TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

EDGAR MORIN “MEDENİYETLER ARASI DİYALOG HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR?”

İki farklı medeniyet diyaloğa girebilir mi? Benim görüşüme göre medeniyetler ya da kültürler diyaloga girmez. Sadece insanlar diyaloga girer. Bu insanlar da ‘öteki’nin varlığına açık ve onu tanımaya hazır olmalıdır. Farklılıklarımızı başlangıç noktası yaparak ortak bir zemin ve müşterek bir dil bulmamız mümkündür. Söz gelimi hepimizin istediği barış ise, çaba göstermek kaydıyla buna ulaşmak mümkün olabilir. Fakat Haçlı Seferleri sırasında Hristiyan dünyası, eğer hatırlanırsa, ne Müslümanlarla ne de Yahudilerle diyaloğa girebilecek durumda değildi. Çünkü onların nazarında diğerleri “kafir”diler. Bugün de ABD kendisini iyilik imparatorluğu, ama birilerini “şer ekseni” olarak tanımlıyor. Aynı şekilde onlar da ABD’yi “şeytan imparatorluğu” olarak görüyor. Böyle bir durumda diyalog imkansız bir iştir.

Yalnız şu noktayı gözden kaçırmayalım. Eğer bir medeniyet içinde birbirinden farklı düşünen insanlar varsa, o insanlar başka medeniyete mensup insanlarla diyalog kurabilirler. Mesela Batılı düşünürler içinde bazıları, İslâm’ın köktenciliğe indirgenemeyeceğini düşünüyor. Onlara göre İslâm geçmişte insanları medenileştiren büyük bir dindi. Aynı şekilde bu gün İslâm dünyası olarak bilinen yerlerde köktencilikten sekülerizme kadar çok değişik düşünceleri savunan insanlar var. Öyleyse bu iki medeniyet içinde diyaloğa hazır olan insanlar var demektir.

Tabii her şeyden önemlisi, diyalog söz konusu olduğunda diyaloğun şartlarına riayet etmektir. Diyalog iki tarafın karşılıklı olarak tezlerini ortaya koyduğu, argümanlarını sunduğu ve diğerinin de aynı şeyi yapmasına engel olmadığı, hatta destek olduğunda gerçekleşen bir şeydir. Siz karşınızdakine kendiniz için layık gördüğünüz kıymet ve saygınlığı gösterdiğiniz zaman gerçekleşir diyalog. Yoksa bir köle ile sahibi arasında diyalogdan bahsedilemez.

Gerçek diyalog, ötekini anlamaktır. Ötekini anlamak için öncelikle biz onu kendi bütünlüğü içinde anlamaya çalışmalıyız; onun inançlarını, geleneklerini, dünya görüşünü bilmeliyiz. Ötekinin, saygı duymaya değer özerkliğini kabul etmeliyiz. Sonra da, kendi içimizde ona karşı bir sempati ve ilgi beslememiz gerekir. Bunlar olmazsa, anlama da olmaz. Bugün dünyayı kollektif bir histeri sarmış durumda. Kimse kimseye karşı sempati beslemiyor, dolayısıyla da anlamıyor. Savaşlar bize karşımızdakini anlama zeminini kaybettirdi.

Fransa ve Almanya’ya bakın. Bu iki ülke bir buçuk yüzyıl birbirine düşman oldu. Fransa’da çocuklara Almanların zalim olduğu öğretildi. Almanya’da ise Fransızların değersiz olduğu okutuldu. Fakat İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tarih kitaplarının yenilenmesine karar verildi. Öğrencilerin daha geniş açılı bir bakışa sahip olmaları sağlandı. Yine de, bugün Batı Avrupa kendi tarihinin bazı noktalarını karanlıkta bırakmaya eğilimli. Mesela Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya’ya kadar ilerlediğini ve yüzyıllarca medenileştirici bir rol oynadığını pek görmek istemiyoruz. Fakat diyalog ve sempati için ‘öteki’ ile tarihsel bir zemine sahip olmanız gerekir.

Başka bir ifadeyle, diyalog için pek çok şartın yerine getirilmesi lazım. Hükümet ya da sivil toplum, ötekini anlamaya yardımcı kitaplar basmakla bu süreci kolaylaştırabilirler. Ama her şeyden önce karşılıklı saygı, eşitlikçi bir bakış açısı ve sempatik bir anlama gayreti şart!

 

***

 

MİZAH ÇOCUKLARDA NASIL GELİŞİR?

Araştırmalar mizah duygusundan yoksun çocukların yaşıtları tarafından daha az seviliyorken, komik olarak bilinen çocukların daha gözde olduğu fikrini ortaya koydu.

Psikolog Paul McGhee mizahın çocukların sosyal yeterlilik gelişiminde önemli bir rol oynadığını belirtiyor. McGhee, “Sizi güldüren birini sevmemeniz zordur.” diyerek ‘mizah yeteneği’ olan çocukların, çocuklukları boyunca sosyal etkileşimlerinde daha başarılı olduklarını açıklıyor. Yine üniversite öğrencileri arasında yapılan bir incelemede ‘eğlendirici olma’ niteliğinin arkadaşlığın üç temel boyutundan biri olduğu ortaya kondu.

Peki mizah çocuklarda nasıl gelişir?

Mizah yeteneği yaşamın ilk haftasından itibaren gelişmeye başlar. Bebek altı haftalıkken yüzünüze bir mendil koyup hemen kaldırdığınızda, bu “ce!” oyunuyla onu gülümsetebilirsiniz.

Mizah garip hareketlere dayalıdır. Çocuğunuz iki yaşına geldiğinde kafasına şapka yerine ayakkabı koymak onun için eğlenceli bir şeydir. Üç yaşına ulaşan okul öncesi çocuklar için sözlü ifadeler tek başına eğlenceli olabilir. Ona ayağını gösterip “el” demek, anne yerine baba demek ve bunu bir süre devam ettirmek çocuğunuzu kahkahalara boğabilir.

İlkokul çocukları kendiliğinden oluşan kaba saba şakaların yerine, komik buldukları hazır şakalara daha çok ilgi gösterirler. Birçoğu, dağarcığında bir sürü şaka ve bilmece bulundurmakla gurur duyar.

Mizah çocuğunuzun yaşamına zevk katmanın ötesinde, stres ve kaygıyla mücadele edebilmesini sağlar. Öfkeyle başa çıkmalarını ya da başka bir şekilde söylenmesi zor olan bir şeyi ifade etmelerini mümkün kılar. Çocuklarınızı şakalar yapmaları ve zor durumlarda bile mizahi bir yön bulmaları için cesaretlendirin.

 

***

 

• Küçük şeylerden zevk alabilmek,

• Lüks yerine zerafet aramak,

• Saygı istemek yerine değerli olmak,

• Zengin olmak yerine muhtaç olmamak,

• Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak,

• Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri, açık kalple dinlemek...

İşte benim senfonim!

— William Ellery Channing’in senfonisini en iyi şekilde ‘çalmak’ bütün insanların üstüne düşen bir görevdir.

 

***

 

“Koyun, çoban için değildir. Belki çoban, koyunlara hizmet içindir.”

— Biz tarih şeridinin en sonunda yaşayanlar iyi düşünceleri kendimize mal etmek isteriz. Ama Şeyh Sâdi yıllar öncesinden devlet-toplum arasında önceliğin topluma ait olduğunu zamanının lisanıyla ifade eylemiş.