TR EN

Dil Seçin

Ara

Trafik Cezası

Trafik Cezası

1992’de Yeshiva Üniversitesi tarafından geliştirilen “Masumlar Projesi”, ABD’de yalancı şahitlik, yanlış görgü şahitliği, baskı altında zorla yaptırılan itiraflar veya kötü avukatlar gibi nedenlerle hapse girmiş birçok mahkuma yardımcı oluyor. DNA veri tabanları ile suç mahallindeki bulgular karşılaştırılarak yapılan eşleştirmeler ile gerçek suçlular ortaya çıkarılırken, haksız yere hapse giren pek çok insan da özgürlüğüne kavuşuyor.

1992’de Yeshiva Üniversitesi tarafından geliştirilen “Masumlar Projesi”, ABD’de yalancı şahitlik, yanlış görgü şahitliği, baskı altında zorla yaptırılan itiraflar veya kötü avukatlar gibi nedenlerle hapse girmiş birçok mahkuma yardımcı oluyor.

DNA veri tabanları ile suç mahallindeki bulgular karşılaştırılarak yapılan eşleştirmeler ile gerçek suçlular ortaya çıkarılırken, haksız yere hapse giren pek çok insan da özgürlüğüne kavuşuyor.

Şu ana kadar 367 kişi DNA testleri ile aklanarak dışarı çıktı. Bunlardan 41’i hiç işlemedikleri suçları itiraf ederek hapse girerken, 21’i idam cezası ile yargılanmıştı.

40 yıla yakın haksız hapis yatanların olduğu adalet siteminde, bu proje ile aklanıp özgürlüğüne kavuşan masumların ortalama hapis yatma süresi 14 yıl. 

 

Bir sabah erken saatte müdürümün acilen çağırmasının hemen ardından kendimi, cep telefonumu mahkeme kapısının önündeki memura teslim ederken buldum. Fairfax’de trafik cezası yemiştim ve uzun boylu polis elime mahkeme kâğıdını tutuşturmuştu. Daha önce hayatımda hiç mahkemeye gelmemiştim. Şu anda da bu kalabalığın içinde yalnızdım. Arka sıralardan birine oturdum ve beklemeye başladım. Hoparlörlerden yapılan duyuru trafik suçları nedeniyle gelenlerin, birkaç duruşmanın ardından alfabe sırasına göre isimleriyle çağırılacağını anlatıyordu.

Bir dakika… Benim kalbim normalde bu kadar hızlı atmaz aslında… Gardiyanların arka kapıdan hapishane kıyafetleriyle getirdikleri ayakları zincirli kadın mı, yoksa onun hikayesi mi tansiyonumu yükseltti acaba? 25 yaşındaymış, 5 yıldır sokakta yaşayan bir bağımlı imiş, ormanda yatıp kalkıyormuş. Dinledikçe gerginliğim artıyor mu ne? Yoksa esas beni heyecanlandıran biraz sonra herkesin önünde ayağa kalkıp o korkunç soruyu cevaplamak zorunda olmak mı?

“Suçunuzu kabul ediyor musunuz?”

Aman Allah’ım! Ne desem?..

Sanki gözümü bir kırptım, tekrar açtığımda bir Amerikan filmindeyim. Nasıl kurtulabilirim bu işten? Polis elindeki cihazdan yaptığım hızı bana göstermişti. Üzerindeki rakamlar gözümün önüne gelince kalbim daha da hızlandı. Arkadaşımın eşinin buna benzer bir durumdan sonra üç gün hapse girdiği de aklıma gelince soğuk ter dökmeye başladım.

Ve işte o an gelmişti… Hâkim ismimi söylüyordu… Ayağa kalktım… Salon oldukça kalabalık ve herkesin gözü benim üzerimde… Soruyu da sordu… Ne diyeceğim ben şimdi? Radar bozuktur mu desem?

Birdenbire, binlerce perde gözümün önünden kalktı sanki… Ölmüşüm…Gardiyanlar, memurlar ve hâkim hepsi melekler… Salondaki diğer insanlar da benimle beraber ölmüşler. “Büyük melek” bana “Bunu yaptın mı, yapmadın mı?” diye soruyor. Sanki kendimi yukarıdan seyrediyorum gibi hissediyorum. “Evet,” diyorum. Podyuma gelip açıklamamı istiyor. Ön tarafa, soldaki podyuma doğru yürümeye başlıyorum. O kadar sessiz ki, yere iğne düşse duyulacak. Herkes bana bakıyor… Allah’ım bu ne uzun mesafe imiş, yürü yürü bitmedi… Saatlerdir yürüyorum sanki…

Nihayet geldim… Ve sonunda dürüstçe o sabah neler olduğunu hâkime anlattım. Diğer tarafta, soldaki podyumda ise beni yakalayan polis, yani diğer “melek” vardı. “Büyük melek” ona dönerek sürücü kayıtlarımı sordu. Memur ona benim için “Artı bir” dedi.

“Bu ne anlama geliyor şimdi?..” derken, uzun lafın kısası, “büyük melek” beni affetti. ‘Artı bir’ olmak iyi bir şeymiş. Özgürce buradan çıkabileceğim… Kelepçe de yok… Çok şükür!

Dış kapının önünden adımımı atar atmaz soğuk hava yanaklarıma çarpıyor. Derin bir nefes alıp kendime, artık rahatlayıp gerçek hayata dönmeyi telkin ediyorum.

Sonra düşünüyorum: “Bu dünyada ölümden daha gerçek ne var?” Öncelikle, her gün olan bir şey ölüm, daha doğrusu her dakika, milyonlarca kere. Ve asıl gerçek şu ki, ben de öleceğim. Bilmiyorum nerede, ne zaman, kiminle, ne yaparken… Ama kesin bildiğim şu ki, bir gün yeni bir dünyaya doğmak için öleceğim; ve gittiğim yerde ilk yapmam gereken şey de “bazı sorulara cevap vermek” olacak. Sorgulama olmaması ihtimali var mı? Kanun ve kurallarla idare edilen bu ülkede ufak bir kuralı çiğner çiğnemez kendimi mahkemede buldum, hiç bu kocaman, kalabalık, mükemmel kâinat kanunsuz ve kuralsız olur mu? Ve dahası, o kurallara uymayanlara hiç sorgu sual yapılmadan olur mu?

10 dakika önce basit, tek bir soruyu cevaplandırmaktan çekinmiştim. Belki de ölümden değil bu sorgulamadan korkuyorum. Bir trafik cezası, 3-5 gün hapis korkusu için tansiyonum fırladı, bütün hayatımın an be an hesabını verebilecek miyim? Bir melek gelip, “Nihal, artı bir.” diyecek mi? Ne güzel olurdu!

Peygamber Efendimiz’e (asm) gelip, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye soran adamın kıssası aklıma geldi. Hikayeyi bize anlatan Kur’an, soruya bir sonraki ayette cevap veriyor: De ki: “Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir.” (Ya Sin, 36: 78-79)

Bu ayet, ilk ve orijinal bir şey yaratmanın, planlar ortaya çıkıp sonuçlar görüldükten sonra tekrar yapmaktan çok daha zor olduğuna da dikkat çekiyor.

Yine düşünmeye başlıyorum… Öldüğüm zaman, sorulara cevap vermem gerektiğinde, hemen orada ve o anda her şeye kadir olan Rabbimiz beni bir tuz kristalinden bile ufak bir parçadan DNA’mı bıraktığım sahneler ile birlikte yaratsa ve sorsa: “Bu günahı işledin mi?”

Kendimi o sahne içinde seyrederken ne diyeceğim? Allah’ın radar ve kameralarının yanlış olma ihtimali var mı? O stres altında konuşup dürüstçe doğruyu anlatabilecek miyim? Yanlış bir şey yapmış isem utancımdan nasıl cevap verebilirim?

Sadece ‘ne yaptıklarım’ da değil beni endişelendiren, aynı zamanda ‘ne yapmadıklarım’ da var. Geçmişe bakıyorum… Akıllıca kullanabildim mi vaktimi? Yoksa bedava verildi zannedip, öylesine boşa mı harcayıverdim…

Çekingen bir insanım… Yeni bir mahalleye, okula, şehre alışmak kolay değil benim için… Hiç görmediğim ve alışık olmadığım melekler, ruhlar, zebaniler, ve cinlerin olduğu bu yeni dünyada ilk anda tek başıma nasıl idare edeceğim? Ama çok da merak ediyorum öbür dünyayı… Nasıl olacak acaba hiç sorumluluğu olmamak; işe gitmemek; namaz kılmak, oruç tutmak, bulaşık çamaşır yıkamak gerekmemek?..

En azından emin olduğum bir şey var: Ölümümüzün ardından yeniden doğduğumuz o dünyada, hiç yanlış hüküm verilmeyecek. “Masumlar Projesi”ne orda ihtiyaç kalmayacak. Ve o güzel cennet bahçelerinden korkunç cehennem çukurlarına kadar vaad edilen her şey orada olacak. Ama yine de, hazır mıyım? Ömrümde tamamen hazırım dediğim bir an gelecek mi?..

Aynı zamanda kendimi küçük bir köyde, mütevazi bir evde yaşayan şu cahil insan gibi hissediyorum: Kral tarafından, oranın en önemli insanları ile birlikte bir bayram için saraya çağırılmış. Gittiği yerde en güzel hediyeleri alıp ölümsüzlük iksirini içecek ama gitmekte kararsız… Çünkü giderken kralı memnun edecek bir hediye ile gitmek istiyor, ama ne götüreceğini bilemiyor. Zaten her şeyin krala ait olduğu bu ülkede, bu zengin, cömert ve hiçbir ihtiyacı olmayan krala ne götürebilir ki…

Öyle değil mi? Namaz kıldıysam onun bana verdiği sağlıklı beden ile değil mi? Sadaka verdiğim mal zaten onun değil mi? Sanki her yaptığım iyilik için daha yapmadan ücretini almışım gibi… Onun rızası için küçük bir şeyler yapmaya, niyetlerimi halis tutup ihlaslı olmaya çalışsam da kendi yaptığımdan değil, ancak onun sevgisinden, onun rahmet ve kereminden ümitliyim.

Bu dünyayı bırakıp öbür tarafa gitmek için insanı gayrete getirecek bir şey daha var. İnsanda bilmemekten, tanımamaktan, imkanların el vermemesinden, eğitimini alamamaktan, gençlikten, toyluktan, yaşlılıktan ve daha birçok sebepten bir türlü açığa çıkamayan kabiliyetler, duygular, zeka, sevgi ve daha nice adını bile bilemediğimiz ince latifeler… Beynimizin, kalbimizin çok azını bu dünyada kullanabiliyoruz. Bu potansiyel halde kalmış duygu ve latifeler anne karnında sıkışmış bir bebek gibi değiller mi? Onlar da açığa çıkıp inkişaf etmek istemezler mi? Allah hiçbir şeyi boş yaratmadığına göre bunun gerçekleşeceği bir yer yaratmaması, ve bir insanın bunları görmek istememesi mümkün mü?

Sonunda arabamı nereye park ettiğimi ve sürekli çantamın içindeki kara delikte kaybolan anahtarlarımı buldum. Okula gitmem lazım. İlk dersi zaten kaçırdım. Planlarımı yetiştirmem için en azından üçüncü derse yetişsem iyi olacak. Şanslıyım; hiç trafik yok bu saatte. Yollar bomboş. Önümde de kimse yok. Biraz daha hızlı mı gitsem? Azıcık… Sağ ayağım kaşınmaya başladı… Kim görecek günün bu saatinde bu tenha yerde?.. Sadece, ama sadece son bir defa daha…