TR EN

Dil Seçin

Ara

Herman Hesse İle Bir Gece Vakti

Bir yaz akşamı... Akşamın ilk saatleriyle birlikte balkona geçiyorum. Balkona vuran salon ışığının aydınlığında, yüzümü ve tenimi yalayıp geçen rüzgârın serinliğinde kendimi Herman Hessenin Kaplıcada Bir Konuk/Nümberg Yolculuğu kitabına vuruyorum. Pek iyi geçmeyen bir günün akşamında bu okuma bana iyi geliyor. Bütün Hesse okumalarımın beni iyi ettiğini söyleyebilirim.

Gece bittiğinde, yeni günün ilk saatlerinde kitabı yarılıyorum. Fark ediyorum ki, ben çoktan ölüp gitmiş bir adamı okuyorum. Rüzgâr dipdiri esiyor, gökteki yıldızlar bana göz kırpıyor, içim yığınla özlemin içinde, arzularım şelale... Yaşıyorum ben. Yaşım kırk. Okuduklarım, altını çizdiğim yerler diri olan taraflarıma eşlik ediyor. Bir ölüden diri sözler okuyorum. Birçok sebeple uykuya yatan kalbimin kuytularına sanki bir su yürüyor, içim ayaklanıyor. Kırk dört yıl, yani ben doğmadan dört yıl önce vefat etmiş bir adamdan geriye kalan cümleler yanı başımda, içimde yankılanıyorlar. Bir Alman, Türkiyede yaşayan bir adamın içine sözleriyle konuk oluyor; gecenin ilerlemiş bir saatinde ona bilgisayarını açtırıp bu yazıyı yazdırıyor. Etrafımdaki o kadar şey içime bir şey söylemez iken, sokağımızdan geçen canlı o kadar insan, kalbimin ilgisini çekmezken, mezarının nerede olduğunu bilmediğim Hesse sözleriyle bana katılıyor, iyi geçmemiş günümün gecesini aydınlatıyor.

Altını çizdiğim yerleri yeniden okuyorum: Yazımızın doğuştan alnımıza yazıldığını, bundan kaçamayacağımızı biliyorken, yine de hepimiz can ve gönülden, yanıp tutuşarak seçim kuruntusuna sarılmaz mıyız? (...) Sanki dünyada her şey bizim mantıksal düşüncemizin bağımlılığındaymış, sanki her şeyi mantığımızla çeki düzene sokabilirmişiz. (...) Benim kişisel biyoloji ve mitolojimde insanın fizik yapısının yanında ruhsal’ın ikinci derecede değil, baş köşede yer alan bir etken olduğunu, kısaca her yaşamsal duruma her türlü haz ve elem duygusuna, ayrıca her hastalığa, her kazaya ve ölüme ruhsal kaynaklı, ruhun kendisinden doğup çıkmış gözüyle baktığımı belirttim. Diyelim parmak eklemlerimde şişlikler mi oluşuyor, ruhumun bir eseriydi bu, yaşamın saygıdeğer bir ilkesi, içimdeki ses idi, kendini maddi bir malzemede açığa vurmaktaydı.”

Altını çizdiğim bu satırların sahibi çoktan ölüp gitmiş olabilir, peki sözlerinin kendisi? Şimdi bu sözler ilkbaharda patır patır açan çiçekler kadar taze ve iç açıcı değil mi? Ölen birinin arkasında ölümsüz sözler bırakması ne anlama geliyor? Her insan arkasında ölümsüz sözler veya üzerinden yıllar geçse de insanların hayatına katılmaya devam eden başka şeyler bırakabiliyor mu? Kaç insan doğup büyüdüğü yerlerin uzağında bir yerlerde bir insanın kalbine dokunabilir? Ölümünden yıllar sonra gecenin karanlığına eş bir karanlığa düşmüş bir kalbin içine ışık düşürebilir?

Ne ilginçtir, Hessenin kitabından altını çizdiğim bir diğer yer ölüm ve ölümsüzlüğe dair oluyor:

Rüzgârla pencereden içeri savrulan solmuş bir yaprakçık, ismi aklıma gelmeyen bir ağaçtan kopmuş, havuzumun kenarında duruyor. Gözlerimi yaprağa çevirip üzerindeki kaburgalara benzeyen çizgi ve damarların oluşturduğu yazıyı okuyor, ölümlülüğün ilginç uyarısını, hepimizin içine dehşet salan, ama hiçbir şeyin de onsuz güzel sayılamayacağı bu uyarının havasını soluyorum. Güzelliklerin ve ölümün, hazların ve geçiciliğin birbirini davet etmesi, birbirini gerektirmesi ne harikulade bir şey! Duyularımızla algılanabilirmiş gibi gerek çevremde, gerek kendi içimde doğa ve akıl arasındaki sınırı açık seçik hissediyorum. Nasıl çiçekler ölümlü ve güzel, oysa altın kalıcı ve sıkıcıysa, doğal yaşamın tüm devinimleri de ölümlülüğü ve güzelliği, akıl ise ölümsüzlüğü ve sıkıcılığı içeriyor. Akıl denilen şeyi yadsıyor, akla asla sonsuz bir yaşam gözüyle bakmıyorum; sonsuz bir ölüm, donmuş, kısır, belli bir biçimden yoksun, ancak ölümsüzlüğünden el çekmesi durumunda bir biçim kazanacak bir nesne gibi görüyorum onu. Altın çiçek olursa, akıl beden ve ruh olursa yaşayabilir ancak. Ölümlü olmak istiyorum ben, çocuk olmak, çiçek olmak istiyorum.”

Ahh Hesse! Ölümsüzlüğe çalışan modern tıpçıların starlaştığı bir de bu günleri görseydin!

Bu star/illüzyonist tıpçıların kuyruğuna takılan, ölümsüzlük için dilenen; yaşamlarını uzatmak, daha çok uzatmak adına vermedikleri para kalmayan canlı’ insanların diri sözleri var mı, arkalarından yaşamaya devam edecek birkaç cümleleri olur mu? Yok! Daha çok yaşamak için öldüren bir algının yeryüzüne dağılmış çocukları/büyükleri/ülkeleri diri ama ölüdürler, ölü ama diri sözler bırakan Hesse gibi soylu insanların ruhlarını ateşe vermektedirler.