TR EN

Dil Seçin

Ara

Evreka! Evreka!

Evreka! Evreka!

İsa peygamberin dünyaya gelmesinden 250 bilemedin 300 yıl kadar önceydi.

 

İsa peygamberin dünyaya gelmesinden 250 bilemedin 300 yıl kadar önceydi.

Sirakuza Kralı Zalim Hiero, sarayının taş avlusunda düşünceli düşünceli geziniyordu.

Kralın elinde, birkaç ay evvel, 500 gram ağırlığındaki altın bir külçeyi kuyumcuya vererek, yaptırdığı taç vardı. Taç kuyumcuya verilen altın külçe ile aynı ağırlıktaydı: 500 gr. Ama Hiero’nun içi hiç rahat değildi. Çünkü kuyumcudan fena halde pirelenmişti.

Ona verilen altından bir miktar çaldığını, çaldığı miktar yerine de tacın içine gümüş koyduğunu düşünüyordu!

“Peki ama, tacı ateşe atıp eritmeden içinde gümüş olup olmadığını nasıl anlayacaklardı?”

İşte Kral Hiero’yu sabahtan beri taş avluda bir aşağı bir yukarı getirip götüren şey buydu.

Düşündü.. düşündü.. düşündü! Ve aklına olağanüstü parlak bir fikir geldi!

“Bana Arşimet’i çağırın!”

Arşimet, Kral Hiero’nun yakın dostuydu. Evini de, zırt pırt çağırıldığı için, saraya yakın bir yerde kiralamıştı. Bu muhitte kiralar çok pahalıydı ama Kral, arada bir ona harçlık verir, sarayın sıhhi tesisat işlerini gördürüp, cebine para koyardı.

Nöbetçiler, kapısına dayanıp “Kral seni çağırıyor!” deyince, apar topar harmaniyesine dolanıp, koşa koşa sarayın avlusuna gitti.

- Buyrun kralım beni emretmişsiniz!

- Arşi!

Çok samimi oldukları için Kral Hiero, Arşimet’e hep böyle seslenirdi.

- Kralım!

- Arşi canım çok sıkkın!

- Hayırdır!..

- Bak buna bak!

- Aaa yeni tacınız! Ne kadar da güzel olmuş. Tam sizin o koca... şey yani asil kafanıza göre!

- Taç güzel ama Arşi, benim içimde büyük bir şüphe var!

- Nedir?

- Ben kuyumcuya 500 gram altın verdiydim.

- Eee ..

- Bu tacı götürüp mahallenin bakkalında tartırdım.

- Eee, eksik mi geldi!

- Yok, tam 500 gram, hiç eksiği yok!

- İyi ya işte, daha ne?

- Ama ya o hınzır kuyumcu benim 500 gram altınımın içinden 200 gram altını çaldıysa; yerine de 200 gram gümüş ya da bakır ya da ne bileyim ben.. Başka bir şey koyduysa?

- Yapar mı?

- Yapar! Niye yapmasın? Buldu benim gibi yumuşak yüzlü kralı, yapar!

- Bak Arşi, Arşimet! Sen bu işi çözersin. Tacı eritip bozmadan bunu anlamanın bir yolu mutlaka vardır. Bul sen o yolu!

- Var mıdır gerçekten?

- Vardır vardır!

- Peki o zaman ben tacı alıp gideyim, bir iki gün bana müsaade et... Tacı alıp evinin yolunu tutan Arşimet’i, derin bir düşünce sarmıştı.

Krala göre bu işin bir yolu vardı ama Arşimet için tacın içindeki gümüş olup olmadığını anlamanın hiçbir yolu yoktu. Varsa da, o bunu bilmiyordu.. Şimdilik tabi...

Arşimet, o gece düşünüp kaşınmaktan uyuyamadı.

Sabah olduğunda, hala daha, içine düştüğü bu işten nasıl sıyrılacağını düşünüyordu.

“En iyisi, ‘İnceledim araştırdım bunda şu kadar gümüş var!’ diyerek, işin içinden çıkmak!” dedi.

Ama o zaman, zavallı kuyumcunun derisini yüzer, içine saman doldurup, bir eşeğin üzerine ters oturtur Roma’ya gönderirlerdi. Yazık değil miydi adama!

“O zaman, bunun içinde gümüş mümüş yok! Safi altın derim olur..” dedi Arşimet.

Peki ya, Kral bu açıklamadan tatmin olmayıp, tacı eritmeye kalkarsa! O vakit altın ile gümüş birbirinden ayrılır, Kral da Arşimeti ortadan ikiye ayırırdı!

“Offf! Ne yapacağım ben şimdi dedi Arşimet. “En iyisi hamama gidip bi banyo yapayım!’

Havlusunu, peştamalini, duş jelini, plastik ördeğini ve evde bırakırsa çalınacağından korktuğu tacı yanına alan Arşimet, hamamın yolunu tuttu.

Hamamda, kocaman tahta bir su fıçısının içine giren Arşimet, bir yandan sabunlanıyor, bir yandan da türkü söylüyordu.

“Evreka yolları dar daaaaar! Bana bakma benim işim var!”

O sırada hamamın tellakı Arşimet’e

“Abi kese, masaj falan ister misin?” diye sordu. Arşimet, tellakı kibarca yanından uzaklaştırdı. Çünkü düşünmesi gereken çok önemli bir problem vardı.

İşte tam o sırada ilginç bir şeyi farketti. İçine girdiğinde onun çelimsiz bedeni kadar su, fıçıdan dışarıya çıkmıştı.

Dışarıya taşan suyun hacmi ile, Arşimet’in suyun içine giren vücudunun hacmi aynı miktardaydı.

Öyleyse bu taç tamamen saf altından yapıldıysa, onun küvetten taşırdığı suyun hacmi, 500 gramlık bir altın külçesinin taşıracağı suyun hacmine eşit olmalıydı.

Eğer tacın içine 50-100 gram gümüş karıştırıldıysa, taşan su miktarı 500 gramlık bir altın külçesinin taşıracağı suyun hacmine eşit olamazdı.

Yapılacak küçük bir deney, tacın içinde gümüş olup olmadığını ortaya çıkaracaktı. İşte hepsi bu!

Arşimet bulduğu bu “Hacim karşılaştırma yöntemi”ne o kadar sevindi ki, kendisini çırılçıplak hamamdan dışarıya atıp “Evreka! Evreka!” diye bağıra bağıra, sokaklarda koşmaya başladı.

Tabii kısa bir süre sonra zabıtalar tarafından yakalanıp üstü başı giydirildi.