TR EN

Dil Seçin

Ara

Korkuluğa Dönüşmek

Hiç şüphesiz yalnız doğar ve yalnız ölürüz. Dünyayı dolduran milyarlarca insandan başka bir insanız da. İnsanlarla paylaştığımız bir çok şey olsa da, yine de biriciğiz. Elhâk doğru!

Ancak benderken, bizi oluşturan bir çok şeyin toplamından bahsediyoruz; yakınlarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız, bakkal Mahmut abi, otobüs şoförü, manav; yeryüzüne yayılmış börtü böcek; gökyüzünü süsleyen yıldızlar, ay ışığı, güneş...

Saymakla bitmez!

Bunlarsız bir benden bahsedemeyiz; bunlardan birinin olmayışı varlığımızı tehlikeye atar.

Oysa bazıları, sahip oldukları ‘güç’lere (para, makam, güzellik) güvenerek, çoğu zaman yüksekten bakar, kendilerinden başka her şeyi/herkesi küçük görür. Buyuran bir edayla bakar ve konuşurlar. Kırar ve dökerler. Bir yürüdüler mi, dağ yürüyor sanırsın.

Bu insanlara hatalarını söyleyip dikkatlerini çektiğinizde, Siz de kim oluyorsunuz?sorusuyla iteklenirsiniz. Velhasıl bunlar, insanları yanlarından uzaklaştırmakta mahirdiler. Uzaklaştırdıkça yalnız kalırlar. Yalnız, yapayalnız!

Terkedilmiş bir dağ gibi korku uyandırırlar.

Hayvanların kahraman olduğu masalları (fabl) bilirsiniz. İşte o masallardan biri... Bunu okurken, kibirlerine kurban gidip, bir korku abidesi haline gelen adamları düşündüm:

Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış. Sonra geyik de küsmüş dağa. Güvercin ve karıncalarla tavuklar küsmüşler. Dağın haberi olmuş sonunda. Ama takmamış kafaya. Koskoca dağa birkaç hayvan, birkaç bin hayvan ne yazar? Hop ertesi gün, kargalar küsmüşler. Papağanla tilki, bir uyuz eşek, iki yeşil kurbağa, bir su ineği küsmüş. O zaman dağın kafası atmış artık. Nedir?demiş. Bu ne cüret! Siz kim oluyorsunuz da bana küsmeye cesaret ediyorsunuz?

Kem küm etmiş hayvanlar. ‘İzin verin anlatalım. Var bazı sebeplerimiz kendimize göre.demiş kaplumbağa. Karıncalar, başları önde, ayaklarıyla toprağı karıştırıp anlaşılmaz birkaç kelime mırıldanmışlar. Beni üzdün.diye iç geçirmiş geyik. Gözünden bir damla yaş süzülüp toprağa akmış.

Dağ gözlerini kısıp, aşağı doğru küçümseyen bir bakış fırlatmış. Sonra, Hoooytt! Dağılın ulan!diye bağırmış. Yakarım ulan hepinizi. Tozunuz bile kalmaz.

Keçiler kırılmışlar buna. Protesto için sakal uzatmaya başlamışlar. Bülbül, Bir daha ötersem ne olayım!diye sitem etmiş. İnek, ‘İşte sütten kesiyorum kendimi, sütsüz kal da gör bakalım.demiş. Dağ gözlerini açmış, kaşlarını çatmış. Taşlarını şöyle bir gıcırdatmış. Cebinden bir volkan ağzı çıkarıp, tepesine yerleştirmiş.

Hayvanlar korku içinde, Oooo!diye bir hayret nidası çıkarmışlar. Bütün kuşlar korkudan altlarına yapmış.

Bir iki üflemiş dağ, sonra tepesindeki ağızdan plofdiye bir lav köpüğü fırlatıvermiş. Köpükçük önüne geleni yakıp yıkarak eteklere doğru cızzdiye süzülüp gitmiş.

Bir an karşılıklı bakışmışlar. Bir tarafta tüm görkemiyle, başı bulutlara yükselen kızgın bir dağ, öte yanda irili ufaklı, kararsız, şaşkın bir takım hayvancıklar...

Sonra bütün gücüyle abanmış dağ. Lavlar, alevler, taş, toprak, duman, ağzına ne geldiyse püskürtmüş. Hayvanlar kaçışmışlar. Kaçamayan yanıp kavrulmuş.

Bunu gören ağustos böcekleri, ‘Ötmeyeceğiz bir daha.demişler. ‘Çok lazımdı.demiş dağ. Sizin cırcırınıza mı kaldık.Bir solukta yakıvermiş onları da.

Bir küsme furyası başlamış derken. Yaşlı bir fil, üç tembel öküz, bir siyam kedisi, kimi yusufçuklar, iki gelincikle bir tarla faresi, bir lahana kelebeği, bir yuvadaki saksağan yavruları, Biz dağa küstük.diye yazıp altına imzalarını atmışlar.

Hayvanlar küstükçe dağın öfkesi artmış. O yana üflemiş, bu yana püskürmüş. Baştan ayağa kızıl ateşe, zifir dumana kesmiş.

Hayvanlar, sürüler halinde inmişler dağdan. Ovaya, oradan başka dağlara tepelere dağılmışlar. Geride, her tarafı yanmış, simsiyah çorak bir taş toprak yığını kalmış. Göğe doğru yükselen bir korku abidesi olarak...”

Dağı, gururuna kurban olmuş ‘yalnız kibirli insanolarak okumak mümkün. Ancak şöyle de okuyabiliriz:

Sayın ki, dağ bir ülkedir. Ülkede söz sahibi güç’ler, güçlerine tapa tapa şişinmiş, kendilerinden başkasını göremez hale gelmişlerdir. Bir ülkenin çok farklı renk ve sesten oluştuğunu, dolayısıyla merkezin, kendisini oluşturan farklılıklara rağmen olamayacağını unutmuşlardır.

Gün geçmiyor ki, yeni bir düşman ortaya çıkartmasınlar. Bir gün kırmızı’ işaretlenip canına okunuyor, diğer gün parmaklar yeşili gösteriyor. Geçen her gün, bir rengin ölümü anlamına geliyor.

Bir rengin ölümü, bir hayatın susması oluyor. Renkler soldukça hayatlar soluyor. Solan her bir hayat, sessizliği biraz daha büyütüyor.

Ülke renklerini yitirdikçe hayattan oluyor, hayattan oldukça ses(ler)ini yitiriyor. Renksiz, hayatsız ve sessiz bir ülkeye dönüşüyor; ahalisini kovmuş/yakmış bir dağ gibi, etrafa korku salıyor.

Masalı bir de böyle okudum. Vatandaşının kimliğine, tercihine ve yaşam tarzına sırt dönmekle kalmayıp, halk(lar)ına buğzeden bir yapılanmanın, nasıl yavaş yavaş bir korkuluğa dönüştüğünü anladım.