‘Araba sevdası’ sadece bizim gibi (zamanında ‘Frenklere özenti’ olarak küçümsense de) tarihî kavşaklardan birinde Batı’ya direksiyon kıran toplumların hayat tarzlarındaki dönüşümün parçası olmaktan ibaret değil. Büyük bir eritme potası olan Amerikan toplumunun uluslaşma sürecinde de araba kullanımının şaşırtıcı etkileri bulunuyor.
İp gibi yolda ilerliyorum. Dört beş şeritli yollar var. Ta 1950’lerden kalma otobanlar. Amerikan toplumun can damarı bu yollar. Sürekli akan bir trafik. Yollar ve yollardaki şeritler cetvelle çizilmiş. İnsan sayısından daha fazla araba bulunan bu ülkede yollar ne ömürler tüketmiş kimbilir. James Dean herhalde yolların çağrısına hız yaparak cevap verdi. Uçsuz bucaksız (uçları okyanus bir geniş ülke) Amerika’da milyonlarca insan her gün arabayla içli dışlı yaşıyor. Amerikan radyolarında her hafta düzenli olarak “araba muhabbeti” yapan programlar var. Amerikalılar en az başka insanlar kadar arabaları da tanıyorlar. Onları sevip onlara hasta bile olabiliyorlar. Sürekli seyir halindeki Amerikan toplumunun ürettiği en önemli devrimlerden birisi de kitlesel araba üretimi ve dehşetengiz Ford fabrikalarıdır.
Birkaç haftadır Washington DC’de çalışıyorum. Ama komşu eyalet Virginia’da oturuyorum. Her gün binlerce insan gibi ben de sabah yola çıkıyorum. Onlarca millik yolda binlerce araba ilerliyor. Bir elektronik tabela yol üzerinde bilmem kaçıncı milde bir kaza olduğunu ve sondan ikinci sol şeridin tıkandığını yazıyor. Amerikan trafiği sürprizlere en kapalı trafik. Kendini yukarıdan görebilen bir trafik. Belki de dünyanın ilk GPS (Global Positioning System: Küresel Konum Tespit Sistemi) toplumu diyebiliriz bu toplum için. Herkes önünü görebiliyor. Yolun ve geleceğin en çok kestirilebildiği ve kestirme yeteneğine en çok önem ve önceliğin verildiği yerlerden biri Amerika.
Dünyada en çok haritaya geçirilmiş ve dünyada harita ile kendisi arasında birebir tercüme yapılabilen tek coğrafya Amerika. Her arabada mutlaka harita bulunuyor. Yollar ileride ne olacağını haber veriyor. Araba kullanımı o kadar kolay ve kitlesel ki benim gibi Türkiye’de araba kullanmak için cesaretini toplaması gerekenler bile burda çok rahat direksiyon çevirebiliyorlar. Bütün dünyanın tersine burada arabaların yüzde doksanı otomatik. Bir yandan ıvır zıvır atıştırırken bir yandan da araba kullanmak Amerika’da ayıptan değil âdetten sayılıyor.
Merak edilecek bir soru şudur: Araba kullanımının Amerikan toplumunun uluslaşma sürecine etkisi ne olmuştur? Burada ulus kavramını bireylerin eritilmesinden elde edilen kitlesel bir bünye anlamında kullanıyorum. Araba kullanımı (şoförlük) acaba insanların hayatlarını nasıl etkiliyor? Sürücülük ortalama insanın muhayyilesini nasıl etkiliyor?
Araba kullanmak öncelikle daha çok kurala tâbi olmak demek. Kurallara tâbi olmak demek, keyfilikten sıyrılmak demek. Araba kullanan insan, her zamankinden daha çok başka insanların da davranışlarını hesaba katmak zorunda kalıyor. Sıraya girmesini, hizaya gelmesini öğreniyor. Şerit tutmasını öğreniyor. Hele arkada hiç acımayan polis saklanıyorsa bütün şoförler kuzu kesiliyorlar. Araba kullanan herkes, tabir caizse, ipini kuralların eline veriyor. Araba kullananlar, kendilerinin üstünde görünmez olduğu halde bütün yolları gören bir tepegöze kendilerini teslim ediyorlar. Araba kullananlar, yaya hallerinden daha çok hayatlarını diğer araba kullanıcılarının hayatlarına bağlı hâle getiriyorlar ve öyle görüyorlar. Haksız da değiller. Kurallar birer ip gibi seyir halindeki bütün arabaların (şoförlerin) içinden geçip onları tespih taneleri gibi birbirine bağlıyor. Neticede adına trafik dediğimiz heyula (‘trafik canavarı’ başka anlama geldiği için kullanmıyorum) ortaya çıkıyor. Araba kullanımı, bireylerin eriyip ortak bir beden hâline gelişlerinde muazzam bir terbiye edici işlev görüyor.
Amerika’da araba kulanımı insanları gerçekten de bütünleştiriyor (belki de yok ediyor). Bunu anlamak için en iyi yol Amerika’daki araba kazaları ile Türkiye’deki araba kazalarını karşılaştırmaktır. Amerika’da iki araba çarpışırsa ne olur? Araba kullanan insanlar arabalarından inerler. Herkes bir vaziyet kontrolü yapar. Hasar ne durumda diye bakar. Sonra, taraflar bir araya gelirler. Neredeyse hiçbir şey söylemeden birbirlerine (genelde muhtemel hatalı taraf diğerine) ehliyetini ve irtibat bilgilerini verir. Hiç bir şekilde tartışmaz ve genelde asgarînin dışında konuşmazlar.
Türkiye’de kaza olunca ne olur? İki taraf hemencecik inerler. Herkes öfkesini karşı tarafa karşı kaldıraç olarak kullanmak için körükler. Birazdan karşılıklı suçlamalar ve bağrışmalar başlar. Bu arada da karşı tarafın kim olduğu tespit edilmeye çalışılır. “Hemşerim nerelisin?” gibi küçük ataklarla karşı tarafın haritası çıkartılır. Bazan taraflar tanışırlar, ahbap olurlar. Bazan da kavga ederler.
Şimdi bu iki kazayı karşılaştırdığımızda yüzeysel olarak şöyle bir sonuç çıkartılabilir: Bizimkiler geri kafalı ve gayrı medeni. Amerikalılar sistemi oturtmuşlar ve medenîce hallediyorlar. Halbuki bu sonuç yanlış ve eksiktir. Belki de bizimkilerin durumu o kadar da kötü değildir. Neden?
Amerika’daki kazada iki taraf da kanuna tabi oldukları için aslında söz konusu olan “iki” arabanın çarpışması değil “tek” bir arabanın (sistemin) hata yapmasıdır. O yüzden de tarafların çarpışmasından doğan bir gürültü patırtı yoktur. Türkiye’deki kazada ise gerçekten “iki” taraf vardır. Ve onların çarpışmasından gürültü, bazan da kavga çıkmaktadır. Buradan çıkarttığım sonuç şudur: Türkiye (ve benzeri toplumlar) aslında Amerikan toplumundan çok daha bireyselliğe sahiptir. Amerikan toplumu, iddialarının ve sanılanın aksine bireyci bir toplum değildir ve Amerika bireyin en çok zapt u rapt altına alındığı ülkedir. Bu konudaki çıkarımımızı Amerikan polisine bakarak destekleyebiliriz. Onu da gelecek sefere bırakıyorum. Bir düşünün bakalım, neden Amerikan otoban polisi hep güneş gözlüğü takar?