TR EN

Dil Seçin

Ara

Ameller Niyetlere Göredir

Önceki yazımızda İslamiyet’in rahmet ve adalet dini olduğunu gösteren “sebep olan yapan gibidir” sırrının daha çok sosyal boyutunu ele almıştık. Bu yazımızda da yine “sebep olan yapan gibidir” hükmünün bir başka boyutu olan niyet ve iş konusunu ele alacağız.

 

Önceki yazımızda İslamiyet’in rahmet ve adalet dini olduğunu gösteren “sebep olan yapan gibidir” sırrının daha çok sosyal boyutunu ele almıştık. Bu yazımızda da yine “sebep olan yapan gibidir” hükmünün bir başka boyutu olan niyet ve iş konusunu ele alacağız.

 

Ameller niyetlere göredir

Aslında herkes kendi sevabını kazanıyor veya kendi günahını yükleniyor. Kimse kimsenin sevabını veya günahını yüklenmiyor.

Ezeli kural şudur: “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”

Temelde herkes ihlâsı ve niyeti kadar sevap kazanıyor veya günah yükleniyor. Çünkü Peygamber Efendimiz’in (asm.) veciz ifadesiyle: “Ameller niyetlere göredir.”

Bediüzzaman bu hadisi şöyle tefsir etmiştir: “Nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder; günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder.”   

 

Herkese niyet ettiği şey vardır

Hicret emri gelince Peygamber Efendimiz (asm.) ile birlikte Müslümanlar Medine’ye hicret ettiler. O sırada Ümmü Kays adında bir kadın da hicret etmek istiyor, fakat bir Mekke’li tarafından isteniyordu. Oysa Ümmü Kays hicret etmekte kararlıydı:

“Hicret etmezsen seninle evlenmem!” dedi.

Mekke’li sırf Ümmü Kays ile evlenmek için hicret etti. Medine’ye varınca da Ümmü Kays ile evlendi.

Bu durum Peygamber Efendimiz’e (asm.) bildirildi. Peygamber Efendimiz (asm.):

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir” buyurdu.

Adama bu nedenle “Ümmü Kays’ın Muhaciri” dendi.

 

Niyet başka olunca amel işe yaramıyor

Allah rızası için sebep olunmuş bir hayrın ortaya çıkmasında çok kişi çalışabilir şüphesiz. Bu kişilerin hepsi, sebep olanla beraber aynı sevabın tam ve gerçek birer nüshasını alırlar.

Bir kişi başka bir rıza gözetse, Allah’ın rızasını gözetmese, sadece o kişi bundan bir hayır görmez, bir sevap kazanmaz. 

Uhud savaşında bir cengâver vardı. Düşmana korkusuzca kılıç salladı. Sahabeler bozguna uğradığında bile bu cengâver, “ölmek kaçmaktan hayırlıdır!” diyerek vuruşmaya devam etti. Bu kişi Kuzman adında bir Medine’li idi.

Kuzman’ın Medine’de hurma bahçeleri vardı. Oldukça varlıklı idi. Servetinin Kureyş tarafından talan edilmesini önlemek için savaşa katılmış ve ön safta kahramanca savaşmıştı. Sahabeler Kuzman’ın kahramanlıklarından bahsedince, Peygamber Efendimiz (asm):

“Kuzman Cehennemliktir!” buyurdu.  

Sahabeler bu sözün hikmetini anlayamamışlardı. Çünkü ameller niyetlere göreydi.

Kuzman pek çok kılıç darbesi almış ve ağır şekilde yaralanıp düşmüştü. Bazı sahabeler yanına yaklaşıp yardım etmek istediler. “Seni tebrik ederiz ey Kuzman!” dediler.

Fakat Kuzman niyetini oracıkta açıklayıvermişti:

“Ben şehit olmak için savaşmadım. Niyetim dininizi korumak değildir. Kureyşliler hurmalıklarıma zarar vermesinler diye savaştım.”

Ardından acılara dayanamayan Kuzman, kendi kılıcıyla intihar etti.

Bu durumu Peygamber Efendimiz’e (asm.) bildirdiler. Peygamber Efendimiz (asm.):

“Allahü Ekber! Allah’ın bana risalet verdiğine şehadet ederim. Allah bunu bana bildirmişti. Allah bu dini facirlerle ve fasıklarla da güçlendirir!” buyurdu. 

 

Sınırsız makamın sırrı

Hayra delalet (öncülük) edenlerin başında hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz (asm.) gelmektedir. Peygamber Efendimizin (asm.) bin dörtyüz yıldan beri sınırsız yüksek makamlarda sınırsız yükselişlere mazhar olması “essebebü ke’l-fail” sırrının azametini gösteriyor. 

Bediüzzaman bu meseleyi muhtelif risalelerinde şöyle zikrediyor:

“İşte böyle bir zât ki, ‘Essebebü ke’l-fail’ sırrınca, bütün ümmetin işlediği hasenâtın bir misli onun kefe-i mîzanında bulunan ve umum ümmetinin salâvâtı, onun mânevî kemâlâtına imdad veren ve risâletinde gördüğü vezâifin netâicini ve mânevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette Mirac merdiveniyle Cennete, Sidretü’l-Müntehâya, Arş’a ve Kâb-ı Kavseyne kadar gitmek, aynı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir.”

“Umum ümmet, umum asırlarda işledikleri umum hasenâtın bir misli, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, zât-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın sahife-i hasenâtına geçtiği gibi; umum ümmet, her günde ettikleri salâvat duasının katî makbuliyeti cihetiyle, o hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşünmekle, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmın bu kâinat içinde nasıl bir güneş olduğu anlaşılır.”

“Essebebü ke’l-fail’ sırrınca, hergün işledikleri bütün hasenatlar ve hayırların bir misli Muhammed aleyhissalatü vesselamın defter-i hasenatına gitmesi ve o tek şahsiyet-i Muhammediye (asm.), yüzer milyon, belki milyarlar abid-i muhsin kadar külli bir ubudiyete ve füyüzata mazhar bir makam kazanması, o Zâtın (asm.) risaletine pek kuvvetli şahadet edip imza basar.”