TR EN

Dil Seçin

Ara

Nasıl Evliya Olunur? / Âyetler ve İbretler

“Bilin ki Allah dostlarına hiçbir korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar iman etmiş ve takvaya sarılmışlardır.”

Yunus Sûresi, 10:62-63

 

Allah dostları için büyük bir müjde içeren bu âyetler, aynı zamanda, bizim alışageldiğimizden daha farklı bir “evliya” tanımı yapıyor.

“Allah dostları” olarak tercüme ettiğimiz sözcüğün âyetteki aslı “evliyaullah”tır. Evliya ise veli sözcüğünün çoğuludur ki, bu sözcüğün buradaki anlamına en yakın mânâyı “dost” kelimesi dile getiriyor. Böylece, evliya için “Allah dostları” tabirini kullanmakla hem âyetin anlamına yaklaşmış, hem de bizim “evliya”dan anlamamız gereken mânâyı ifade etmiş oluyoruz.

Evliya dendiği zaman bizim hayalimizde canlanan insanlar da Allah dostları tanımına girmekle beraber, onlar, bizim dikkatimizi çeken daha başka belirgin özelliklere sahiptir. Biz, evliyayı, daha ziyade, olağanüstü işler yapan insanlar olarak biliriz. Dillerde dolaşan evliya menkıbelerinin çoğunluğu da bu özellikler üzerinde vurgu yapan menkıbelerdir. O kadar ki, eğer bir insan evliyaullahtan ise, bizim anlayışımıza göre, o insanın birtakım kerametler göstermesi, olağanüstü beceriler sergilemesi gerekir; bunu yapmayanı biz de evliya saymakta zorlanırız.

Fakat bu, sonradan ortaya çıkmış ve zaman içinde yaygınlaşmış bir anlayıştır. Halk kitlelerinin olağanüstülüklere karşı bir meyli vardır. Allah’ın veli kullarına zaman zaman bağışladığı bazı olağanüstü haller de bu yüzden halkın dikkatini toplamış, sonunda evliya kavramı, keramet ile neredeyse özdeşleşecek duruma gelmiştir.

Kur’ân’ımız ise, bu âyetlerde, evliyayı daha farklı bir şekilde tanımlıyor ve onların “iman eden ve takvaya sarılan kimseler” olduklarını bildiriyor. Böylece, evliya olarak anılabilecek kimsede iki özellik arıyor:

(1) iman,

(2) takva.

Bu özelliklerden imanın ne olduğunu biliyoruz. Takvaya gelince:

Genel anlamıyla “korunmak, sakınmak” şeklinde tanımlayabileceğimiz bu sözcük, bir Kur’ân kavramı olarak, “Allah’ın buyruk ve yasaklarına karşı gelmekten kaçınmak, bu suretle kendi davranışlarının kötü sonuçlarından korunmak” anlamını ifade etmektedir.

Kur’ân’da takva sahiplerini tanımlayan âyetler de vardır. Bu âyetler, çeşitli seviyelerdeki takva mertebelerini ifade ederler. Meselâ Bakara Sûresinin 2-4. âyetleri takva sahiplerini “iman eden, namaz kılan ve zekât veren kimseler” olarak tanımlarken, Al-i İmrân Sûresinin 133-135. âyetlerinde bu özelliklere şunlar da eklenmiştir:

- bollukta olduğu gibi darlıkta da Allah için harcamak,

- öfkesini yutmak,

- insanları bağışlamak,

- günahta ısrar etmeyip Allah’tan bağışlama istemek.

Daha başka âyetlerde, takva sahiplerinin bunlardan başka özellikleri de sayılmaktadır. Bu farklı tanımlar farklı takva mertebelerini, farklı takva mertebeleri de Allah dostlarının farklı mertebelerini ifade etmektedir. Namazını kılan, zekâtını veren kimse, Rabbinin emirlerine uymak suretiyle korunmuş, takvaya sarılmış bir kimsedir. Ama zekâtını verdikten başka, darlıkta da bağışlayabilen kimse bunun daha da ötesine geçmiş, daha üst seviyede bir takvaya erişmiş demektir. Buna bir de öfkesini yutmak, insanları bağışlamak gibi üstün ahlâk özelliklerini ekleyebilen kimsenin takvası ise, hiç şüphe yok ki, daha da üst bir seviyededir.

Takvada mertebeler bulunduğuna göre, takva sahibi olmak anlamına gelen “evliyalıkta” da mertebelerin bulunması gerekir. Onun için, “Takvaya sarılsam ben de evliya olur muyum?” sorusuna verilecek cevap “Evet” olacaktır. Ancak bu, bizim de bir Abdülkadir Geylânî olduğumuz anlamına gelmez. 

İman eden ve Allah’ın buyruk ve yasaklarına elinden geldiğince uymaya çalışan kimse, elbette ki Allah’ın dostları arasındadır ve bu âyetin müjdesinden elbette bir paya sahiptir. Bir filiz de, koca bir çınar ağacı da aynı mahiyete sahip olmakla birlikte, o mahiyetten eşit paya sahip değillerdir. Bir avuç deniz suyu ile koca bir deniz arasında da, mahiyet birliğiyle birlikte, pek büyük bir “mertebe” farkı vardır. İnsanın da eline geçecek olan kendi çalışmasının karşılığıdır; ne kadar çok çalışır ve takvada ne kadar ileri giderse, Allah dostluğunda da o kadar yükselmiş olacaktır. Yalnız şu kadarını bilelim:

İman sahibi olduktan ve takvadan da bir payımız bulunduktan sonra, âyetin tanımına göre, biz de Allah dostları arasındayız demektir.

İşte bu müjde, bize bu dostluğu daha da pekiştirmek ve daha ileri mertebelere erişmek için çalışmak şevkini kamçılamalıdır.