TR EN

Dil Seçin

Ara

Felsefe Yaşanır!

Kısaca “Epiktet” diyorlar ona. On dokuz asır öteden gelen bir ses. Zamanın dalgalarını aşabilen nadir insanlardan biri. Bir filozof, ama bir sürü soyut düşünceleri harmanlamakla zaman geçiren filozoflara hiç benzemiyor. Az ve öz konuşuyor. Söylediklerini sindiren ve uygulayan bir bilge. Hayatı hakkında fazla bilgimiz yok.

Ömrünün birinci devresinde esir. Zalim bir efendisi var. Epiktet’in bacağını kıskaca alıp eğlenecek kadar zalim. Zevke bak!

“Bacak kırılacak” diyor Epiktet.

Efendi dinlemiyor, kıskacı sıkmaya devam ediyor. Çat! Bacak kırılıyor.

Filozofumuz gayet sakin, “Kırıldı işte, söylemiştim” diyor. Bu yüzden topal... Sonra azat edilmiş. Bir sürgün, bir fakir. Küçük bir kulübede yaşıyor. Kapısız bir baraka, içeride bir masa, bir sandalye, bir su kabı, bir de toprak lamba. Belli bir işi yok. Hiç evlenmemiş.

Onu tanımak istedim. Hayal gemisine binip zaman denizinde bir yolculuk yaptım... İşte karşımda filozofumuz. Yırtık pırtık elbisesi zayıf bedenini örtemiyor. Yüzünde hafif bir tebessüm.

“Epiktet, seninle söyleşi yapabilmek için çok uzaklardan geldim. İlgimi çekiyorsun, çünkü ben de felsefeyle ilgileniyorum.”

Yumuşak bir sesle şunu söylüyor Epiktet:

“Felsefeyle ilgileniyorum, deme. Kendimi kurtarıyorum, de!”

“Siz bunun için mi felsefe yapıyorsunuz?”

“Felsefe yapmak mı! Ne tuhaf! Felsefe yapılmaz, felsefe yaşanır. Felsefenin en önemli bölümü kuralların uygulanmasını anlatan bölümdür. Mesela: Hiç yalan söylememeli. Felsefenin ikinci bölümü bunun ispatını içerir: Niçin yalan söylememeli? Üçüncü bölüm ise, bu kanıtlama biçiminin kurallarını ve yöntemlerini anlatır. Üçüncü, ikinci için, ikinci de birinci içindir. Ama asıl önemli olan birinci bölümdür, orada durmak gerekir: Yalan söylememek lazım! Genellikle bu düzeni tersine çevirir ve yalnız üçüncüye önem veririz. Bütün çabamız, bütün incelemelerimiz üçüncüsü içindir. Birinciyi, yani uygulama bölümünü unuturuz. Böylece, gerekince yalan söylemekten çekinmeyiz, ama yalan söylememek gerektiğini her zaman ispata hazırızdır! Hakiki filozof kendine filozof bile demez. Halkın yanında güzel sözler sayıp dökmez. Var gücüyle, söylediklerini hayatına uygulamaya çalışır. Sen de böyle yapmayı dene. Mesela, bir ziyafette nasıl yemek yenileceğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi gerekirse öyle ye!”

“Enteresan bir yaklaşım... Bu fikrinizi yazıp herkese duyurmak isterim.”

“Yazarsın demek. Güzel konuşuyorsun, kitaplar yazıyorsun... Dostum, daha iyisini istersen, bana tutkularına gem vurduğunu, isteklerini düzene soktuğunu ve inançlarında gerçeğin yolundan gittiğini göster. Ne zindandan, ne sürgünden, ne acıdan, ne fakirlikten, ne de ölümden korkmadığına inandır beni. Önemli bir hatanız var. Felsefeyi dudaklarınızın ucuyla tadar tatmaz hemen lider rolüne soyunuyor, başkalarını yola getirmeye, dünyayı yeniden düzenlemeye yelteniyorsunuz. Dostum! Önce kendini düzelt! Sonra da insanlara felsefenin ıslah ettiği bir adam göster. Halk içinde yaşarken örnek kişiliğinle aydınlat onları. Bunlar olmayınca, ne kadar güzel kitaplar meydana getirirsen getir, şuna inan ki, sen ham bir adamsın.”

“Filozof! Lafını hiç sakınmıyorsun! Konuk olmam bile engel olamıyor içinden geleni söylemene.”

“Âh... Kendinizle yüzleşmekten kaçıyorsunuz ve sizinle bu kadar açık konuştuğum için öfkeleniyorsunuz! Size ne kötülük ettim? Sadece, sizi tıpatıp gösteren bir ayna koydum karşınıza.”

“Pekâlâ, teşekkür ederim. Bizim zamanımızda insanlar düşündüklerini genellikle kendilerine saklarlar. Söylemek zorunda kalırlarsa, üstüne biraz bal sürer de öyle söylerler. Alışık değilim böyle dobra dobra sözlere.”

“Alışmalısın...

Yumuşak peynirin olta iğnesinde kullanılacak bir yem olmaması gibi, ılık ve gevşek adamlar da felsefe yolunda yürüyemezler. Felsefe, hikmet ve hakikat sevgisidir. Bu yolda ilerlemek isteyen, kınayıcının kınamasından çekinmemeli ve ruhu ilgilendirmeyen işlerde aptal görünmekten korkmamalı.”

“Siz niçin bu yolu seçtiniz?”

“Hakiki insan olmak için elbette... Bülbül ya da kuğu kuşu olsaydım onların yaptıklarını yapacaktım. Hâlbuki ben bir insanım ve aklım var. Öyleyse ne yapmalıyım? Varlık sebebimi bilmeli, beni göndereni tanımalı ve Onu övmeliyim. İşte bütün hayatım boyunca yapacağım şey! Bu iş için bütün insanları da bana katılmaya çağırıyorum.”

“Ama ekser insanlar bu meseleleri düşünen ve konuşanlarla alay ediyorlar…”

“Olabilir! Eğer öküzlerle domuzlar konuşabilselerdi, yemden başka şey düşünenlerle alay ederlerdi!”

Bu cevaba gülmeden edemedim... Hava sıcaktı. Alnımda ter damlaları birikmişti. Epiktet bunu fark etmiş olmalı ki, yerinden kalktı, masanın üstündeki testiyle bana su getirdi. Birazını içtim, birazını da yüzümü ıslatmak için kullandım.

“Epiktet” dedim, “izin verirsen biraz da muhtelif konulardaki düşüncelerini öğrenmek istiyorum.”

Kabul etti. İlkin ölümü sordum ona.

“İnsanları üzen nesneler ve olaylar değildir, onlar hakkında besledikleri düşüncelerdir. Ölüm bir yıkım değildir aslında. Ama ölümün bir yıkım olduğuna inancımız, işte asıl yıkım budur.”

“Ya kayıplarımız..? Dünya ayrılıklarla dolu. Neye kalbimizi bağlasak elimizden alınıyor…”

“Her ne için olursa olsun, onu kaybettim, deme. Onu geri verdim, de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir geri verme.”

“Ya onu elimden kötü bir adam almışsa…?”

“Onu sana verenin, falan ya da filan vasıtasıyla geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürece, yolcuların otellerden faydalanmaları gibi, senin olan bir şey değilmiş gibi ondan faydalan. Zaten çocuklarının, karının, dostlarının ölümsüzlüklerini istiyorsan, sen delisin. Çünkü elinde olmayan şeylerin sana bağlı olmasını istiyorsun. Bir çömleği seviyorsan, topraktan yapılmış bir çömleği sevdiğini bil. Kırılırsa üzülmezsin... Aklını başına al ve sadece senin iradene bağlı olanları iste!”

“Köleymişsin bir zamanlar…”

“Evet... Peki, siz köle olmadınız mı hiç? Özgür müsünüz? Her insan paranın, ünün, makamın, bir kadının, hiç olmazsa nefsinin kölesi değil mi!”

Dönme zamanım gelmişti. “Filozof” dedim, “bana bir söz söyle, ömrüm oldukça yararlanacağım bir söz. Vaktim doldu çünkü. Gitmek zorundayım.”

“Peki... Madem felsefeye ilgi duyuyorsun, madem yazılar yazıyorsun, sana son sözümü söyleyeyim: Kitap, hayata hizmet etmeli. Bilgi, eylem içindir. Bil ve bilgini sindir, kendinde uygula. Bildiklerini anlatıp durma. Koyunlar ne kadar yem yediklerini gidip çobanlarına göstermezler, ama yedikleri yemi iyice sindirdikten sonra süt ve yün üretirler. Sen de böyle ol. Bilgini davranışlarınla göster.”

Ondan ayrıldım, geldim. Getirdiklerimin bir kısmı bunlardı. Şimdi de yediklerimi sindirmeye çalışıyorum!