TR EN

Dil Seçin

Ara

Selim Gündüzalp İle Ölüm Üzerine Bir Röportaj

Selim Gündüzalp İle Ölüm Üzerine Bir Röportaj

“ÖLÜMDEN NE KORKARSIN, KORKMA EBEDİ VARSIN.”

Neredeyse hakkında hiç konuşulup yazılmayan bir konu ölüm… Oysa hayatla kol kola, ayrı düşünülemez bir parçası adeta. Her günün bittiği, her yazdan sonra kışın geldiği ve her doğanın öldüğü bir dünyada çoğu defa ölümden kaçmanın çareleri peşine düşüyor insan. Bu da mümkün olmadığı için ölümü unutarak ondan kurtulma gibi beyhude çözümlere bel bağlıyor…

Bu noktada yazıları ve sohbetleriyle farklı bir insan yaşadı içimizde. Ölümü anlattı sevdirerek… Daha doğrusu ölümün güzel yüzünü görmemizi sağladı. Âlemler Rabbinin Yüce Kelâmı Kur’an’ın ayetlerindeki ve kâinatta sergilediği eserlerindeki ebedi hayatın müjdelerini okumamızı, duymamızı sağladı. Allah Resulü’nün (asm) ve Onun izini takip edenlerin baktığı gibi bakmamıza yardım etti. “Azrail ebedin ebesidir” dedi. “Ölüm güzel şey…” dedi…

Evet o Selim Gündüzalp idi. Aramızdan ayrılalı iki yıl oldu. Onunla ölüm hakkında yapılmış bir röportajı, rahmet duası olması niyetiyle sizinle paylaşmak istedik. Rabbimiz geçmişlerimize rahmetiyle ve affıyla muamele eylesin. Mekânları cennet olsun. Amin…

 

S- Ölüm varken, hayatla barışık olmak ve gerçekten mutlu olmak mümkün müdür?

Ölüm gibi büyük bir gerçek karşımızda dururken onu yok saymak insanın ne aklına, ne de vicdanına uygun bir şeydir.

Zamana ve mekâna sığmayan arzularımızı, duygu ve düşüncelerimizi kırk-elli yıllık dar bir şeride sığdırma gayretimiz, bizim için ölümü tatsız kılıyor. Sonsuzluğu isteyen akıl ve kalbimizi, bir gün işlemez olacak vücudumuzun emrine verdiğimiz; kabirden öteye geçemeyecek sevdaların, ancak kabre kadar sürecek dostlukların ağına kendimizi bıraktığımız an, iç dünyamızda bir bocalamadır başlıyor. Her şeye endişeyle baktıran, hayatın tadını kaçıran bir bocalama bu.

İnsanlık tarihi, insandaki ebediyet arzusunu açıkça ortaya koyuyor. Kıştan sonra bahar, med-cezir, geceyle gündüz, güneşin batışı ve yeniden doğuşu, ayın büyüyüp küçülmesi, ipekböceğinin kelebeğe dönüşmesi, çağlar boyu insanlığa öldükten sonrasının da var olduğunu hatırlattı.

Ebediyet arzusu; yaratılış toprağımıza ekilen en güçlü tohum bu olsa gerek. Asırlardır ebedî hayatın formülünü arıyoruz. Gelip geçici şeyler bize huzur vermiyor. Her ayrılık bizi acıya boğuyor.

İnsanı sonsuz var olma duygusuyla yaratan Allah (cc), semavî dinler ile ebedî hayatı müjdeleyip, ölümün dehşet veren yüzünü aydınlığa çeviriyor. Ölümden 190 yerde söz edilen Kur’ân-ı Kerîm’in üçte biri öldükten sonra diriltilmeyle ilgili.

 

S- Yani insan ille de hayat diyor değil mi?..

Evet. İlle de hayat… Bediüzzaman’ın dikkat çekici bir anekdotu vardır. Çocukluğunda kendi hayaline şunu soruyor: Bir milyon sene saltanat süreceği ama sonunda yok olacağı bir hayatı mı, yoksa zahmetler içinde de olsa ebedî bir hayatı mı tercih edeceğini… “Zahmetler içinde de olsa, bâki bir hayat isterim” diyor. Ve bundan hareketle şu hükmü çıkarıyor:

“Demek en büyük fâni, en küçük bir âlet ve cihazat-ı insaniyeyi—hayal duygusunu—doyuramıyor. İşte bu istidattandır (yetenektendir) ki, insanın ebede uzanmış emelleri ve kâinatı ihata etmiş efkârı ve ebedî saadetlerin envaına yayılmış arzuları gösterir ki, bu insan ebed için halk edilmiş (yaratılmış) ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhanedir ve âhiretine bir intizar (bekleme) salonudur.”

 

S- Âlemler Rabbi (cc), Kur’an-ı Kerîm’de dünya ve ahiret hayatına dair pek çok haberler veriyor. Peki gideceğimiz yer olan ahirette başımıza dert olacak günahlardan neden uzak kalamıyoruz?

İnsan olduğumuz için zaaflarımız var. İnişler çıkışlar yaşıyoruz. Bu da normal. Şunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Biz insanız; melek değil. Nefsimiz var ve bir sınanma söz konusu. İrademizi iyiye de kötüye de kullanma imkânı verilmiş. Bu sebeple günahlara da girebiliyor insan. Fakat ölümü ve sonrasında hesabı hatırlamak insana kötülüklerden uzaklaşmak konusunda güç veriyor…

Ancak ölümü sadece hasta ve ihtiyarların limanına uğrayan bir gemi zannedip kendini kandırmamalı insan. Herkes biliyor ki, ölümden kaçacağı bir yer yok insanın. Ama bazıları düşünmemekle, eğlencelerle, boş işlerle unutmaya, görmemeye çalışıyor. Sonuçta ne oluyor; hayatı heba olduktan sonra bir köşede oturup geçen günlere ağlıyor…

 

S- Ölümü unutmak insana kaybettirir mi demek istiyorsunuz?

Evet. Bu aslında başlı başına önemli bir konu ve bu asrın belki de en baş problemlerinden biri. Bir etiket var üstümüzde. Faniyiz, ölümlüyüz. Nerede gidersek gidelim, bu yazı silinmiyor. Ya ona göre yaşayacağız ya da bütün ömrümüz yanlış gidecek…

Bir sahabi, bir ev inşa etmektedir. Hz. Peygamber (asm) de oradan geçerken der ki: “Dikkat edin, ölüm size yapmakta olduğunuz bu evden daha yakındır” buyurur. Yani siz bu evi bitirmeden, ölüm sizin dünya hayatınızı bitirebilir.

Sahabi, elbette ev yapmayı bırakmıyor; alması gereken doğru mesajı alıyor: Hayatın en acil ihtiyacını karşılarken, ölümü unutmayın. Burada bir iş yaparken, aynı zamanda ahiretinizi de inşa ettiğinizi hatırlayın ve ona göre yaşayın mesajını alıyor.

İşte ölümü unutmak yarını unutmaktır. Yarını unutan bugünü de kaybetmiş demektir.

Ölümü hatırlamak ise insana bir şey kaybettirmez; aksine kazandırır.

 

S- Korkulardan, kaygılardan ve ümitsizlikten kurtulup, kalbimizi ümitle doldurmak ve ölümle yüzleşmek için neler yapmalıyız?

Kur’an’ı ve mealini, özellikle kıyamet sahnelerini tekrar tekrar okumak gerek. Bunun olumlu etkisi olur. Bunlar, er ya da geç göreceğimiz, yaşayacağımız sahnelerdir. O gün inananlar hayretle, inanmayanlar ise dehşetle görecekler.

Her gün yeni bir fırsattır, hayatın kalan günlerini mayalamak için, eksiğini ya da gediğini onarmak, yamamak için bir fırsattır. Rabbimiz imanı bir imkân olarak sunduğuna göre ve her günü bizim için özel yarattığına göre kaçırmayalım bu fırsatları.

 

S- Eserlerinizle ‘ölümü sevdiren yazar’ olarak yer ettiniz zihinlerde. Bu noktada, gerek ölüm korkusunu yenme konusunda neler söylersiniz bize? Yani ölüme nasıl bakmalıyız?

Ölüme bakmamalıyız, ölümle birlikte yaşamalıyız. Biz ölüme ölüm olarak değil, ebedi hayatın kapısı olması yönüne bakıyoruz. Yoksa ölümü hatırlamanın tek başına bir anlamı yok. Ölümden ahireti, hesabı, ebedi hayatı hatırlayacaksın ki bu hatırlamanın bir anlamı olsun, insana bir faydası olsun ve kalbinde iyi şeyler yapmaya ya da kötülüklerden uzaklaşmaya dair duygular uyansın…

Zaten nereye gidersek gidelim, ölüm bizimle beraber geliyor. Her anımız, dakikamız, saatimiz, günümüz.. geride kalıyor. Her şey ama her şey bizden uzaklaşırken, ölüm an be an yaklaşıyor.

Bir de bizim istediğimiz zaman olacak şeylerden değildir ölüm. Çarnâçar, istemesek de arz-ı endam edecek kapımızda. Sen işini bitirmeyi düşünürken, senin burada işin bitecek. Çökecek kapının önünde; seni almadan gitmeyecek.

Bunun da bir anlamı var elbette. Demek ki, ölümün önemsemediği bu işlerimiz için yaratılmamışız. Bunlar bizim yaşama gayemiz olamaz. Yaşamı değerli kılan şeyler yapmalıyız. Bunun da en güzel örneklerini Allah’ın Elçisi’nin (asm) hayatında buluyoruz. Göklere giden yolu bulmak isteyen, Allah Resulü’nün ayak izlerini takip etmeli…

Ayrıca yok saymakla, göz kapamakla, ölümü yok edemeyiz.

“Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.” diyor Bediüzzaman.

Hayatın hikmeti, anlamı olduğu gibi, ölümün de hikmeti var. Her şey gibi ölüm de hayata hizmet etmesi için var.

 

S- Bir tarafta hayat ve gelecek kaygısı, bir taraftaysa ölüm kaygısı yaşıyor insan. Bu kaygı halleri de ‘ümitsizlik’ ve ‘korku’ uyandırıyor. Ümit ve korku arasında dengeyi nasıl kurmalıyız?

Ne güzel sözdür: “Güller toprağın gecesine yaslanır, oradan güler güneşe.” Toprağın gecesine giren bir tohum bile gülen bir gül olarak karşımıza çıkıyorsa, insan niye ümitsiz olsun ki? Rabbi onu hayat duraklarının hangi safhasında yalnız bırakmıştır ki kabirde yalnız bıraksın?..

İnsan geleceği bilemez. Doğru… Ama Allah geleceği güzel yapmıştır. Yeter ki güzel bir yol haritasını izleyebilelim ve Allah hakkında hüsnüzan edelim. Allah dileseydi bizi kediler âleminde fare yapabilirdi, bir tutam maydanoz yapabilirdi... Yapmamış. Demek ki bir muradı var bizden bizi insan olarak yaratmakla. Bu kadar değer verdiği bir varlığı elbette toprakta unutmayacak, çürütmeyecek.

Tohumu toprakta unutmayan Allah, güneşi gecede unutmayan Allah, insanı da toprakta unutmaz. Onu da yok iken yarattığı gibi, mahşerde yine yaratacağını bildiriyor. İnsan ebed için yaratılmış bir varlıktır ve dünyada çok az kalacaktır.

 

S- Söylediklerinizi dinlerken insanı sükûnet sarsa da ölüm korkusunu yenmek kolay değil. Bu normal mi?

İnsan ölümün kendisinden değil, belki de görünüşünden, ölüme yüklediği olumsuz anlamlardan korkuyor. Fail, yani yapan, yaratan Allah olduğu için aslında insan Allah’a güvenmeli. Evet, bir odadan başka bir odaya geçerken bile tedirgin oluyor insan. Ölüm de fani bir âlemden bâkî bir âleme geçiş olduğu için insan tereddütler yaşayabilir, korkabilir de… Ama sahibinin, sevkedenin olduğunu, başıboş olmadığını bildiğinde, bu korkuyla da baş edebilir insan. Onun için Bediüzzaman Hazretleri “Ölümü veren de Odur.” diyor. Yani müminler için sonuçları açısından güzel olduğundan “ölümü vermek” tabirini kullanıyor. Güzel şeyler verilir ve ölüm, verilen bir şey. Veren de Rabbimiz. Ondan gelen hangi şey güzel değil ki? Bunu da bir nimet olarak görmeli ve öyle bilmeli insan.

“Öldüğüm gün tabutum giderken, bende bu cihan derdi var sanma. Cenazemin götürüldüğünü görünce ‘ayrılık, ayrılık’ deme. Ölüm günü benim için dosta kavuşmak günüdür.” diyen Mevlâna.

“Ölümden ne korkarsın, korkma, ebedi varsın” diyen Yunus Emre ne güzel söylemiş.

Ben istemeden bana bu hayatı vermiş Allah, ebedî hayatı vereceğini vaad ediyor. İnsana zaten istese de istemese de ebedi hayat verilecek. Bu sebeple ölümden değil, ebedi cehenneme götürecek bir hayat yaşamaktan korkmalı insan…

 

S- Evet dediğiniz gibi insan madem ebedi hayat verilecek, ölmekten değil, cehenneme düşmekten korkmalı… Söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim. Faydalı olmuşsak ne mutlu bize…