TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaza Veda

Yaza Veda

Sonbaharın hüznünü çocukluk yıllarımızda bile duyardık. Yapraklar döküldükçe, sanki gitgide küçülen bahçelerde oyunlarımızın o eski tadını bulamaz olurduk nedense…

 

“İhtiyârım; şimdi zevkim, hâtırâtımdır benim!..”

“Kanlıca’nın ihtiyarları” gibi şimdi artık ben de, “geçen sonbaharları bir bir hatırlamaktayım”… Çabucak pembeleşen ikindiler ve kızarıveren gamlı akşamlarla gelişini bize bildiren, hazin isimli hazin mevsim; sonbahar!..

Öyle zannediyorum ki, sonbaharın hüznünü çocukluk yıllarımızda bile duyardık. Yapraklar döküldükçe, sanki gitgide küçülen bahçelerde oyunlarımızın o eski tadını bulamaz olurduk nedense… Günler kısalıyordu… Belki de, zamanı kısa ve kayıtlı olan zevk, garip bir şekilde lezzetini kaybediyor, hattâ elem’e dönüşüyordu!..

Yoksa, o yaşta bile, büyüklere, “çok büyüklere” mahsus: “-Fani olanı istemem!..” haykırışının çocukça basit bir şeklini mi duyar hissederdik yüreğimizde?.. O kadarını bilemem. Ama iyi hatırlıyorum ki, sararan otlarla birlikte bizim de keyfimiz neş’emiz solar sararırdı!..

Biz çocuklar, ayları mevsimleri takvimlerdeki bir takım gün sayıları ile değil, çevremizdeki bizce önemli olan değişikliklerle anlayabilirdik herhalde…

Dalda incirler bitmiş,

Leylekler çoktan gitmiş…

Son böcek; yorgun sesi,

Yaz’a vedâ bestesi!..

Evet… Leylekler gider, bize teselli olarak kırlangıçlar kalır… Kırlangıç, bu gecikmeyi şöyle açıklarmış: “-Şırayı içerim, leyleği geçerim!” Garibim, jet kanatlarına çok güveniyor ama, bilmiyor ki leyleğin de “özel uçağı” var!.. Tam göç edeceği günlerde bizim “Leylek Fırtınası” diye bildiğimiz, yükseklerde esen çok hızlı bir rüzgâr, hacı leyleğimizi alır, sıcak diyârlara uçuruverir!..  Şıra’yı içmek kolay ama, bizim Hacı’yı geçmek zor!..

Evet, şıra dedik… Şıra; yâni bağbozumu; yâni hazan; yâni hüzün!.. “Tepedeki Bağ Evi’mizde tatlı bir telaş var… Üzümler toplanıyor, hasırlara tepeleme yığılıyor… Komşu Mahmut Ağa’nın ahşap presi ile şıralar sıkılıyor…

Anneciğim ise, Sâime Abla ile birlikte, tarhana, turşu, reçel derdinde… O’nun üzüm-elma karışımı enfes bir marmelâtı vardı ki, tadı hâlâ damağımda!.. Maalesef o da artık “tükenmez” gibi tükenenler, unutulanlar listesinde!..

Geceler boyu kaynayan pekmez kazanları… Artık iyice serinleyen ve geç saatlerde nemlenen teşrin gecelerinde daha da hoşumuza giden bahçe ateşinin ılık aydınlığında derin sohbetler… Rahmetli Tevfik Eniştem, Kafkas Cephesi’nden başladığı savaş hikâyesine Yemen Cephesi’nden devam ediyor!.. Kafkasya nere, Yemen nere?.. O nesil, yedi cephede çarpışan şehitler ve gâziler neslidir; gideni çok, döneni pek az!..

Ateşin közüne bakır cezveler sürülürken, babacığım, büyük huni’yi hoparlör gibi ağzına yaklaştırarak muhrik sesiyle bizlere açıkhava konserleri verirdi:

Ekinler sarardı, biçtik, güz geldi

Hakka şükür, bu yıl bire yüz geldi…

Nidem ki yokluğun pek öksüz geldi,

Sen yeterdin, ekinleri neyliyem!..

Evet… Sonbaharın hüznü, gecenin ıssız garipliği ve Sadettin Kaynak’ın o hicâz şarkısının hasretli yakıcılığı… Hepsi üst üste; çocuk kâlplerimizi bile tarifsiz duygularla burkar, ezer, sızlatırdı!..

Ama o hüzün, biberin acılığı, turşunun ekşiliği, çayın kahvenin burukluğu gibi, mânâ genlerimizin hiç reddetmediği, hattâ belki de hoşlanıp benimsediği bir duyguydu…Bunu, sonraki yıllarda, gençliğin bahar fırtınalı his gelgit’leri hengâmında ve yakın zamanda, yaşlılığın o çabuk bulutlanıveren tahassürlü poyrazında, daha bir yakından gördüm; anlamaya çalıştım…

Evet; biz böyleydik!.. Yediden yetmişe fıtraten, “ulvİ” hüzünlerle me’luf idik!.. Melâl’e âşina idik; gam’dan âzâde değildik!.. Ve hep düşündüm; bu hâl neyin nesi, sebebi kaynağı ne?.. İlk Baba’mızdan mevrus “cennet sürgünlüğünün” kırıklığı mı?.. Yoksa, O yetim, mahzûn, ince duygulu Sevgili’nin bendesi ve müştâkı oluşumuz mu?.. Veya bizzat İslâm’ın ötedenberi “garip” oluşunun hepimize verdiği bir ağırbaşlılık ve “korku ve ümit arası” bir temkin ve teslimiyet hâli mi?..

Sebebi ne olursa olsun, işte bizler, hüznü de neş’eyi de bize yakışan bir kıvam ve vakar içinde duyuyor ve yaşıyoruz!..

Evet… Bizler için her mevsim güzel!.. Sonbahar, son bahar değil!.. Kış ise, bizim yaz’ımız!.. Ve yaprağı dökülmeyen, çiçeği solmayan ve kuşu böceği susmayan “Ebedi Bahar Bahçeleri” bizi bekliyor!..

“Sen” yetersin!.. Ekinleri neyliyem!..