Trafik herkes için büyük bir sorun.
Trafik sizi her an öldürebilir veya sakat bırakabilir. Saldırıya uğrayabilir, dövülebilir, felç olabilir, yaralanabilir hatta denize atılıp boğulabilirsiniz.
Evinizden çıkıp işinize gidiyorsunuz. Giderken, trafikte aldığınız stres o gün akşama kadar alacağınız strese nerdeyse eşit oluyor.
Aynı şey eve dönüş sürecinde de geçerli.
Evinizin bulunduğu sokaktan çıkarken, adeta burnunuzun ucundan füze gibi silip geçen bir araç… Adrenalin seviyeniz ilk pikini yapıyor.
Hemen ileride önünüzdeki araçla aranıza giriveren bir roket… Kaza yapmamak için bütün ustalığınızı kullanıyorsunuz.
Kavşakta siz hareket etmişken, aracınızın burnunu teğet geçen dev bir çimento kamyonu, yine yüreğiniz ağzınızda.
Biraz sakinleşip soluklanmışken arkanızdan farla taciz eden bir diğeri… Güçlükle sağa yanaşıp, yolu geçiş üstünlüğü olan(!) araca veriyorsunuz.
Eh! Neyse, yol rahatladı biraz nefes aldınız derken, önünüzde iki şeridi birden kullanarak giden bir araca takılıyorsunuz. Yirmi kilometre hızla gidiyor. Kendinden geçmiş… Nerde olduğunun farkında değil. Çünkü telefonla konuşuyor. Ufak bir uyarınız çıngar çıkarabilir; saygılı olmalı görüşmesi bitinceye kadar hürmette kusur etmemelisiniz…
Elbette bu arada arkanızda konvoy oluşuyor. Biri önünüzden, diğerleri arkanızdan sürrenallerinizi zorluyor.
Az ileride…
İki şeritli yolda, sağ şerit boylu boyuna park etmiş araçlarla kaplanmış, hatta yer yer ikinci sıra parklar da eklemlenmiş, trafik tek şeritten akmaya çabalıyor.
Trafiği bu şekilde felç eden araç sahiplerinden biri aracının yanına geliyor. Aracına binerken yüzüne bakıyorsunuz. Hiçbir mahcubiyet alâmeti yok, “bu dünya ve bu yollar benim için yaratıldı…” havalarında.
İş yerinize yakın kavşakta da kırmızı ışığın altına park ederek yan bakkaldan “ekmek alma” üstünlüğünü kullanan bir sürücü… Kavşağı bir huni gibi daraltıyor. Tabii ki “üstünlük” hakkını kullanıyor…
Tam hastaneye gireceksiniz. Gözleriniz fal taşı gibi açılıyor. Tam acilin girişine, girişi bile kapatacak şekilde park etmiş “ayrıcalıklı” bir vatandaş daha.
Ambulans gelmiş dayanmış, arkasında da üç-beş araçlık bir konvoy oluşmuş… Belli ki ambulanstaki hastanın yakınları… Epey bağrış-çağırıştan sonra “ayrıcalıklı vatandaş” arz-ı endam ediyor. “Ne olmuş yavvv…” havalarında. “Çekiyoruz işte… patlamayın” filan…
Otuz yıldır trafiğin içindeyim. Hiç görmedim; pike yaparak zikzak gidene, ışık direğinin altına park edene, yolu geçilmez hale getirene, telefonla konuşarak arkasında konvoy oluşturana ceza verildiğini…
Siz görmüş olabilirsiniz, ama ben hiç görmedim. Eminim… Görmedim.
İşte bu kişiler, yolları kan gölüne çevirenler. Bayram tatilinde yüz otuz bilmem kaç ölüme neden olanlar…
İnsanları öldürüyorlar; işinize giderken, enerjinizi tüketip ruhunuzu öldürüyorlar… Bayramlarda da bedenimizi öldürüyorlar…
Onlara “DUR!..” denmesi gerekiyor.
…
Acaba diyorum, namaz kılan her vatandaşımız, namazın güzelliklerini seccadenin dışına taşısa, bunlara bir çözüm olmaz mı?
Ana yola çıkarken, sabırla beklese…
Kırmızı ışıkta hiç geçmese…
Yanlış yere park etmese…
Sabırsız birilerine, buyurun siz geçin diyebilse…
Trafik böylece centilmenlikle tanışsa…
Namazda kurallara uyduğu gibi, her şeyi kuralına uygun yapsa insanlarımız.
Trafikte telefon kullanamasa; namazda kullanmadığı gibi.
Hız sınırına uysa; Allah’ın yollardaki haksızlıkları da gördüğünü hatırlasa…
Namaz kılanlar bunları yapsa; acaba toplumda neler neler değişir?
“Şu yanımdan geçen aracın sürücüsü ne kadar beyefendi, hiç kimseyi rahatsız etmeden hareket ediyor… Herhalde namaz kılan bir insan olmalı…” Böyle dedirtebilsek; namazımız hayatımızı şekillendirse… Böylece, namazı seccadenin dışına da taşımış olsak neler değişir neler!..