TR EN

Dil Seçin

Ara

Nisan 2008

post-title

Nisan 2008, 376

Hepimize sorulacak bir soru

Enteresan bir çağdayız. Amerika’da mortgage şirketleri, zengin fakir demeden hatta homeless’lara bile ev kredisi verdikleri ve zarar ettikleri için tüm dünya aynı anda küresel bir çöküş havasına girebiliyor. New York’tan, Paris’e, Paris’ten Tokyo’ya, Tokyo’dan İstanbul’a.. büyük metropollere egemen olan moral bozukluğu, oradan da ülkenin geri kalanına bir anda yayılıveriyor. İnsanlar ne olduğunu da doğru dürüst anlamadan, ekrandaki sunucunun mimiklerinden mutsuz olmaları gerektiğini anlıyor ve hemen bu moda geçiveriyorlar. Evinde oturan yaşlı nine bile, geçmiş televizyonun karşısına, ekonomi ve borsa haberlerini takip ediyor, üzüleyim mi sevineyim mi diye.

Sanki bu yetmezmiş gibi, bir de siyaset birbirine girmez mi? Alacakaranlıktan faydalanmak isteyen kurt adam gibi, birileri ortalığa habire gerilim gazı pompalıyor.

Kızımla birlikte oyun parkındayız. O ata biniyor, ben de onu seyrediyorum. Yanımda oturan yaşlı bayan da torununu seyrediyor. Sonra bana dönüp ne dese beğenirsiniz: “Oğlum, mahkeme ne karar almış haberin var mı?” Önce cevap vermek istemiyorum, “Boş versene teyzecim bu işleri, bak ne güzel torunun ata biniyor” diyorum. Ama yok, o kafayı takmış bir kere; “Olur mu? Bu mesele çok önemli. Hemen eve gidip televizyona bakmam lazım” diyor.

Galiba milletçe bu haldeyiz. Ekranlar sürekli beynimize format atıp duruyor. Ne düşüneceğiz, neyi takip edeceğiz, niye üzüleceğiz, niye sevineceğiz! Hepsi bizim dışımızda olup biten olaylara endeksli.

Allah’ım nasıl bir dünya, nasıl bir imtihan bu? Ömürlerimizi takım tutar gibi kalbimizi birilerine bağlayıp birilerine kapatıp gözlerimiz uzakta oynayan bir filme takılıp kalmış gibi son nefesimizi vermek... Galiba bu çağın en büyük müsrifliği bu. Ömür müsrifliği.

Hakikaten şiraze kaçmış bir kere; kendimizi önemsemiyoruz prime time’da verilen haberler kadar. Maşallah haberciler de o kadar mahir ki... Krizsiz bir gün geçirmenin mümkünatı yok. İllâ bir kriz olacak. Yağmur yağmıyor, kriz. Yağıyor, gene kriz. Bunun bir ortası, omurgası yok mu? Mantık terazimizi allak bullak ettiniz. Duygu kantarımızın topuzunu kaçırdınız. Kendi karanlığınızla ufku karartmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Hegemonya kurduğunuz elektronik âlem ile insanlara yaptığınız taciz ne zaman sona erecek? Bu ülke, üzerine güneşin sakince doğduğu ve insanlarının mutlu olduğu, kendi inancına göre yaşayabildiği huzurlu bir yer olmayacak mı hiç?

Ama tek suçlu onlar değil. ‘Gölge oyunu’ izler gibi onları takip edenler de en az onlar kadar suçlu bu oyunda.

Şahsen ben, bu tip zamanlarda, akıl ve kalbimin otomatik işleyişine çomak sokmak için değişik şeyler düşünürüm. Mesela, ufku karartan güruhtan birinin ölüm anını hayal ederim. Onca yaptığından sonra, tam sekeratta iken, acaba kendi ömrü ona nasıl görünür? Bütün bir ömrü yanlışa yatırım yaptıktan sonra, acaba bir galibiyet huzuru mudur onu bekleyen, yoksa başka bir âlemi kendi eliyle kendinden uzaklaştırdığı için derin bir pişmanlık mı?

O anda nasıl da bütün kavgalar, gürültüler sessiz bir anlamsızlığa bürünür, boşluk tarafından sarmalanır. Hiç kuyusuna atılmış gibi hesap defterinden düşer. Artık sonsuzluğun hesap defteri açılır. Ve kendisine sorulur: “Size uyarıcı gelmedi mi?”

Sonra da aklım hemen hatırlatma yapar: Bu soru sadece ona sorulmayacak, hepimize sorulacak. Ve kendime gelirim.

Kendimize gelelim. Gölge oyuncularına kulak kesildiğimiz kadar, bu ay kutlu doğumunu kutladığımız Resul-i Ekrem’in (asm) hatırına Rabbimizin bize sıkı sıkıya sarılmamız için tevcih ettiği Kur’an-ı Kerîm’e sarılalım ve malayani şeylerden uzak duralım.

Bir sonraki ay buluşmak dileğiyle.

— Ömer Baldık

Dergideki Yazılar