TR EN

Dil Seçin

Ara

3000 Beyzbol Sopası

İşittiniz mi? Türkiye’de her sene 3000 beyzbol sopası satılıyormuş! Haberi okuyunca, birden çocukluk günlerimi hatırladım.

Bizim mahallede bir Cumhur vardı. Fena halde iyi futbol oynardı. Ne vakit çocuklar, maç yapmak için takım kurmaya kalksa, bu Cumhur yüzünden mutlak kavga çıkardı.

“Bizden olsun!”

“Yok ya! Geçen de sizden olmuştu. Bu sefer de bizden olsun!”

Bizdendi, sizdendi derken, işi yazı tura ile halletmek yoluna gidilirdi. Tabii, içimizden birinin cebinden bozuk para çıkarsa—ki, genelde çıkmazdı. O vakit, yassı bir taş bulunur ve bir yüzüne tükürerek “yaş mı, kuru mu” atılırdı. Böylece Cumhur’un hangi takımda top koşturacağı sulh ile tayin edilmiş olurdu.

Adam seçme sırası bendenize geldiğinde ise, yine bir kavgacık patlayıverdi.

“Sizden olsun!”

“Yok ya! Geçen de bizden olmuştu. Bu sefer de sizden olsun!”

Tahmin edeceğiniz üzere, uğruma kopan kavga, futbol konusundaki üstün yeteneksizliğimle ilgiliydi tabii. İşin sonunda, yine bir yassı taş bulunur ve “yaş mı, kuru mu” atılarak, fakirin hangi takıma kakalanacağına karar verilirdi. Ayıptır söylemesi, bu onur kırıcı vaziyetin bir an önce sona ermesi için, o yassı taşları genelde ben bulurdum, başkası tükürürdü.

Ancak haklarını yemeyeyim. O çocuklar iyi çocuklardı. İyi dostlardı, iyi komşulardı… Hiç biri bana “Ya arkadaşım çek git evine” demedi. Fasulyeden de olsa, illa bir takıma sokuluverirdim.

Fakat vaziyetin fecaatini fark etmemek mümkün olmadığı için, erkenden jübilemi yapıp, aktif futbol hayatıma bir son verdim! Verdim ama, serde sporculuk var bir kere. Hafta geçmeden kabiliyetlerimi gösterebileceğim yeni bir spor dalı keşfettim: BEYZBOL!

Ancak hayat bu, gerçeklerine göz yumarak yaşayamazsınız. Beyzbol için mahallemizde bir miktar alt yapı sorunu vardı. Ben de işi bir süreliğine teorik olarak sürdürmeye çar u naçar, razı oldum. Hem daha, bu beyzbol denen oyunun, ne menem bir şey olduğunu iyice bir bellemem icap ediyordu. Pratik kolaydı da, insana önce bilgi gerekti.

Hemen bütün filmlerde mutlaka beyzbollu bir sahne olduğuna göre bu iş, en iyi Amerikan filmlerinden öğrenilirdi elbet.

Oyun öyle çok zor değildi de, işin mantığını kavramam biraz zaman aldı. Aslına bakarsanız, bu mantık kısmını hâlâ daha çözebilmiş değilim.

Bir adam var. Eli sopalı. Bir başkası ona cevizden ince bir top atıyor. Sopalı adam, topa vuruyor. Top uçup gidiyor. Sopalının arkasında duran bir başkası ise, çömelik vaziyette yüzünde motosiklet kaskı gibi bir kask ile bekliyor ki, o topa vuramasın da ben tutayım… Bu eli sopalı, topa vurabilirse, başlıyor koşmaya. İşte burada seyirciler heyecandan bas bas bağırıyorlar: “Koş! Koş!”

Adam koşuyor, yerde yastık gibi bir şey koymuşlar. Adam o yastığa kendini atana kadar koşuyor. Ancak bu iş kolay değil, çünkü aynı yastığa baş koymak için koşan başkaları da var sahada. Seyirciler bağırıyorlar: “Hurrraaaa!”

O kadar seyrettim, o kadar dikkat ettim, ama ben bu işin sırrına vakıf olamadım. Ancak, beyzbolu öğrenemediysem de, beyzbollu filmlerden çok esaslı şeyler öğrendim.

Bir kere, kendini para pula, işe güce kaptıran adamların ilk yedikleri nane, çizgili tişörtlü yavrularının okullarında düzenlenen beyzbol maçlarına ya geç kalmak ya da bütün bütün kaçırmak oluyor. İşte bu durumda evin anası, verilen söz yerine getirilemediği ve çocuğa yeterli ebeveyn desteği verilemediği için kızılca kıyamet koparıyor. Çocukcağız, bu duruma fena halde gönül koyuyor elbette. Eve, salya sümük ve küs küs dönüp odasına çıkıyor; bir daha oradan çıkmıyor, hayali arkadaşına içini döküp ağlıyor.

Bir de çit çubuk, çoluk çocuk terk edip giden adamlar var. Bunlar da günün birinde, ilk adımını attığını bile göremedikleri yavrucaklarının ilk beyzbol maçlarında ansızın ortaya çıkıveriyorlar ve tel örgülere parmaklarını geçirip hönküre hönküre ağlıyorlar. O çocukların anaları ise, bu adamları film boyunca affetmiyor! Eğer film mutlu son ile bitecek ise, orada mecburen bir af durumu söz konusu oluyor.

Sonra bir de beyzbolda başarılı olamadığı için, dışlanan çocuklar var. Onların mahallelerinde bizim mahalledeki gibi iyi komşular ve iyi komşuların iyi çocukları, iyi arkadaşlar oturmuyor zahir…

Beyzboldan çok şey öğrendim anlayacağınız. Beyzbolu öğrenemesem de…

Her neyse… Ne diyordum? Her sene 3000 beyzbol sopası satılıyormuş memleketimizde. Yakında spordan sorumlu bakanımız, kültürden sorumlu bakanımızı arayıp şöyle derse şaşırmayın:

“Siz, Noel babanın kukuletasını çıkarıp, saçını sakalını tıraş ettirmeye, paltosunu sıyırıp yerine civelekli bir gömlek giydirmeye çalışmayınız. Türkbükü’nde denize sokup, sörf yaptırmaya da kalkmayınız. Adamın aslı Akdenizli olsa da, o bize uymaz. Ama bakınız, gençler beyzbola iyice merak sardı. Her sene 3000 sopa satılıyor!”

İyi de, siz etrafınızda beyzbol oynayan birilerini gördünüz mü hiç? Ben görmedim. Spor bakanı görmüş müdür acaba? Hiç zannetmem. Öyleyse nereye gidiyor bu 3000 sopa dersiniz? Kim alıyor o sopaları? Sopalar hangi amaçla alınıyor, ha!?

Sakın gençlerimizen milli sporumuz olan futbola karşı bir gevşeklik gösteriyorlar olmasın! Yok canım ne mümkün?

Hamiyetfuruş kardeşlerim, endişe buyurmayınız! Üsküdar’da fikir erbabı gençlerin kümelendiği meşhur çayhanenin masa örtüleri üzerinde hâlâ “Futbolla yat, futbolla kalk, Cola Mola iç!” yazıyor, taze gördüm.

Ben olayın iç suretini araştırdım. O sopalar alındıktan sonra, arabaların bilhassa minibüslerin şoför mahallerine, bir el uzatımlık mesafelere zulalanıyormuş. İşin aslı bu imiş. Hani icap ederse, çekip çıkarılsın ve Allah ne verdi ise, adalet tesis edilsin için (!) Ortada bir suistimal, bir kültür yozlaşması yok yani (!)

Endişelenmeyiniz, fakat bir miktar korkunuz ve trafikte de dikkatli olunuz. Zira sopa satışları patladı!

EVLAD-I VATAN, BEYZBOLA FENA SARDIRDI!