Bir yerde zulüm varsa, inlemek de aşırı olacaktır, isyan da!
Tekmelenenler türkü söylemez!
Bazı insanlar, bütün insanlık için ölürler. Bütün insanlık için yaşadıkları gibi.
Zulüm, kısmak istediği sesi nârâ yapar.
Ve bazı ölüler, yaşayanlardan çok daha yüksek sesle konuşur...
— M. Selâhaddin Şimşek (1954-1994)
***
Filistin’de Gazze’de şahit olduğumuz zulümler bizleri derinden üzdü. Biz de Hz. Ali'nin “Bir zulmü durduramıyorsanız, öyleyse duyurun.” sözünden yola çıkarak Genel Yayın Yönetmenimiz Selim Gündüzalp ile bu konuyu konuştuk… Tâ ki, hem kardeşlerimizin derdine bir nebze de olsa ses olalım, hem de sayfalarımızı duaya açalım...
Kalbimizle bağlı olduğumuz şehirler, kalbimizle birlikte kırılıyor…
Şehirler insan olarak denendiğimiz, sınandığımız merkezler. Yaratılışın ve yeryüzündeki ana maksadın, yani imtihanın gerçekleştiği yerler… Unutmamak lazım!..
Melekler de şehirlerde, şeytanlar da… İnsan sınandığını aklından çıkarmamalı.
Mekke’yi, Medine’yi, Şam’ı, Kudüs’ü unutmamalı! O mukaddes bölgeyi hiç aklından çıkarmamalı. Hicaz’ı, Sina’yı ve Filistin’i de unutmamalı; sınandığını da… Kardeşlerimize dua ediyoruz.
İnsanlığın Orta Doğu’daki imtihanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu, yüzyıllardır çetin sınavların yaşandığı hareketli ve aynı zamanda bereketli bir yer... Şimdilerde hepten öyle.
İlk medeniyetin mimarları olan peygamberlerin çıktığı bu mübarek topraklar, rahat değil, her yeri fokur fokur kaynıyor. Hele de Gazze’de. Bir doğum öncesinin sancıları yaşanıyor sanki. Osmanlı’nın terk ettiği topraklar hiç kimseye yar olmuyor. Ama orada olanlar oluyor, analar babalar kan ağlıyor. Kalbimiz ağlıyor.
Kalp nasılsa, vücut da öyledir. Buraları bütün bir insanlığın kalbi. Kalbimiz hasta, hem de çok hasta. Biz de hastayız ve de yastayız.
Şu an için tek tesellimiz, vefat eden kardeşlerimizin şehit olarak ebedî saadeti kazanmaları...
Peygamber Efendimiz, “Mü’minler bir bedenin âzâları gibidir.” buyuruyor. Sade bir mü’min ne yapmalı bu durumda?
Herkes konumuna göre sorumlu olur. Bizler dua ediyoruz, edeceğiz… O kan orada akar da, mü’min yürekler durur mu burada? Madem bir vücudun azaları gibiyiz; bilsin kardeşlerimiz, çoktan duâya durdu dilimiz ve semaya doğru açıldı ellerimiz...
Kirlettiler kanımızı. Zehir ettiler hayatımızı. Oysa kan, damarda durmalı, damarda kalmalıydı. Çünkü kan damarda temizdir. Bir damlası aktı mı, önü alınamaz olur felâketin. Habil-Kabil kıssası bize neler söylemez ki? O günün zulmü katlanarak bu günlere de ulaşır. Kim ölürse ölsün dünyanın bir yerinde, eğer mazlûm ve mağdur ise, eğer bir de mü’minse ölen, aslında ölen biz, vurulan da bizizdir.
Filistin halkının yürek yakan bu dramını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anlık fotoğraflar, anlık haberler, vahşetin boyutlarını anlatmakta yetersiz. Bir ânı dondurup gösteriyor o kadar. Oysa acı çok derin. Ateş düştüğü yeri yakar.
Bazıları için, ölenlerin durumu sadece haberlerdeki rakamlardan ibaret. Halbuki bir insan, bir kâinat demektir. Şehit düşenlerin içinde, bir yakınımız, bir sevdiğimiz ya da kendi öz evlâdımız olsaydı böyle mi kalırdık? Duâlar bu kadar sönük mü olurdu? Sanmıyorum. Oysa onlar bizim mü’min kardeşlerimiz. Görmesek de, bilmesek de, Allah’ın (cc) Kur’ân’la bağladığı bir kardeşlik bağı bu. Kardeş kardeşe bu kadar uzak olur mu?
Kameralar, bir babanın kucağında evlâdının cesedini taşırken yüzündeki acıyı gösterdiğinde, insaniyeti ölmemiş hangi yürekten bir çığlık yükselmez ki? Çığlık, çığlığa eklenmez mi? Mü’min kalplerden yükselen her çığlık, bir çığ olup akacak oralara, hedefine ulaşacak inşaallah. Gözyaşlarımız kan olup akacak, bir sel olup çağlayacak. O kurak topraklara, zalimlerin taşlaşmış yüreklerine de ulaşacak inşaallah.
Bu yaşadıklarımız apaçık bir zulüm. Zulüm karşısında tavrımız ne olmalı?
Bütün dünya, bu vahşeti, bu faciayı seyrediyor. Yüreğinden kopan bir çığlık, kocaman bir çığ olup düşmüyorsa, seyreden de suçludur. Kılı kıpırdamıyorsa insanların, zulüm dünyayı sarmış demektir. Bu ise başlı başına bir felâkettir. Şu an böyle bir felaketi yaşıyoruz; ‘insanlık öldü mü?’ feryatlarını duyuyoruz her yerden. Eğer insanlık öldüyse mezarı Filistin olsun... Mezar taşı da Kudüs olsun.
Zulme rıza da zulüm olduğundan, zalimlerin icraatlarına seyirci kalmak kadar, zerrece olsun kalben meyletmek dahi büyük bir tehlikedir…
Dün Çanakkale’de, Bosna’da, Çeçenistan’da... Bugün ise Filistin’de ve daha birçok yerde hep mazlûm, hep mağdur biziz. Bizleriz. Müslüman kardeşlerimiz...
Bizim de uyanma zamanımız geldi artık. Aramızdaki kini düşmanlığı tepeden tırnağa, içten dışa söküp atmadan başkalarından yardım ve merhamet; Allah’tan ferec ve rahmet beklemeye hakkımız yok.
Yaşanan bu olayların geçmişten günümüze yansıması nasıl? Nasıl değerlendirebiliriz ?
Saadet asrından ibret alınacak bir hatıra var... Müslümanlara her fırsatta zarar veren ve aramızdaki birlik ve beraberliği bozmaya çalışan Yahudilerin iç yüzlerini gösteren bir olay:
Bir gün birkaç Müslüman genç, samimî bir havada sohbet ederken ihtiyar bir Yahudi bunları gördü. Bu hâlin İslâm’ın gittikçe kuvvetlendiğine bir alâmet olduğunu ve böyle giderse kendi aleyhlerine olacağını düşünüp hemen hain bir plan yaptı. Gidip genç bir Yahudi buldu ve “Şunların yanına gidip, Evs ve Hazrec kabilelerinin eski mücadelelerini hatırlat, onları tahrik et, aralarında fitne çıkart.” diye onu o Müslüman gençlerin yanlarına gönderdi.
O Yahudi de o gençlerin kabilelerinin cahiliye devrindeki kavgalarını anlatan şiirler okuyup gençleri tahrik etti ve birbirine düşürdü.
O genç Müslümanlar da kahramanlık damarıyla birbirlerinden korkmadıklarını göstermeye yeltendiler. Hemen koşup silâhlarını alıp bir meydanlıkta toplandılar.
Bu Yahudi fitnesi, o heyecanlı gençleri kanlı olaylara sürüklüyorken, bu olaydan haberdar olan Resul-i Ekrem Efendimiz (asm), hemen o gençlerin yanlarına gitti. Peygamber Efendimizi gören o genç sahabeler durakladılar. Rehber-i Ekmel olan Peygamberimiz o topluluğa hitaben şöyle buyurdu:
“Ey Müslümanlar! Allah’tan korkunuz. Allah’tan korkunuz. Aklınızı başınıza alınız! Daha ben sağ iken, içinizde bulunurken hâlâ cahiliyet işleriyle, vahşiyane dâvâlarla mı uğraşıyorsunuz?! Bu hareketlerinizin sonucunun ne olacağını hiç düşünmüyor musunuz?..”
Kaynayıp taşmak üzere olan bir süt, ateşi kapatıldığında nasıl sönüyorsa, Peygamberimizi (asm) dinleyen gençlerin galeyana gelmiş duyguları da sönüp gitti. Ve pişman olup ağlaşarak kucaklaştılar.
Biz yaşanan bu olaylardan kendimize nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?
Bütün bu yaşadıklarımızın bir güzel tarafı da, bütün Müslümanların aynı duygularda, aynı gaye ve dualarda birleşmesi olsa gerek... İnşaallah imandaki, kitaptaki, kıbledeki, dualardaki, duygulardaki bu birliktelik, aradaki mesafeleri ve engelleri yok edip, hasretini çektiğimiz bütün Müslümanların tekvücut olduğu günleri yakın edecek. Umudumuz ve duamız bu. Allah (cc) her şeye kâdir.
Son sözümüz, mazlum kardeşlerimize dua olsun isterseniz. Gönlünüzden nasıl bir dua kopuyor?
Duâlarımız ve kalplerimizdeki duygularımız birleşmeyen su damlaları gibi değil, ittihad etmiş, aynı idealde erimiş olarak akmalı. Kendi içimizdeki engelleri kaldırmadan rahmetin coşmasını bekleyemeyiz. İnşaallah bunu gelecek güzel günlerin hatırına ve yavrularımızın, torunlarımızın mutlu yarınları adına Rabbimizden, gönülden arzu edip isteyelim.
Birlikte ve birliğimiz için duâlar edelim. Biz bir ve berabersek, etten ve kemiktensek eğer, Rabbimizin rızası da rahmeti de bizimledir... Netice bize ait değil...
Rabbim, nefsimize ve şeytanımıza fırsat verme. Gazzeli, Filistinli ve dünyanın her yerindeki Müslüman kardeşlerimizi muhafaza ve muzaffer eyle. Sızlayan ve inleyen gönüllerin, gözyaşı döken gözlerin duasını kabul eyle. Rabbim, düşmanlarımızı kahruperişan eyle. İslâm’ı ve Müslümanları her yerde Azîz isminle izzetli eyle. Baştaki başlara akıl ve kalplere iman nasip et. Gözlerimizin önünde mü’min kardeşlerimiz katlediliyor, öldürülüyor. Allah’ım, bu zalimlerin, bu hunhar, bu kan emici vampirlerin, bu kalbimizi sızlatan hainlerin zulmünü yanlarına bırakma. Bu vahşete engel olmak için çırpınanlara maddî ve mânevî kolaylıklar nasip eyle.
Allah’ım, o, hiç kimsenin tahmin edemediği ve ne zaman geleceğini bilemediği İlâhî inayetini, Hendek gecesi, Bedir öncesi gibi füc’eten nasip eyle. Mazlûmların âhı şüphesiz arşa ulaştı. Dualarımızı da o masumlar hürmetine kabul eyle. Bu kıt’adan, bu topraklardan, bu zulmü reva görenleri, bir daha hiç dönmemek üzere bu mukaddes beldelerden def et, çıkar. Zillet ve meskenetin en ağırını ahiretten önce dünyada da onlara tattır yâ Rab! Amin.
Amin diyor, çok teşekkür ediyoruz.
Rabbimiz dualarımızı kabul eylesin. Ben teşekkür ediyorum.