TR EN

Dil Seçin

Ara

Sarılmak

Sarılmak

Zor gelse de, çok zor gelse de sarılarak bizden şefkat ve merhamet bekleyen insanlar var. Çok yakınımızda hem de...

 

“Büyüklerine hürmet,

küçüklerine şefkat etmeyen,

bizden değildir.”

— Hadis-i Şerif (Mişkat)

 

Zor gelse de, çok zor gelse de sarılarak bizden şefkat ve merhamet bekleyen insanlar var.

Çok yakınımızda hem de...

“Annem-babam bana sarılmazdı” şikayetini ne zaman işitsem boğazıma bir yumru oturur. Beni sevmedi/ler anlamına gelir bu şikayet. Bana kendimi değerli hissettirmedi/ler.

Beni önemsemedi/ler. Oysa ne çok sevilmek isteriz. Sonsuzca sevilmek isteriz. Sonsuz merhamet ve şefkatle sarıp sarmalanmak, kuşatılmak isteriz. Sonsuzluğun şefkati bizi tutsun, hiç bırakmasın isteriz. Büyüyüp koca adamlar da olsak, üniversitede hoca olsak, elleri titrek güngörmüş yaşlılara da dönsek, yine de şefkat ve merhamete sonsuz ihtiyaç duyarız. Hatta daha da çok.

Bir de, ne zaman “Annem/babam bana sarılmazdı” şikayeti işitsem, oturduğum evin bahçesinde şahit olduğum minik bir sahne belirir gözümün önüne. Sarılmanın gücünü ve özellikle çocuklar için önemini gösteren bir sahnedir bu. Beş-altı yaşlarında bir erkek çocuğu bahçede oynarken düşmüştü. Kıyıda onu seyreden annesi hemen yanına koştu. Onu ne azarladı, ne ah vah edip telaşlandı. Hiçbir şeycik söylemedi. Oğlunu yerden kaldırdı ve ona sarıldı. Sadece sarıldı. O kadar. O sarılış, söylenmesi gereken tüm sözcükleri söyledi. O an muhtaç olduğu tüm duyguları çocuğun kalbine taşıdı. Çocuk başka bir söze ihtiyaç duymadı. Ağlamasını kesip oyuna kaldığı yerden devam etti.

Şefkat ve merhamet, başkasının ıstırabına ve sevincine katılmaktır ve her ıstırap ve sevinç, merhamet ve şefkati hak eder. Sarılmak da, şefkat ve merhametin gülümsemesidir. Bundandır ki sarılmayı çok ciddiye alırım bir terapist olarak. Gücüm yetse tüm anne-babalara sesimi duyurmak isterim: “Çocuklarınıza sarılın, çocuklarınıza sarılın!” Gücüm yetmez tabii. Kalakalırım.

Hepimiz bu çocuk kadar şanslı değilizdir. Bizi kuşatmasını umduğumuz kollar yerinden kımıldamaz. Bir el bize dokunmaz. En yakınımızdaki insanın kolları bize merhamet ve şefkat taşımaz. Hasretle bekleriz. Yıllarca bekleriz. “Belki bir gün” deriz, “bir gün anne babam gelip bana sarılacak.” O gün bir türlü gelmek bilmez. Bir gün gelir, bu imkansızlaşır. Artık bu hayatta değillerdir.

Eskiden olsa onlara kızardım. Çocuklarına sarılmayan anne babalara. Artık kızmıyorum. Onların da aynı dertten muzdarip olduklarını anladığımdan beri. Şefkat görmeden şefkat göstermek zordur. Sevilmeden sevmenin zor olması gibi. Değerli olduğumuzu hissedemeden başkasına değer vermenin zor olması gibi. “Bu o kadar zor ki benim için. Annem babam da bana sarılmadı. Bilmiyorum ki şefkatli bir sarılmanın ne olduğunu.”

Kısmen doğru bir tespittir bu. Bilmediğimizi nasıl uygularız? Sözlerini bilmediğimiz bir şarkıyı nasıl söyleyebiliriz?

Zordur sarılmanın ne olduğunu bilmeden sarılmaya çalışmak. Çok zordur. Ama kısır döngü bir yerden kırılmalıdır. O an bir el, elimizi tutup bağlar sanki. Geri geri gideriz. Tam elimizi oğlumuzun omzuna atacakken birden çekeriz. Bir kere daha denemek gerekir. Gerekirse bin kere. Önceleri tedirgin, ürkek ve acemice yaparız bunu. Varsın olsun. Hangi zor işin acemiliğini ve yabancılığını çekmedik ki. Oğlumuza ve kızımıza sarılmayı öğrenmeden ölüp gitmek hayatı eksik bırakır bir yerinden. Anne-babamıza sarılmadan ölüp gitmek hayatı eksik bırakır bir yerinden.

Tam elimiz giderken içimizde şeytani bir ses konuşur: “Ama içimden gelmiyor ki!”

Varsın gelmesin. Neyi çok isteyerek yapıyoruz ki. Bazen doğru olanı yapmanın kendisidir erdem. Her şeyi isteyerek yaptıktan sonra insan iradesinin önemi kalır mı ki!

Bazen de şeytani ses başka bir açıdan ellerimizi kollarımızı bağlar. Tam, kırgın olduğumuz anne-babamıza, oğlumuza, kızımıza, eşimize sarılmak isterken şeytani ses bizi duraklatır: “Niye sarılacaksın ki ona! Kırgınsın. Kırgınlığın geçtikten sonra sarılırsın.”

Gerçekteyse sarılmanın işlevi tam da budur: Kırgınlığı tamir etmek. Kırgınlıkları şefkat ve merhamet yüklü bir sarılmadan daha öte ne iyileştirebilir ki?

Bazen de şöyle olur: Sevdiklerimizden bize sarılmalarını istemek acizlik ve dilencilik gibi gelir. “Bana sarılmana ihtiyacım var babacığım demek bana iman zayıflığı gibi geliyor, ihtiyacımı O’ndan istemeliyim” diye bir ses uyanır içimizde. Dünyada vesileler ile gelir şefkat ve merhamet. Sarılarak şefkat ve merhamet talebimiz O’ndan talep ediştir. Çünkü sarılmada aldığımız ve verdiğimiz şefkat ve merhamet O’na aittir. O’nun olanı alır ve veririz.

Zor gelse de, çok zor gelse de sarılarak bizden şefkat ve merhamet bekleyen insanlar var. Çok yakınımızda hem de.

Unutulmamalıdır ki merhamet ve şefkat en çok merhamet ve şefkat edenlerin üzerinde tecelli eder. Sevdiklerimize sarılarak onlara O’nun merhamet ve şefkatinin bir cilvesini sunduğumuzda bu O’nun da bize merhamet ve şefkatini celbedecektir. Bundan daha büyük bir kazançsa düşünemiyorum.