TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayat Bir Ümittir

İbrahim Aleyhisselam içinden: “Ben halkın en merhametlisiyim” demiş. Allah, bu sözü üzerine, onu yükseklere çıkarmış. İbrahim Aleyhisselam oradan yeryüzü halkına bakmış. Onların yaptıkları amelleri görünce; “Ya Rab! Yerin dibine geçir şunları!” demiş. Rab Teâlâ: “Ya İbrahim, ben kullarıma senden daha çok merhametliyim. Belki tövbe edip, dönüş yaparlar diye onlara süre veriyorum.” buyurmuş.

 Avf, Kasame b. Züheyr’den rivayet ediyor.

 

Mahallemizde sevdiğim bir baba dostumuz var. İsmini de bilmem. Biz ona “Kaptan Amca” deriz. Güngörmüş, inançlı ve kültürlü birisi. Uzun yıllar gemilerde kaptanlık yapmış, dünyanın dört bir yanını böylelikle dolaşmış. Sohbetine doyum olmaz. Zelzelede evi yıkılınca, küçücük bahçesine Rabbim güzel bir ev yapmayı da nasip etti.

Bir gün bisikletimle yeni evinin önünden geçerken selamlaştık. Hoşbeşten sonra beni bahçesine davet etti. “Gel sana bir şey göstereceğim.” dedi. Meraklandım doğrusu, çünkü Kaptan Amcanın sürprizleri çoktur. Beni, bir ağacın altına götürdü. “Bak bu kiraz ağacının bir kısmını yeni evin planına uymak için kesmemiz gerekti. Gönlüm hiç razı değildi. Ama başka da çaremiz yoktu. Ağlaya ağlaya kestim. Ve Rabbime dedim ki; ‘Bu kestiğim kiraz ağacının aynısından tam dokuz tane dikeceğim bu bahçeye, ne olur izin ver, o ağaçların yetiştiğini göreyim. Hatamı telafi edeyim’ dedim. Rabbim duamı kabul etti ve iki üç seneye kalmaz onların da meyvelerini yiyeceğiz inşaallah. Bak neredeyse yetiştiler.” dedi. Diktiği dokuz ağacın bana tek tek yerlerini gösterdi. Hayranlıkla izledim ve dinledim kendisini. Kaptan Amca yaman adamdır. Sözünün eri ve ümitli bir insandır.

Hayatta en çok sevdiğim şeylerden biri de böyle ümit dolu, gayret dolu insanlarla sohbet etmektir.

Gerçekten ümit, Rabbimizin bizlere en büyük bir nimetidir. Kur’an’da belirtildiği üzere; “Rabbimin rahmetinden, büsbütün yolunu şaşırmış olanlardan başka ümidini kim kesebilir ki?” (15:56) buyuruluyor. Ümitli olmak bir emirdir ve ümidini kaybetmemek ise bir duadır.

İnsan nefsinin bir şeyi özenerek ve isteyerek beklemesine biz “ümit” diyoruz. Dilerim içinizdeki ümit kuşu hiç susmasın, sonsuza dek şakısın inşaallah.

İnsanda ümit olmasaydı, hangi işi yürür, hangi hedefe doğru gidebilirdi ki? Kendi aramızdaki ilişkilerden ve işlerden tutun da, Yüce Allah’ın bütün vaatlerine kulak verip inanmamız hep ümitledir.

Eğer çiftçide bir yarın ümidi olmasaydı, güneşin altında o kadar didinip durur muydu? Öğrenci, hocalık şerefine ulaşmak ya da gerekli bilgiyle donanıp hayata atılıp insanlığa faydalı olmak ümidi olmasaydı, onca yıllar göz nuru döker miydi? Hangi çırak elindeki sanatın sayesinde bir yerlere gelip kazanmak ümidi olmasaydı, ustasının kahrını çeker miydi hiç?

Elhasıl dünyada ümitsiz ve gayesiz bir insanı boşuna aramayın, bulamazsınız. Hatta ümidim yok, artık bittim tükendim diyenlerin bile sözlerine pek kulak asmayın. Hepsinin içinde gizli ümitler vardır yarınlar için. Yaptığı iyiliklerin ve hayırların, ahirette de olsa mükâfatını görme arzusu bile bir ümit değil de nedir? Bu dünyada ümit satıp para kazananlar dahi yok değil. İşte medyumlar, falcılar; işte astrolog denen şarlatanlar ve üfürükçüler vs.

Kur’an’da pek çok ümit ve rahmet ayetleri vardır. Bunlardan bir kısmını okuyalım:

“Kullarıma, acıyan, esirgeyen, gerçek bağışlayıcının Ben olduğumu anlat; en can alıcı azabın da Benim azabım olduğunu.” (15/49-50)

“Rahmetim her şeyi kaplamıştır.” (7/156)

“Bilin ki Allah, kişinin kalbine ondan daha yakındır.” (8/24)

“Rabbinizden, günahlarınızın bağışlanmasını dileyin, çünkü O kuşkusuz bağışlayıcıdır.” (71/10)

“Allah, gerçekten günahları affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” (58/2)

Evet Kur’an’da daha böyle nice sayısız ümit, rahmet ve müjde dolu ayetler vardır. Yeter ki, Kur’an-ı Kerim’i Allah’ımızın en son ve en yüce kitabı bilip, güzel huylar kazandırmak için gönderildiğini bilelim. Yoksa sadece yazılı olan sureleri ve ayetleri kaidesiyle okunsun diye değil. Kur’an’ı ebedî bir hayat kitabı bilmekle Onun sırlarına yaklaşmış oluruz.

Mal mülk hepsi de bu hayatın rahat geçmesi içindir; ama hayat asla mal toplamak için değildir. Amaç ve araç yer değiştirdiğinde, ümitsizlik, sıkıntı ve ruhî her çeşit hastalık kendini göstermeye başlar. Bu böyledir. Dünya madem fanidir, fani dünyada bu kadar değerli bir varlık olan insanın işi nedir? İşte bütün mesele onu bilmek, onu bulmaktır.

İnsan o kadar kıymetli bir varlıktır ve Allah, insana o kadar değer vermiştir ki, parmak uçlarına kadar her bir insanı farklı kılmıştır. Her insanın değeri ayrıdır. Birinin yerini asla bir başkası dolduramaz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Bu kâinatın en mükemmel meyvesi, neticesi ve gayesi insandır.”

İnsan yaptığı bir eseri severse, bir anne yavrusunun üzerine titrerse, Allah (c.c) yarattığı insanı nasıl sever bir düşünün, bin söyleyin... İnsanın bunu anlaması ve taşıdığı o yüksek değeri kavrayabilmesi için yaratılışına yönelmek, Yaratanına dönmek zorundadır. Onu kim böyle şefkatle yaratmış ve terbiye etmişse, onu bulmaktır yegâne görevi insanın, onu tanımaktır. Bakın Kur’an’da Rabbimiz ne buyuruyor:

“Allah (c.c) sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye kulak, göz ve kalp vermiştir.” (Nahl, 78)

Evet insan kalbini güçlendirmeli ve takviye etmelidir. Kalp duyguların merkezi ve kumandanıdır. Kalbini güçlendirdiği nispette vücudunda söz sahibi olabiliyor insan. Dilerseniz, İmam Gazali’yi dinleyelim:

“Bilmiş ol ki, bedenin her organı, kendine özgü belirli bir iş için yaratılmıştır. Hastalığı ise, hangi iş için yaratılmışsa onu yapmamasıdır. Ya o işi hiç yapamaz ya da zorla yapabilir. Örneğin elin hastalığı tutamamak, gözün hastalığı görememek gibi şeylerdir. Bunun gibi kalbin hastalığı da hangi iş için yaratılmışsa onu yapamamaktır. Kalp; ilim, hikmet, marifetullah, Allah sevgisi, Allah’a kulluk, Allah’ı anmaktan zevk almak, Allah’ı tüm arzuları üzerine tercih etmek ve tüm şehevî arzularına karşı Allah’tan yardım dilemek için yaratılmıştır. Nitekim, Allah şöyle buyurmuştur: ‘Cinleri, insanları, Ben, ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım.’ Her organın bir yararı vardır. Kalbin faydası, hikmet ve marifet sayesinde insanı hayvandan ayırmaktır.

Evet, kul, rahmet yağmurunun inmesi için önce kalbinin yabani otlardan temizlenmesine çalışacak ki, o kalbinde ekilen tohumdan istenilen ürünü elde edebilmiş olsun. Ümit de bunlardan biridir. Aksi halde insan ümitsizlik girdabında boğulup gidebilir. Hz. Peygamberimizin (sav) o ümit dolu, şefkat dolu sesiyle, Senden diliyoruz ve Senden dileniyoruz:

“Allah’ım gazabından rızana, azabından afiyetine ve Senden yine Sana sığınırım. Allah’ım, Seni hakkıyla yüceltmekten acizim. Sen, kendini övdüğün gibisin. Allah’ım, isminle ölüp, ismini anarak dirileyim. Ey göklerin, yerin ve her şeyin Rabbi ve Maliki olan Allah’ım, tohumu yarıp bitkileri bitiren, ağaçlar için çekirdeği yaratan, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’ı indiren Allah’ım, kötülerin kötülüğünden ve bütün canlı varlıkların zararlarından Sana sığınırım. Evvel Sensin, Senden önce bir şey yoktur. Ahir Sensin, Senden sonra bir şey yoktur. Zahir Sensin, Senden aşikâr olan yoktur. Bâtın Sensin, Senden saklı olan yoktur. Allah’ım, beni Sen yarattın ve Sen öldüreceksin. Hayatım da Senin, ölümüm de Senindir. Öldürdüğünde mağfiret ederek öldür, yaşatırsan beni her türlü tehlikeden koru. Allah’ım, dünyada ve ahirette Senden af ve afiyet dilerim.” (Buhari, Müslim, Nesei, Tirmizi)

Evet ümit, hayatın içinde yepyeni bir hayattır. Ümitsiz bir hayat ise, ölümün ta kendisidir. Ümit dalına ve duasına tutunan bir insan, ne sarsılır ne de yıkılır. Çünkü hayat her an yeniden yaratıldığına göre, her an yeni bir imkân, yeni bir doğuş söz konusudur. Bu, Allah’a inanmanın dünyadaki acil bir mükâfatıdır. Madem Allah var ve rahmeti her şeyi kuşatmıştır ve her şey O’nun hükmü ve tasarrufu altındadır, o halde mü’minin dünyasında keder, üzüntü, karanlık, ümitsizlik olmamalıdır.

Her sabah yuvalarından meçhul gibi görünen, ama aslında mukadder olan rızklarını aramak için ümitle yola çıkan kuşlar gibi biz de güne ve hayata ümitle başlamalıyız. Şevke, ümide doğru kanatlı günlerimiz olsun, içimiz neşeyle, inançla ve ümitle dolsun.

Son söz Rabbimizin olsun. Sözün özünü, özün sözünü yine Kur’an söylesin:

“...Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Doğrusu Allah, bütün günahları bağışlar...” (Zümer, 53)