemiz şart mıydı?” diye soru soran ve ona katılan pek çok kişi dahi olacak. Hatta at ile araba karşılaştırması yapıp, at ile insan arasında kurulan psikolojik ilişkinin, metal araba ile kurulan mekanik ilişkiden ne derece üstün olduğu da dile getirilecek.

Hele, şu uygarlığın çevre üzerinde yaptığı tahribat biraz daha yakından hissedilsin... Söz konusu hayıflanmaların, suçlamaların sayısı çok daha artacak. İşte o zaman, Batı uygarlığının kendi meşruiyetini üzerinde bina ettiği teknolojik ilerleme ve insanlara sunduğu konfor, bir anda, bütün prestijini kaybedebilir. Her şey, insanların konfor uğruna çevre üzerinde ne büyük cinayetler işlenmiş olduğunu teninde hissetmesine bakıyor.

Bana sorarsanız, Batı uygarlığının en büyük hatası, dünyayı bir betonarme ev gibi kaba ve sağlam zannetmesiydi. Sanki ne kadar yağmalanırsa yağmalansın, “bu dünyaya bir şey olmaz” kanaati vardı akıllarda.

Ne kadar atık bırakılırsa bırakılsın, nehirlerin kirlenmeyeceği düşünülüyordu mesela. Akan su, kir tutmaz ya!

Ne kadar gaz salınırsa salınsın, hava kirletilemezdi. Sanki onca kirliliği atmosfer soğurabilirmiş gibi!

Ne kadar avlanma olursa olsun, hayvan türlerinin yok olmayacağı zannediliyordu. Nasıl olsa, üreyebiliyorlardı ya!

Ama bu kaba bakış, yeryüzündeki ince nakışlı yaratılış eserlerinin kimyasını bozmaya yetti de arttı bile.

Oysa, uzun sahiller boyunca dikilen beş yıldızlı otellerin ışığından sahildeki karetta karetta’ların zarar göreceğini dahi hesap etmek gerekiyordu. Çünkü bu güzel canlılar, denizde yansıyan ışığa yönelerek suya ulaşıyorlardı. Ama otellerin göz alıcı ışıklarına yönelerek, bir bakıma, doğmadan ölüm yolculuğuna çıkmış oldular.

Bu gibi sayısız hassas denge üzerinde yükseliyor yeryüzünde hayat. Ama imansızlık ve şükürsüzlükten beslenen insan açgözlülüğü, tüm dengeleri tarumar etti, neticede hayatı tehdit eder hale geldi.

Umarım, kalan vakitte aklımızı başımıza almayı başarabiliriz. Bir sonraki ay buluşmak dileğiyle...

Dergideki Yazılar