TR EN

Dil Seçin

Ara

Selim Gündüzalp İle Serap Üzerine Bir Söyleşi

Serap” ilk romanınız. Roman yazma fikri ya da bu hikâyeyi roman olarak ele alma fikri nasıl doğdu? Nasıl başladı bu macera?

Kendimi uzak zannettiğim bir daldı roman. İlk gençlik yıllarımda Batı klasiklerinden çok ciddi okumalarım oldu. Özellikle İngiliz, Fransız ve Alman Edebiyatının en seçkin eserlerini çok saydığım ve sevdiğim bir ağabeyimin tavsiyesi üzerine başlamıştım okumaya. Bu bir dönemdi. Ama hayatı tanıma konusunda çok tecrübeler edindim bu sayede. Ardından felsefe ve deneme eserlerine yönelişim, şiiri özellikle de musikiyi hiç bırakmayışım belki ruhumu ve kalemimi bugünlere hazırladı diyebilirim. Divan Edebiyatı ve Beş Hececiler hiçbir zaman vazgeçemediğim tutkularım oldu.

Elbette bir ateş gerekliydi tüm bu odun yığınlarını tutuşturacak. Ömrümün bu son mevsiminde fikir ağacım insanlara faydalı olacak bir meyveye durdu ise hamd ediyorum. Serap, yakın dostlarımın teşviki, ilhamı ve ısrarı ile ortaya çıktı. Ve o kadar çok tevafuklar yaşadık ki bir inayet içinde olduğumuz konusunda şüphem kalmadı. Rahmetli Doktor Haluk Nurbaki Hocamızla çok seneler önce yaşadığımız ve bizzat şahidi olduğumuz bir vakaydı Serap. Hayal değil hakikatti. Son birkaç yıldır üslûp olarak bir arayışın içindeydim. Rabbime bir çıkış yolu göstermesi için çok dualar ettim. Ama bu çıkışın ve arayışın böyle bir romana dönüşeceğini inanın ben de tahmin etmiyordum. Tek kelimeyle söylemek gerekirse çok dualı ve gözyaşlı bir çalışmanın meyvesidir bu roman. İnanmadığım ve yaşamadığım bir şeyi yazmadım. Zaten böyle bir lükse de ihtiyacımız yok çok şükür. Takdisi nimet nevinden söylemek borcundayım.

Büyük bir ilgiye mazhar olan Öykü Dizisinden sonra okuyucularımızın, beslendiğimiz kaynakları, hayatımızın geri planını da merak ettiğini görüyordum. Ne yapabilirdim, kıvranıyordum. Bir köprü gerekliydi arada. İşte Serap romanımız buna da vesile oldu. Çalışma temposu çok yüksekti. An içinde an, zaman içinde zaman yaşadık yazarken. Elimden gelenin azamisini yapmaya çalıştım. Ve Rabbimizin inayetine sığındım. Azmettik, Ona dayandık. O da bizi hiç yalnız bırakmadı. Başı da sonu da duadan ibarettir. Romanda gerçekten yaşanmış bir olayın işlenmiş olması bu işin üstesinden kolaylıkla gelinebileceği zannını uyandırıyor ilk bakışta. Doğrusu bana da öyle gelmişti ya.

Ama hiç de öyle olmadı. Bir ömür yaşadıklarımı damıta damıta süzerek bin bir zorluğa rağmen romana taşıdık.

 

Serap alışılagelmiş romanlardan biraz daha farklı. Romanı okurken, yaşanan hadiselere misafir olduğumuz kadar birçok da bilgi içerikli bölümle karşılaşıyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Beslendiğim kaynaklar o kadar çeşitli ki bunu ben de romanı yazmaya başlarken fark ettim. İnsanın kendi kendisi ile yüzleşmesi oluyormuş roman demek ki. Tabii bu bilgileri belli bir dozda ya da oranda romanın sayfalarına serpiştirmek kolay olmadı. Her ne olursa olsun, önemsediğiniz bir işte karşınıza çıkan zorluklar, sizi hayata ve kendinizi tanımaya da yöneltiyor. Sadece bunun için olsaydı bile bu romanı yazmaya değerdi sanırım. İnsanımız özellikle de gençler çok şey bulacaklar Serapta. Onlara bir kitapla ulaşmak ve iç dünyalarına komşu olmak, hayatlarına hayatımdan bir şey katmak beni mutlu ediyor, şevklendiriyor. Hayatımıza renk ve ahenk kattı Serap. Ümit ve neşe içinde..

 

Roman yazarları romanın yazım sürecinde, işledikleri karakterlerden çok etkilendiklerini söylerler. Ya siz?

Kaçınılmaz tabii ki, özellikle Doktor ve Serap’ın hayatı etkilenecek kadar harika ve gerçekten de yaşamış insanlar. Anlatılandan daha fazlasına bile sahipler. Karakter ve kişiliklerle bir bütünleşme olmadan zaten bir romanın da ortaya çıkması mümkün gözükmüyor.

 

Her yazarın kendine göre yazım teknikleri vardır. Kimisi bir çalışmaya başlamadan önce birtakım ön hazırlıklar yapar hatta seyahatlere bile çıkar. Kimisi ise bir anda kaleme kâğıda sarılıverir ve döker zihnindeki tüm cümleleri. Siz bu romanı yazarken, nasıl bir çalışma süreci yaşadınız?

Ah ki ah. Az önce geri planda yaşananların ayrı bir roman konusu olduğunu söylemiştim. Ne söylesem hiç kimse inanmayacak... Onun için bu yaşananlar birkaç samimi ve yakın dostum ve Betül kardeşimle aramızda kalsın... Pes etmediğim zamanlar olmadı değil. Ama dualar elimizden tuttu. Ve bizi çalışmaya şevketti.

Sevgili Mehmed Paksu Hocamız ile Moral Fm’de yaptığımız bir sohbette Mehmed Paksu: Bu roman böyle durup dururken mi çıktı?” diye bir soru sormuştu. Ben de Hayır Hocam, durup dururken değil dura dura çıktı.” demiştim. Çaya ya da yemeğe kıvamını veren demlenme sürecidir. Bu, hayatın her safhası için geçerli. Dura dura dem tutuyor hayatımız.

 

Roman yazmanın yaşı var mı? Sizce bu kadar beklemek gerekiyor muydu?

Bu soruya bu işin usta kalemleri cevap versinler, ben de meraktayım doğrusu. Ama benim için herhalde en münasibi bu zamanmış. Böylesi hayırlıymış. Olan şey zaten hayırlıdır. Bu kadar yıl yaşayacağımı hiç tahmin etmiyordum. Demek ki bunca yıl okunanlar ve okuduklarımızdan alınan notlar, haftanın belli geceleri yapılan ve sabahlara kadar süren sohbetler ruhumuzu mayaladı. Gönlüm, Serap’ı yazmaya en azından bir on sene öncesinden başlayabilmeliydim, diye arzu ediyor şimdi. Ama dedim ya kader işte. Yarının ekmeği için bugünden maya tutuluyor. Belki Rabbim böyle bir demlenme müddeti geçmeden bu imkânı, bu kapıyı açmıyor. Hiç ama hiç girmeyeceğim, dışımda kalan bir tür olarak gördüm hep romanı. O defteri çoktan kapattığımı zannediyordum. Şiir ve deneme bana daha yakındı hep. Ama üslûp oraya doğru gidiyorsa, kader de sevk ediyorsa, çevrenizde sizi buna teşvik eden samimi insanlar da varsa olmazlar oluyor. Ben de hayretteyim.

 

Ölüm Son Değildir adlı eserlerinizde ölüm üzerine çok ciddi boyutlarda aydınlatıcı ve ferahlatıcı bilgiler ile yıllar önce okuyucunun karşısına çıktınız. Romanınızda da Serap karakterinin hayatı, düşünceleri ve soruları ile yine ölüm üzerine okuyucunuzla çok önemli mesajları paylaşıyorsunuz. Peki, siz ölüm üzerine olan iç sorgulamanızı tamamladınız mı yoksa bu süreç devam ediyor mu?

Biter mi hiç? Sorularımı ve arayışlarımı tatmin edecek kadar cevaplar tabiî ki buldum. Ama her soru ardından yeni soruların gelmesine sebep oluyor. Hz. Peygamber “Ölüm büyük şey.” diyor. Ölüm hakkında bundan daha veciz bir ifadeye rastlamadım hayatımda. Heyecanla açtığınız her kapının ardından bir sürpriz kapı daha açılıyor. Bu bakımdan ben de yaşadığım heyecanı ve şevki tarif edemeyeceğim. Arayış sürecim ise son nefese kadar sürecek sanırım. Öyle de olması gerekir. Çünkü ölüm, hayatımızın en büyük sırrı. Ne söylersek söyleyelim ne bilirsek bilelim son nefesimizde yaşayacaklarımız Rabbimizle bizim aramızda kalıyor. Ölüm tecrübesini dönüp de paylaşamıyorsunuz bile. Ve bu büyük sırrınızı götürüyorsunuz dünyadan.

 

Romanın okuyucu üzerinde bıraktığı bu samimi etkiyi neye bağlıyorsunuz?

Onlara duyduğumuz saygıya ve kendi samimiyetimize.

Okuyucu ne vermişseniz onu alan birisi değildir. O kitabı eline aldığında okumadan da bunu hisseder. Samimiyetsizliği kaldırmıyor yazı hayatı. Siz çektiğiniz acıları ve yaşadıklarınızı kaleminizi âdeta kanınıza bandıra bandıra yazmadıkça Allah karşınızdakilere bu durumu hissettirmiyor. Bir kitap içten ve kalpten geliyorsa okuyanın da içine ve kalbine işliyor. Kalp ve göz yaşarmadıkça, bir çiçek yeşermiyor.

 

Yakın zamanda katıldığınız bir radyo programında size “Ölümü sevdiren insan” diye bir hitapta bulunmuşlardı. Bizlere bundan sonraki eserlerinizde ve romanlarınızda da ölümü sevdirmeye devam edecek misiniz?

İnşallah. Ama bu mazhariyet bence Bediüzzaman’ın 10. Söz Haşir Risalesi’ne ait. İlhamımı Ondan ve Kurandan aldım. Ölüm Son Değildirin 4. cildini hazırlamakla meşgulüm şu sıralar. Bunda da okuyucunun ısrarlı talepleri büyük rol oynadı. Bitirdim demiştim onlar bitirtmediler. Sahip çıktılar, Allah hepsinden razı olsun. Ölüm sevilecek bir şey gibi gözükmüyor yaşarken ama bütün dostlar kabrin öbür tarafında. O dostlara kavuşma kapısı olduğu için seviliyor işte. İstemeseniz de gideceksiniz isteseniz de. Bir evden diğer eve geçmekse ölüm, bu dünyada bizi yalnız bırakmayan merhamet sahibi Allah orada da bırakmayacak. Ben de bu konuda yazmaya ve elimdeki kalemi bırakmamaya kararlıyım inşaallah. Rabbime yeni açılımlar nasip etmesi için duacıyım.

 

Peki, Serap’ı başka romanlar takip edecek mi?

İnşallah. Sırada bir başka romanımız daha var. Onun da ilkyazımı aylar önce bitmiş durumda. Seraptan hiç aşağı kalmayacak. İlk nüshalarını okuttuğum yakın çevremin kanaatleri bu yönde.

Özellikle gençlerin, genç evlilerin, öğrencilerin bu romanı ellerinden düşürmeyeceklerine inanıyorum. Çok ciddi problemler var. Bunlar zaman zaman intikal ediyordu, bir çözüm arıyordum. Bu roman da inşaallah bunların üzerine eğiliyor. Ve tabii ki Rabbim fırsat verir ve yine dualar imdada yetişirse.

 

Romanda işlediğiniz karakterler çok renkli. Şiir, kitap, musiki çok önemsenmiş. İnsanların hayata tutunması yolunda bunun bir hizmeti var mı sizce?

Bunun, yazarın dünyasına yakın olmadan anlaşılacak bir durum olduğunu zannetmiyorum. Bu da ancak kahramanların eli ile kendini ele veriyor. Ama hayatta asla ümitsiz olmamış ve inandığı davada sebat etmeye çalışan bir insan olarak, Serap romanımızda da baştan sona hayata ümitle tutunacak örnek şahsiyetler ve dersler var.

 

Romanın en önemli özelliklerinden biri de Efendimizin (sav) ve ashabının hayatlarından örnekler içeriyor olması. Asrı saadet vurgusuna niçin bu kadar yer verdiniz? 

Onsuz olmuyor çünkü. Akıl ve kalbimiz hayali kahramanların peşinde koşmaktan yorgun. Sahte kahramanlarla dolu ortalık. Asrı saadet ise gerçekten hiç aldatmaz, yol gösterici bir ışık. Sahabeler ise bildiğiniz gibi erişilemeyen yıldız insanlar. Neler yaşanmış, hangi fedakârlıklara katlanılmış olduğunun örneklerini sadece ve sadece onların hayatlarında görüyoruz. Son Peygamberin öğrencileri onlar. Bir de zannımca önemli olan şu; Asrı saadet fikren ya da hissen de olsa herkesin hayatına renk ve ahenk katıyor. Sözün kıymeti kaynağın güzelliğindendir. Kaynak kutsi olunca hayatımız yudumlanacak pınarını buluyor. Asrı saadet geride kalan değil önümüzde giden bir olgudur. Niye yoluna düşmeyelim niye izlemeyelim ki?

 

Romandaki dört önemli karakteri incelediğimizde son derece fedakâr ruhlarla karşı karşıya kalıyoruz. Fedakârlıklar olmadan, paylaşımlar olmadan olmuyor galiba, ne dersiniz?

İnsanın ruhu almaya değil vermeye daha yatkın aslında. Bu dünyanın korkuları ve sahtelikleri arasında bu temiz yön maalesef gizleniyor, örtülüyor. Birisine karşılıksız bir iyilik yapsanız nereden çıktı yahu bu diyerek bakan insan sayısı o kadar fazla ki. Alışılagelmiş bu taşlaşmış yapıyı kırmak balyozla mümkün değil. Su gibi sürekli akıcı, okşayıcı ama yumuşakça üstesinden gelen davranışlara, sözlere ve karakterlere ihtiyaç var. Sanırım fedakârlık dediğimiz kavram burada su gibi bu işi, işlevi görüyor.

 

Bizler bazen çevremizdeki insanların ne inceliklerle donatılmış olduğunu fark edemiyoruz. Oysa doktor karakteri farkındalığı oldukça yüksek, ince bir ruh. Bu konuma gelebilmek için ne yapmak gerekiyor acaba?

Doktor yıllar yılı içinde değişimler yaşamış, güzelliklere kapısını kapatmamış, gözü olduğu için gören değil inandığı için bakan ve gören hassas bir ruh. Gözler arı gibi olunca fikir kovanı balla doluyor. Bunu anlatmak için romanı özetlemek gerekir diye düşünüyorum. Onu da yapamayacağımıza göre okuyucuların tez elden Serapla baş başa kalmalarını isterim.

 

Romanınızla nasıl bir kitleye ulaşmak istediniz?

Doğrusu her yaşa hitap etmesini çok arzu ile beraber duasını ettim. Şükür ki kısa zamanda 3. baskıyı yapmış olması bu duamızın kabulüdür inşaallah. Doğru ve güzel örnekleri arayan insanların sayısı hayli fazla. Bu çok önemli bir kitle. Empati yapmadan, onların hayatını göz önüne almadan bir şey yapamaz ve yazamaz oldum yıllardır. İnsanları sevmenin ve onlara yararlı işlerde bulunmanın üzerine Hz. Peygamber de çok vurgu yapıyor. İşte bu kitleye ulaşmak en büyük arzum ve dileğim.

Çok şükür bu kitlenin içindeki pek çok insandan çok güzel kanaatler, itiraflar duydum. Romanı yazarken ve yaşarken çektiğimiz tüm sıkıntıları bu itiraflar sayesinde unuttum gitti. Yaptığımız işin yanlış olmadığını gösterdi Rabbim. Ve inşaallah bu kitabın okuyucu kitlesinin gün ve gün geliştiğini göreceğiz ümidindeyim. Serap, hayatımıza hayat katmaya devam ediyor ve edecek inşallah. Çünkü Serap, hayal değil gerçek.