TR EN

Dil Seçin

Ara

Fe eyne tezhebun?

Fe eyne tezhebun?

Bir tren düşün, bütün heybetine rağmen, kendine ayrılmış o incecik yoldan

milim şaşmadan giden bir tren. Ve o kadar hızlı gidiyor ki, hani gözlerini kapatsan, bir ân için, onun düşüyor olduğunu sanabilirsin…

Düşer gibi giden bir tren bu… Hiç durmadan, asla yavaşlamadan… Ve içi yolcularla dolu…

Durgun göllerin, engin denizlerin kıyılarından, koyu yeşil gölgelikli vadilerden, altın renginde iri ve dolgun buğday başakları ile kaplı tepelerin eteklerinden geçiyor tren...

Kuşlar yetişemiyor hızına...

Bütün bulutlar hep geride kalıyor...

Zaman hızında gidiyor bu tren...

Bizzat kendisiydi sanki zamanın ve her şey onun gerisinde kalırken, o her şeyi geçiyor...

Sık sık karanlığı kadar derin, derinliği kadar karanlık bir bir tünele giriyor. Sanırsın gece oluyor... Sonra, nefes alan sabahları ile gün yeniden

doğuyor sanki... Her yer öyle bir aydınlanıyor...

Ve tren, altında dağların, taşların, dev gibi kayaların aralarından heyecanlı bir coşku ile çağlayan nehirlerin aktığı köprülerden de geçiyor...

Tren, giderek geçiyor...

Günler, haftalar, aylar, mevsimler dolusu yıllar geçiyor... Sıradağlar gibi asırlar bırakıyor arkasında...

Gözlerini bir an için kapatsan, onun düştüğünü bile sanabilirsin… 

Düşer gibi giden bir tren bu... Hiç durmadan, asla yavaşlamadan... Ve içi yolcularla dolu...

Yolculardan bazıları bu trene henüz bindirilmiş gibiler. Her hallerinden trenin acemisi oldukları besbelli. Pencerelerden dışarısını seyrediyorlar heyecanla, trenin içinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlar. Yerlerinde oturmak istemiyorlar. Oturdukları yerin kendi yerleri, kendilerine ayrılan yer olduğundan emin olmak istiyorlar...

Her birine ayrılmış özel bir yer var çünkü... Başka hiç kimsenin dolduramayacağı bir yer... Herkes kendi yerini arıyor...

Birtakım yolcular ise daha tecrübeli...

Onlar kendilerine çeşitli işler bulmuşlar, kimi kitap okuyor, kimi sohbet ediyor yanındakilerle, bazıları da dışarısını seyrediyor...

Herkes, kendine bir iş edinmiş...

Bir kısmı ise sanki çok uzun zamandır bu trendelermiş gibi. Dalgın ama bir miktar da mahzunlar... Bazılarının endişeli bir halleri de yok değil... Çantalarına sıkıca sarılmışlar indirilecekleri durağa yaklaşmış gibi bir halleri var sanki...

Fakat, acayip!

Bu tren hiç durmadığı hatta yavaşlamadığı halde, sürekli birileri indiriliyor aşağıya ve onların yerine başkaları bindiriliyor…

Kimlerin ne zaman bindirileceğini kimse bilmiyor… Kimlerin ne zaman indirileceğini de öyle… Ne trene bindirilenler, binecekleri vakte karar verebiliyorlar; ne de indirilenlerin haberi oluyor son durağa gelip gelmediklerinden…

Ama belli ki, kimse bu trende kalamıyor…

Dışarıdaki neşeli manzaralara dalıp aldanmakta fayda yok! Kimseyi bu trende bırakmıyorlar.

İçeride ne ile oyalanırsan oyalan! Binenlerin bir gün mutlaka trenden indirileceği kesin… Kimsenin bundan şüphesi yok… Herkes indirileceğini biliyor da, ne zaman indirileceğini bilmiyor…

Düşer gibi giden bir tren bu…

Hiç durmadan, asla yavaşlamadan…

Ve içi yolcularla dolu…

Peki ama nereye doğru?

Bu trene, yola çıktığı günden beri binen ve inen herkesin merak ettiği bir soru bu! Bu tren nereye gidiyor? Ben nereye gidiyorum?

Kendini bir an için böyle bir trenin içinde hayal et ve nereye gittiğini bilmediğini…

Gönül rahatlığı ile etrafı seyredebilir misin?

Gökyüzünü mesela, ormanları, dağları, serin durgun gölleri… Çiçekli miçekli tarlaları… Neşeli meyve bahçelerinden geçerken tren, kollarını pencerelerden uzatıp ağaç dallarından çeşitli leziz meyveler toplayabilir misin? Tadını çıkara çıkara yiyebilir misin o topladığın meyveleri? Koltuğa gömülebilir misin hiçbir şeyi umursamadan? Dalıp gidebilir misin bu tren böyle giderken? Aklında hep o sorular dolanıyorken…

Bu tren nereye gidiyor? Ben nereye gidiyorum? Neden buradayım?

Buradayım! Peki ama neden?

Fe eyne tezhebun? Bu gidiş nereye?