Hafif esmer yüzüyle, beline kadar inen örgülü siyah saçlarıyla masa aralarına karıştığı her seferinde kalbime hikâyesi düşüyor. İki kara üzüm tanesi gözleri, kendi haline bırakılmış insanların parçalanmışlığıyla bakıyor, bölünmüşlükle yüzlerde geziniyor ve vahşi yoksulluğun yakıcılığında kayboluyor. Kendinden emin rahatlığıma batırılan bir çuvaldız oluyor Senihe. Dağılıyorum... Elinde birkaç kâğıt mendille, küçücük firketelere takılmış nazar boncuklarıyla oturduğum yerlerde dolaşan Senihe’nin kalbi sivrileşip kalbime batıyor.
Beş-altı yaşlarında bir kız çocuğu Senihe... Kâğıt mendil satan çocuklardan biri... Ardı sıra gelen sorular şeklinde zihnimde yer ediniyor.
Sattığı birkaç kâğıt mendil yüzündeki ürkekliği uçurur mu, korkusuz dallardan kalkan hesapsız gülücükleri kondurur mu oraya? Kentin kıyılarında silik görüntü veren evine kaç yarın taşıyabilir? Eve yorgun çocuk dönüşleriyle, erken vakitte çökmüş anne-babasını umutlandırır mı? Firketelerdeki nazar boncuklarının kondurulduğu hayatlar korunabilecek mi derin siyah nazarlardan? Ufacık avuçlara bırakılan ve çocuksu ihtiyaçlara gitmeyen paralar, Senihe’nin kalbine daha ağır acılar taşımaz mı?
Senihe... Küçük bir kız çocuğu...
Öncesinde ve sonrasında doğ(urul)an çocuklar arasında çabucacık unutulan, çocukluğun o hesapsız vakitlerini farketmeden hesaplı zamanın hızlı akan seyrine yetişmeye çalışan yakıcı bir yüz...
Narin bir beden...
Kuş, gökyüzü, kelebek, balon, uçurtma, sakız, şeker, çikolata, anne, masal, simli elbiseler içinde mavi mavi gülümseyen bebekler.. gibi büyülü evrenin diline ayarlı çocuk kalbin; yoksulluk, ilgisizlik, açlık, çalışmak, para, çok kazanmak, utanç, ayıp, dayak.. gibi vahşi bir gerçeğe mahkum olmanın adıdır Senihe... İnsansızlığın metal gri soğuk yüzü... Hormonlu kibrin kurduğu heykelimsi uygarlığın yüzüne ilişen derin çaresizlik, yakan acziyet, adaletsizlik ve dolayısıyla kanlı sevinç...
Senihe, kendilerinden emin ve kendilerini onaylayan anne-babalardan bir çiftin kızı değildir. Anne ve babası; en iyisi olduklarını düşünen, doruğa ulaştıklarını varsayan ve bu sebeple kendileri gibi bir varlığı hayata doğurma projesine imza atan kişiler arasında yaşamıyorlar.
Hayatın boşluklarına, acılarına, kötü el atışlarına karşı korunaklı zırhlar edinen anne-babalar, steril mekânlarının güveni içinde, kafalarına uygun, hatasız bir ürün çıkarır gibi çocuk doğururlar. Hayat en çok hangi taraftan saldırıyorsa oraya yığınak yapar, insanın en yumuşak karnı neresiyse orayı sertleştirirler. ‘Hayatı yenme hamlesi’ olarak çocuk doğururlar. Hayat, etraflarında yükselttikleri surları aşmaz ve giyindikleri zırhları delip geçmez. Hayattan korunarak mutlu olmayı düşlediklerinden, hissedilen bir şey olan hayatın acı ve coşkularını değil, ‘üretilmiş bir şey olan hayat’ın sentetik dokunuşlarına maruz kalırlar. Mutluymuş gibi, acı çekiyormuş gibi yaparlar. Bu yüzden dinlemeye değer cümle kurmazlar.
Senihe; hayatı anlamak gibi bir derdi olan, hayata temas ede ede ruhları tedirginleşen insanların kızı da değildir. Çünkü yolculuklarında bir sürü kaygı edinen bu insanlar, sonuçta hayattan edindikleri kostümlerin hep bir yerlerinden sarktığını görür, üzerlerine oturmadığı için, çocuklarına aynısından diktirmenin anlamlı olamayacağını düşünürler. Tam manasıyla dilini çözemedikleri ve karşılayamadıkları hayatın dişlileri arasına bir bebeyi bırakmaktan korkarlar. Daha iyi insan olma telaşesi içinde kostümleri yırtılan kaygılılar, bir göz kararması anında çocuk doğursalar da, surları yükseltmek ve steril mekânlar oluşturmak gibi bir çabanın içine girmezler. Hayattan esen rüzgârların sinelerine çarptığı yere doğururlar çocuklarını, yanıbaşlarına... Hayat ne ise gelip çocuklarını da bulur. Acı ve coşkuları hayattan çıktığı için, hayatlarının ifadesi olan dilleri de, dinlenilmeye değer cümlelerden oluşur.
Senihe’nin anne ve babası, bütün bunların dışında, kendilerini biyolojilerine bırakmış masum insanlardır. İnsanın o çok fazla karmaşık evreninde dolaşıma çıkan duyuşlar vicdanlarını kıstırsa ve zihinlerini kışkırtsa da, farklı bir yolculuk yaşatmayan şartları, hayatlarını oluruna bıraktırır.
Senihe, oluruna bırakılan hayatların kucaklara bıraktığı yakıcı bir sonuçtur. Çok fazla istenen, gelmeden hazırlıkları yapılan bir bebe olmamış; anne ve babası nasıl bir hayata doğmuşsa, o da oraya doğmuş...
Peki, ama biz kime kızacağız?