TR EN

Dil Seçin

Ara

Hamza Tekin’le Kurban Tartışmaları Üzerine Bir Söyleşi / Röportaj

Bildiğiniz gibi her Kurban Bayramı arefesinde bir fırtınadır kopuyor. Hayvan hakları savunucularından, laik-ultralaik koroya kadar pek çok kesimden itiraz ve şikâyet sesleri yükseliyor. İş bunlarla sınırlı kalmıyor, daire içinden de farklı ses ve yorumlar yükseliyor zaman zaman. Burada da, kurbanın sembolik bir ibadet olduğundan, kurban kesmenin şart olmadığına kadar son derece keskin cümleler duyabiliyoruz. Biz de bu sayımızda dinî kaynaklara vukufiyetiyle tanınan Hamza Tekin hocamıza bu argümanları sorup konu hakkında hem kendimizi hem de sizi bilgilendirmek istedik.

 

Öncelikle kurban ibadeti ne zaman emrolundu? Hz. İbrahim’den önce de kurban var mıydı? Yanlış hatırlamıyorsam, Kabil ve Habil’in de Allah’ı memnun etmek için kurban kestiğinden bahseden ayetler var. O kurban başka mıydı? Diğer toplumlara da kurban emredildi mi?

Kurban bir ibadettir. Allah’a yaklaşma yollarından biridir. Vahye dayanan tüm dinlerde ilahî rızaya yaklaşmak için yapılması gereken ibadetler bildirilmiştir ve bunlardan biri de kurban ibadetidir. Tüm semavî dinlerde bu ibadetin var olduğunu biliyoruz. Hatta bâtıl ve uydurma şirk dinleri dahi bu ibadeti oradan kopya ederek kendi bâtıl ilahlarına yaklaşma aracı olarak kullanıp onlara çeşitli kurbanlar sunma ritüelleri geliştirmişlerdir. Onun için kurban köklü ve tüm dinlerde var olan bir ibadettir. Yüce Kitap bunu bize Âdem’in iki oğlunun Yüce Rabbe sundukları kurbanı bildirerek haber vermektedir. Şöyle buyurur: “Oku onlara Âdem’in iki oğluna ait gerçek haberi. Hani onlar, Allah’a yaklaşmak için kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmişti, öbürününki kabul edilmemişti ve o, seni mutlaka öldüreceğim demişti ona, o da demişti ki: Allah ancak, kendisinden çekinenlerin kurbanını kabul eder.” (Maide, 27)

Bir hadis-i şerifte nakledilir ki: “Allah Teâlâ size iki Âdem oğlu ile bir darb-ı mesel getirdi, bunun hayrını tutun, şerrini bırakın.” Şöyle ki: Bir zaman iki âdemoğlu birer kurban sunmuşlardı da, her nedense birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemiş idi. ‘Kurban’, örfümüzde Allah’a yaklaşmak için kesilen kurbanlığa denirse de, asıl mânâsı Allah’a yaklaşmak için sunulan herhangi bir şey demektir. Bu mânâ, gerek kurbanlık ve gerek diğer sadakalardan daha geneldir.

 

Yani Kur’an’da açık açık kurban kesme emri olduğunu söyleyebilir miyiz? Kevser Suresi’ndeki “kurban kes” emri sarih midir? Bazıları bu ifadenin “Hüseyin”e işaret olduğunu söylüyor.

Evet söyleyebiliriz. Tefsircilerin beyanına göre Kevser Suresi’ndeki o emir açıktır. Onun Hüseyin olduğunu söylemek bâtinî ve karmatî bir yorum ve tefsirdir. Asla doğru değildir. Sarih olan lafzı eğip büküp başka mânâlar vermektir. Fıkıh kitaplarımızda kurbanın meşru olmasının delilleri şöyle sayılır:

Kurbanın ‘udhiyye’ meşruiyeti: Kurban kitap, kavlî ve fiilî sünnet ve ümmetin icmaı ile meşru kılınmış bir ibadettir. Kitaptaki delili şu ayet-i kerimedir: “Rabbine kulluk et ve kurban kes.” (Kevser, 2)

Burada ‘Venhar’dan maksat ise kurbandır. Enes diyor ki: Yüce Resul kurbanını kesip öyle namaz kılardı. Bu ayet geldikten sonra, namaz kıldıktan sonra kurban kesmekle emrolunmuştur. Bu, müşriklerin yaptığının tersini yapma emridir. Çünkü onlar Allah’tan başkasına secde edip, Allah’tan başka putlar adına kurban kesmekte idiler. Nitekim Yüce Rab bunu reddederek buyurur ki: “Allah’ın adı zikredilmeyen şeyden yemeyin; çünkü bu bir fısk hâlidir.”

Fiilî sünnetten deliline gelince: Sabit ve var olmuştur ki Allah Resulü kurban keserdi ve bu kurbanı bizzat kendi eliyle kesmiştir.

Mesela, Buharî Enes’ten gelen rivayete göre, “Enes dedi ki, “Allah Resulü güzel, yakışıklı, gösterişli ve boynuzlu iki koç kurban etti. Ayaklarıyla yanlarına basıp besmele çekip tekbir getirerek kesti.”1

Yine, Hz. Aişe’nin rivayetine göre, “Allah Resulü boynuzlu iki koç alıp getirmelerini emretti, siyah koyun sürüsünde yayılan siyahlarla ağıla gelen ve kara gözlü olan koçlardı. Efendimize kesmek üzere getirdiklerinde bana dedi ki, Ey Aişe! Büyük bıçağı getir, onu bileyi taşında bile.” Ben Efendimizin dediklerini yaparak bıçağı ona verdim. Bıçağı aldı, koçu yatırdı ve “Bismillah, Ya Rabbi bunu Muhammed ve ailesi adına, Muhammed’in ümmeti adına kabul buyur” dedi ve koçu kesti.”2

Bunların dışında, İbn Ömer’in rivayetinden, “Allah Resulü’nün Medine’de kaldığı on sene müddetince kurban kestiğini” öğreniyoruz. Hadisi, Ahmet ve Tirmizî rivayet etmiş ve Tirmizî hadisin “hasen” olduğunu beyan etmiştir.3

Ayrıca, Müslümanların kurbanın meşruiyetinde icma halinde olduklarını da ifade edelim.4

 

Pek çoğumuz kurban ibadetini Kur’an’da bahsi geçen Hz. İbrahim ve Hz. İsmail arasında yaşanan olay dolayısıyla biliyoruz. Orada gerçekleşen olayın özü neydi?

Aslında tüm ibadetler kullar için bir sınama ve bir samimiyet ölçeğidir. Kulun, Allah’a karşı olan saygı ve takdirinin derece ve değerinin ortaya çıkması istenmektedir. Bu sınamada da bilindiği gibi en büyük imtihanı nebiler vermiştir. Bir babanın oğlunun canıyla sınanması bizim gibi insanlara çok ağır gelir, çünkü bizim takat gücümüzü aşmaktadır. Ama İbrahim Peygamber gibi bir nebi, böyle bir sınanmayı kaldırabilecek iman ve teslimiyete sahipti. Nitekim, O ve oğlu İsmail, imtihanı başarıyla vermişlerdir.

Dolayısıyla, olayın özünü “teslimiyet imtihanı” oluşturuyordu. İbrahim ve İsmail, hakikaten tüm ruh ve canlarıyla mı Rablerine teslim olmuşlardı, yoksa belirli sınırlar içinde mi O’na bağlanmışlardı? İmtihana verdikleri cevap göstermiştir ki, onlar tüm ruh ve canlarıyla Rablerine bağlıydılar.

Bizden de tıpkı onlarınki gibi ya da onlara yakın bir iman ve teslimiyet sahibi olmamız istenmektedir.

 

Bazıları İbrahim peygamberin oğlunu boğazlamaya kalkışmadığını, Allah’ın da böyle bir emir vermeyeceğini iddia ediyor. Bu konuda siz ne dersiniz?

Ayette “onu yüz üstü yatırınca biz kendisine ‘ey İbrahim’ diye seslendik, artık rüyanı gerçekleştirmiş bulunuyorsun” diye bildirilmektedir. Yüz üstü herhalde kesmek için yatırılır. Zaten sonraki gelen ayetlerde ona fidye olarak muhteşem bir kurban verildiğinden bahsedilmektedir.

Dolayısıyla bu gerçek bir kesme hareketi ve gerçek bir imtihan ve Rab tarafından kabul edilip, karşılığında başka bir kurbanın fidye olarak verilmesidir. Ayetleri, delalet ettiği lafzî mânânın dışına zorlayarak çıkarıp, başka mânâlar vermek asla doğru ve hak değildir. Biz böyle inanır ve ayetteki sarih beyanı tevilsiz ve batınî yorumsuz, olduğu gibi kabul ederiz. Aklımız bunu alır veya almaz, hiç önemli değildir. Bazı gerçekler var ki, akıl orada son derece aciz ve yaya kalır.

     İdraki meali bu küçük akla gerekmez

     Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

 

Gerçi bahsettiniz ama “Gökten kurban indirilmesi” hususunda da değişik yorumlar yapılıyor. Kimisi, böyle bir olay vuku bulmadı, diyor; kimisi, bu sembolik bir ifadedir, diyor. Sizce doğrusu hangisi?

Ayette “Ve biz ona fidye olarak muhteşem bir kurban verdik” denmektedir. Elmalılı merhum bu ayeti açıklarken şunları söyler: “Ve ona büyük bir kurbanlık ile fidye de verdik. Yani İbrahim’e, oğlunun yerine kesilmek için büyük bir kurbanlık kurtuluş fidyesi de verdik.”

Boğazlamaya başlamakla rüya gerçekleştirilmiş olup da “Rüyayı tasdik ettin” diye nida edildikten sonra, fidyenin mânâsı ne olabilir? Bunu en güzel açıklayan yön şudur:

Deniliyor ki, İbrahim (as) bir oğlu olursa, Allah yolunda kurban edeceğini adamıştı. Sonra unutmuş, rüya bunu hatırlatmıştı. Onun için nida olunduğu zaman rüya gerçekleştirilmiş olmakla beraber, adak yerini bulmamış olduğundan bu fidye onu böyle hüküm değiştirmek suretiyle tamamlamış ve ayrıca bir nimet olmuştur.

Bundan dolayı İmam-ı Âzam demiştir ki: Çocuğunu kurban etmeyi adayana bir koyun kesmek vacip olur. Acaba o büyük kurbanlık ne idi ve büyüklüğü ne kadardı?

Çokları cennetten gelme, beyaz ve bir rivayette emlah, yani alaca ve âyen, iri gözlü bir koç idi demişler ki, Yahudilerin görüşü de buna uygundur. Bazıları da Sebîr dağından inme bir val, yani dağ keçisi demişlerdir.

Büyüklüğünü de bazıları maddî olarak, iri yapılı diye, bazıları da manevî büyüklük ve önemle tefsir etmişlerdir. Yalnız bir peygamber değil, belki baba ve oğul iki peygamberin sıkıntısını kaldıran ve özellikle neslinden peygamberlerin sonuncusu gelecek bir peygamberin fidyesi olan ve cennetten gelen bir kurbanlık, elbette büyük olur.

Bazıları da demişlerdir ki, büyüklüğü ondan sonra sünnet ve din olması itibarıyladır. Ebu Bekir Verrak, bir nesilden değil, doğrudan doğruya yaratılmış olması bakımındandır, demiştir. Fakat hatırlatmaya hacet yoktur ki, Kur’an’ın “büyük bir kurban” ifadesi bütün bunlardan daha kapsamlı ve daha büyüktür. En doğrusunu Allah bilir.

 

Hocam kurban konusunda iddiaların ardı arkası kesilmiyor. Sizi yakalamışken şunu da sorayım. Bir iddiaya göre de, Hac Suresi 37. ayetten hareketle “Madem kurban adıyla kesilen hayvanların ne eti, ne de kanı Allah’a ulaşmıyor, sadece takva ulaşıyor. O halde niçin kurban kesiyoruz? Onun yerine takvaya çalışalım, zaten ayette “takvanız ulaşır” buyuruyor” deniyor. Buradaki mantık örgüsü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, ayette takvanız Allah’a ulaşır deniyor. Elbette kurbanın eti ve kanı ulaşacak değil. Ancak o kurban esnasındaki samimiyet ve Allah’ın emrine gönülden teslimiyet, o kurbanı, Allah’a saygı anlamını taşıyan bir ibadet haline getiriyor. Yapılan o ameli değerli kılan, niyet ve ihlâs esastır. Ancak sorudaki, madem Allah’a takvamız ulaşıyor öyle ise kurban kesmeye ne hacet, biz de takvaya çalışalım mantığı, gönülden dine teslim olan, dinin tüm simge ve kutsallarını kabul eden birinin mantığı olamaz.

İbadetler tevkifidir; yani şeriat koyucu ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bize tarif eder, biz de öyle yaparız. Madem bu ibadetin sonucu budur, biz bunu böyle yapmayalım da şöyle yapalım daha uygundur, demek ve böyle bir mantık yürütmek inanmış bir kişinin yapacağı iş değildir.

Böyle bir mantığı ancak dini kendine uydurmak ve kendine göre yorumlayarak yaşama kaçamağına sapmak isteyenler tarafından dillendirilir.

Nitekim de böyle diyenlerin çoğunun, ilahî vahye tam teslim olmayan, hatta vahyi hayatından çıkaran insanlar tarafından söylendiğini görüyoruz. Takvaya, sevgi, ümit anlamı verenler, İslâm şeriatını (kanunlarını) kıyısından kenarından kırparak kuşa benzetip, kendilerine göre bir din ortaya çıkarmak isteyenlerdir.

Bu gibi insanlar, ne dini olduğu gibi yaşamak istiyorlar, ne de tümüyle dinden ayrı kalmak istiyorlar. İkisinin arasında kendileri için bir yer açma çabasıyla bu gibi tutarsız yorumlarla avunuyorlar. Rabbin gönderdiği ve bildirdiği simgelere saygılı olmak ise samimi mü’minin şiarıdır.

 

Bir de Hac Suresi 33. ayetteki “Kurbanlık hayvanlarda sizler için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır.” ifadesinden, ancak üreme ve üretme yeteneği kaybolmuş hayvanların kurban edilebileceği, daha genç hayvanların kurban edilemeyeceği iddiaları söz konusu. Bu iddia, ayrıca, Emîr-ül-mü’minîn’in “şüphesiz hayvanlardan da sorumlusunuz” ifadesiyle de destekleniyor. Buna göre hayvanları kurban edersek, onlara karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluyoruz. Ne düşünüyorsunuz bu yorum hakkında?

Önce ayete bir bakalım. Deniyor ki: “Kurbanlık hayvanlarda, kesilecekleri zamana kadar sizin için faydalar vardır. Sonra onların kurban edilmek üzere varıp gidecekleri yer, Kâbe’dir.” Buradaki faydaları Elmalı merhum şöyle açıklar: “…Sağımından, dölünden, tüyünden, hizmetinden vesairesinden belli bir zamana kadar birçok istifadeler edilir. Sonra bunlar ecellerinin yeri olan Kâbe’de son bulurlar; “Mina”da kurban olurlar ki, bu da ahiretle ilgili faydalarıdır. “Faydalanmak” bu şekildedir.

Yoksa, artık siz faydalanacak kadar faydalandınız, nasıl olsa sizin işinize yaramıyor, bunu Allah için kurban edebilirsiniz demek değildir. Ayrıca inananlar, Hak yolunda, Hak rızasını kazanma yolunda, en iyi ve en sevdiği şeyi ortaya koymalı ve harcamalıdır ki, gerçekten Müslüman ve iyi kul olduğunu ispat etsin. Bunu beyan için, Hak Celle ve Âlâ Hazretleri şöyle buyurur: “Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 92)

Hayvanları kurban edersek, onlara karşı sorumluluğumuzda kusur işlemiş olmayıp bilakis onları hak yolunda değerlendirip değerli hale getirmiş oluruz.

 

Hocam son olarak kurbanın sadece hac merasimiyle ilgili olduğu, dünyanın geri kalanında kesilmesine gerek olmadığı, orada kesilmesinin amacının da Miladî yedinci yüzyılın şartlarına uygun olarak “yoksul hacıların sıkıntı çekmelerini önlemek” olduğu iddiası dile getiriliyor. Yani bugün başka yollarla bu sıkıntı giderilebiliyorsa, kurban kesmenin şartı ortadan kalkmıştır, denmek isteniyor. Buna ne dersiniz?

Kurbanın sadece hac mevsimiyle ilgili olduğunu söylemek, bu ibadeti o kişinin hiç bilmediğini gösterir. Kurban kes emri, hacda kurban kes şeklinde değildir ve çok açıktır. Kurban sadece et için ve insanları doyurmak gayesi için kesilmez. O hikmetlerinden ve faydalarından sadece biri ve çok geride olanıdır. Kurbanı et olarak algılayanlar böyle düşünürler. Halbuki kurban bir ibadettir. Kulun teslimiyetini, Allah’a olan saygısını ifade yollarından biridir.

Onun içindir ki her hayvandan kurban olmaz. Hakka sunulan kurban kusurlardan ari, noksanlık ve arızalardan uzak olacaktır. Hacda kesilen kurban, başka bir kurbandır. O hac fiillerinden ve gereklerinden biridir. Hatta o kurbanla normal kurbanın adı da başkadır. Hacda kesilen kurbana “hedy” denir. Yani Beytullah’a sunulan hediye demektir. Normal kurbanın adı ise “udhiyye”dir. İkisinin arasında fark vardır. Bu iki kurbanın hükümleri de değişiktir. İslâm fıkhından, İslâm kulluk şekillerinden bilgisi olmayanlar her zaman böyle sapla samanı birbirine karıştırmışlardır. Tabii bunu da maksatlı ve belirli bir hedefe ulaşmak için yapmaktadırlar.

Yukarıda da arz ettiğimiz gibi kurban bir ibadettir. Hacda kesilen kurban başka, normal kurban başkadır. Tüm vahye dayalı dinlerde süre gelen bu ibadeti bizim dinimiz de sürdürmektedir. Meşruiyet illeti insanları sıkıntıdan kurtarmak değildir. Gerçi tali olarak bu ibadetin içinde o hikmet de varsa bile kurbandan esas gaye Allah’a yakınlaşmaktır. Rıza-yı Hakka yaklaşmak, kişinin teslimiyetini, Hak karşısındaki boynu büküklüğünü göstermektedir.

Burada şunu da kaydedelim ki, kurban çok özel bir simgedir. Kurban kelimesi dahi içinde son derece tatlı rayihalar taşımaktadır. Arapça olmasına rağmen sanki dilimizin öz kelimesi haline gelerek, sevgili karşısındaki mahviyetimizi ifade etmek için ‘kurban olma’ cümlesi kullanılır.

Bu kelime sihirli bir kelimedir. Samimiyeti, teslimiyeti ve fedakârca bir sevgiyi bu kelimeyle ifade edersiniz. Karşınızdaki size “kurban olduğum” dediğinde bu cümleden yayılan sevgi ve samimiyet tarif edilmez duygularla bütün varlığınızı kaplar, içinizi huzur ve sevgiyle doldurur. Taşıdığı sevgi yükü sizi de kaplar.

Ashab, Yüce Resul’e hitap ederken sevgilerini, teslimiyetlerini “Anam babam sana kurban olsun ey Allah’ın Resulü” kelimeleriyle ifade ediyorlardı. En sevdiklerini sevgililerinin yoluna feda etmeye hazır olduklarını gösteriyorlardı.

Kurban, sevgiliye yakınlığı elde etmek için, sahip olduklarından onun yoluna feda etme simgesidir. İbrahim en sevdiği varlığını, gözünün aydınlığı yavrusunu sevgiliye takdim ederek teslimiyetini ve kulluğunu göstermişti. Ancak her kurban sevgili tarafından kabule şayan olmayacaktır. Bunun için samimiyet, teslimiyet, itirazsız bir imana ihtiyaç vardır.

 

Kaynaklar:

1. İbni Kesir, 4/558.

2. Fethulkadir, 5/502; Edvaulbeyan, 5/416.

3. Buharî maalfeth, 12/114; Müslim, Nevevi şerhiyle birlikte, 5/104.

4. Buharî maalfeth, 12/98; Müslim Bişerhinnevevi, 5/99.