TR EN

Dil Seçin

Ara

Eğitimin Sınırlandırdığı Türkiye Ve Pirelerin Şartlandırılması

Eğitimimiz neden amacına ulaşmıyor? Öğrencilerin ve insanımızın hayal gücü ve bağımsız düşünme yetileri neden zayıf kalıyor? Bu gibi soruların cevabı aslında eğitim anlayışımız ve eğitimin muhtevasında gizli.

 

Eğitimimiz neden amacına ulaşmıyor? Öğrencilerin ve insanımızın hayal gücü ve bağımsız düşünme yetileri neden zayıf kalıyor? Neden olması gereken özgüveni ve girişimcilik ruhunu kazandıramıyoruz; nasıl oluyor da köleleştirilmiş zihinler yetiştiriyoruz?.. Bu gibi soruların cevabı aslında eğitim anlayışımız ve eğitimin muhtevasında gizli.

Bilindiği gibi, pire kendi boyunun 250 katı kadar zıplayabilen ve hayvanlar âleminin yüksek atlama şampiyonu olan bir hayvandır. Bilim adamları, pireler üzerinde ilginç bir deney yapmışlar. 30 cm yüksekliğinde bir cam fanusun içine birkaç pire koymuşlar. Ve altındaki metal zemini ısıtmışlar. Sıcaktan rahatsız olan pireler de zıplayıp kaçmaya çalışmışlar, fakat fanusun üstündeki cam kapağa çarparak düşmüşler. Zemin sıcak olduğu için tekrar zıplamışlar; ancak yine cama çarpıp düşmüşler. Pireler kendilerini neyin engellediğini bilmediklerinden defalarca cama çarpıp düşmüşler. Sonunda ne olmuş dersiniz? Sıcak zeminden rahatsız olan bu pireler 30 cm’den fazla ‘zıplamamayı’ öğrenmişler.

Deney burada bitmemiş. Artık pirelerin öğretildiği gibi 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçmişler. Bu aşamada fanusun cam kapağını kaldırmışlar. Ve zemini tekrar ısıtmışlar. Acele edip, pireler hemen kaçmıştır demeyin. Çünkü bu pireler sıcak zeminden kaçmak için yine 30 cm kadar zıplamışlar! Normalde daha yükseğe zıplayıp oradan kaçabilecekken, pireler bunu yapmamışlar; yani öğretilen sınırı aşmamışlar. Zaten deneyin amacı da buymuş: “onları olamayan engellerle sınırlamak.” Böylece pireleri sınırlayan ‘dış engel’ (cam) kalktığı halde, onlara kabul ettirilen ‘iç engel’, yani ‘burada 30 cm’den fazla zıplanamaz’ inancı, onları engellemekteydi. 

 

Başaramama eğitimi

Bu deney canlılara bazı şeyleri ‘başaramayacaklarının’ öğretilebileceğini, yeteneklerinin sınırlanabileceğini göstermiştir. Bu insanlar için de geçerlidir. Asıl önemli olan da budur.

Şimdi düşünelim, her çocuk çekirdek halinde yeteneklerle donatılarak yaratılır. Anne babanın ve eğitim sürecinin bu yetenekleri ortaya çıkarıp gelişmelerine yardımcı olmaları gerekirken malesef böyle olmamaktadır. Bizim yaşadığımız gerçek budur aslında.

Fıtraten ilgi duyduğu şeyleri anlamak için onu sorgulayan ve sorgusunu o şeyin özüne varmadan sonlandırmayan ‘çocuk aklı’nın merak ve sorgulaması şu veya bu nedenlerle engellenmektedir. 

Bir eğitim süreci olan hayatta, insanın öğrenmesine müdahale dehanın önündeki en büyük engeldir. Kendi başlarının çaresine bakmasını bilen ve ayakları üzerinde duran fertler yetiştirmek için, öğrencinin kendi kendisini idare etmesi için, onlara hükmetmeyi bırakmalıyız. Halbuki aileden eğitim sitemine kadar uzanan mevcut yapı, “onu öyle değil böyle yap!” anlayışı, insanlarımızın yeteneklerini körelten bir anlayış ve uygulamadır. Onların kendi fıtri seyrinde ilerlemesi ve yeteneklerinin açılması için yol göstermek yerine, çocuğun dehasını daha işin başında ölüme mahkûm etmekteyiz. Eğitimde bir yığın malûmatı kafasına depolamayı esas haline getirmekle, bilginin özüne hiçbir zaman ulaşamayan fertler oluşturmaktayız.

 

Aile içindeki sınırlamalar

Bilerek ya da bilmeyerek çocuğun gelişiminin önündeki sınırlamalar ailede başlamaktadır. Anne veya babasının sözlerini ve davranışlarını sorgulayan ve merak eden bir çocuğa dayanmak çoğu aile için zor gelir. Tırnakları kesilmiş bir ev kedisi gibi merakı ve şüphesi bastırılmış bir çocukla yaşamak daha kolaydır çünkü... Hele, bunun üzerine biraz da itaat-saygı kaymağı sürülürse istenen ideal çocuk tipi karşınızdadır.

Oysa anne babasını memnun etmek için onlara benzemeye çalışan çocukta kişilik gelişmeyecek, silik, gölge bir tip olacaktır. Bu durumda kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenemeyen kendisini değerli hissetmeyen ve özgüveni olmayan bir kişilik gelişecektir. Böyle yetişen tipler karşılaştığı problemleri çözemeyecek, yeni şeyler üretemeyecektir. Ne olmak istediğini, hayattan ne beklediğini de bilemeyecektir.

 

Okul mu, fanus mu?

Gelelim uyguladığımız eğitim yapısına. Çocuklarımıza, oyun gibi doğal ve fıtri öğrenme eğilimlerine aykırı, baskıcı, ardışık tekrarlatmalarla belleğe nakşetmek şeklinde bir eğitim uygulanıyor. Bu eğitim süreci ise, onların zihnini---deneydeki pirelerde olduğu gibi---köleleştirmekten ve sınırlandırmaktan öte bir işe yaramıyor. 

Sorgulama ve kuşku duyma, özgür ve bağımsız kişilik kadar araştırmacı kişiliğin de oluşmasında temel bir unsurdur. Ayrıca ‘zihinsel özgürlüğün’ temelidir. Eğitim sistemimiz sorgulayan değil, kendisine öğretilenleri eksiksiz geri vermeyi esas alır. Başarının ölçüsü budur: sana ne öğretildiyse aynısını tekrarlamalısın.

Şimdi mesela sınavlar yoluyla nasıl sınırlandırıldığımıza bir bakalım: Sınavlarda, işlenen derslerde öğretilen bilgiler eksiksiz geri istenir. Öğrenci ne kadar aktarılanı geri verirse o kadar becerikli ve başarılı görülür. Bu uygulama ise üretkenliği ve düşünme yeteneğini öldürmekle kalmaz, öğrencinin şuur altına, “ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma!..”, “sorma, düşünme, itaat et!..” gibi anlayışlar benimsetilir. Sınavları geçmeye dayalı eğitim sistemi ve özellikle test tipi sınavlar, nesillerin üretme, keşfetme kabiliyetini yok etmekte, onları lider değil, tâbi hale getirmektedir. İyi tahlil edersek; sınavların amacı, çocuklarımızı ve onların daha büyümüş hali olan gençlerimizi on-on beş yıl boyunca düşünemeyen, sorgulayamayan robotlar haline getirmektir.

Ailede başlayan ve mevcut eğitimle devam eden süreç, aslında bir sınırlama süreci olarak yaşanmakta, insanımız alışılmış kalıpların dışına çıkılmaması gerektiği yolunda şartlandırmaktadır. Böylelikle zihnimizdeki duvarları aşmak ve yanlışları tamir etmek için uğraşmamız, enerjimizin önemli bölümünü alıp götürüyor. Ezber yoluyla oluşan “tek doğrular” alanının çevresi, korkuların dikenli telleriyle çevrili haldedir. İnsanımız yapılmaması gerektiği düşünülen her şeyden korkutularak uzak tutuluyor. Böyle yetişen beyinlerin bir şey ‘yapabilmeleri’ ve başarılı olmaları olağan dışı hale geliyor. Zihni bariyerlerin sonucunda da düşük enerjili bir toplum haline dönüşüyoruz.

Eğitimin amacına ulaşmasını istiyorsak bireylerin hayal gücü ve yaratıcılığını-üretkenliğini geliştirmek, bağımsız düşünmelerini sağlamak ve özgüvenlerini tesis edip girişimcilik ruhu kazandıracak bir ortam hazırlamalıyız.

Demek istediğimiz odur ki, asıl değiştirmemiz gereken, eğitim anlayışımız ve eğitimin muhtevasıdır. Eğitimin muhtevası değişmedikçe yapılan iyileştirmeler, sonucu değiştirmeyecek, köleleştirilmiş zihinler yetişmeye devam edilecektir.