TR EN

Dil Seçin

Ara

Psikolojinin Dine Yaklaşım Sorunları

Psikolojinin Dine Yaklaşım Sorunları

Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerde ruh sağlığı, din ve maneviyatın ayrılmaz bir parçası olarak görülürken, yirminci yüzyılda modern psikoloji, din ve maneviyatın dışında ayrı bir ilim olarak gelişti. Bu gelişmenin başlangıç yıllarında Carl Jung’a önemli bir noktaya dikkat etmemiz gerekir.

Hıristiyan dünya görüşünün gerilemesi ve modern psikolojinin ortaya çıkışıyla birlikte insanın bilinçdışına yönelik etkinliklerde ciddi bir artış oldu. Jung'a göre bunun nedeni, dinin gerilemesiyle birlikte, aşkınlık ihtiyacının artması ve insanoğlunun bilinçdışı da dahil olmak üzere tüm kaynaklarını bu gerilimi aşmak için devreye sokmasıydı.

Ne var ki insanın derinliklerine inildikçe, 'bilimsel' yaklaşımın yeterli gelmediği anlaşıldı. Tıp ağır hastalıklara çare bulurken ve insan ömrünün uzaması ve hayat kalitesinin artmasında başarılı olurken, ruhsal problemlerde aynı oranda başarılı olamadı. Ruh depresyonu toplumları içten içe kuşattı.

Son yıllarda, özellikle bazı psikiyatri dallarının devreye girmesiyle bu konuda olumlu adımlar atılsa da, hala din ile psikoloji arasındaki mesafe, hatta düşmanlık sürmektedir. Fakat bu durum, toplumdan gelen baskılarla değişeceğe benziyor. İnsanlar artık, belki de metafiziği yaşayamama geriliminin artmasının etkisiyle, aşkınlık boyutu olmayan ve insanı olduğundan çok daha basite indirgeyen psikolojik yaklaşımlardan hazzetmiyorlar.

Bununla birlikte, özellikle son yıllarda psikoloji camiasında din ve maneviyat konularına olan ilginin arttığını müşahade ediyoruz. Amerikan Psikoloji Demeği'nin bir araştırmasına göre, Amerikalı psikologlar terapiye gelen kişilerin, kişisel yaşantılarını %60 oranında dini terimlerle ifade ettiklerini tespit etmişler. Bu tespit, psikoterapi ile insanın manevi arayışlarının kesin sınırlarla birbirinden ayrılamayacağını ortaya koyuyor.

O halde ruh hekimleri terapi ortamlarında manevi sorunlarla karşı karşıya kalıyor ve kalacaklar demektir. Söz gelimi, varoluşçu terapi uygulayan bir terapistin ölüm, anlam, özgürlük, yalnızlık gibi son soruları cevaplandırma girişiminde, din sınırına yaklaşmaması ve o sınırı zorlamaması mümkün değildir. Sartre gibi, "İnsan sonsuzluk deryasının üstünde yüzen bir sinektir, batmamak için kanatlarını çırpmaya mecburdur; kaostan geldik kaosa geri döneceğiz" diyebiliriz. Fakat dini bir inanca sahipsek, "Rahman ve Rahim olan yüce Allah'ın sevgi modeli üzerine yaratıldık" diyeceğiz.

Peki terapistler, artan manevi sorunlarla karşılaşmaya ne denli hazırlar? Bu sorudan önce, psikiyatrinin maneviyat ve dine olumsuz bakışının nedenlerine kısaca bir göz atalım:

Freud, din kurumunu evrensel bir takıntılı nevroz olarak tanımlamış ve insanların dini arayışlarını ilkel bir çaba olarak yargılamıştı. Dürtü teorileri, dini arayışları cinsel arzuların bastırılmasıyla eşdeğer görmüş, bu nedenle de psikanalistler kuşaklar boyu dini, suçluluk ve bağımlılık duygularının kaynağı olarak telakki etmişlerdi. Günümüzde hala genç ruh hekimleri, eğitim ve araştırmalarında maneviyatla ilgili konulara yer vermekten rahatsızlık duyar, bu konularla ilgilenmenin kariyerlerini olumsuz etkileyeceğine inanırlar.

Neticede, psikiyatri henüz biyopsikososyal modelin yanında bir spirituel (manevi) model ortaya koyamamıştır. Ancak psikolojideki bu tutum ile halkın genel tutumu arasında bariz bir çelişki söz konusudur. Amerika 'da bu çelişkinin giderilmesi için psikolog ve psikiyatristlerin eğitimlerinde dini ve manevi konular da eklenmiştir. Buradaki bakış açısına göre, psikologların kendileri inanmasa bile kendisine tedavi için gelenlerin sosyal, kültürel ve dini özelliklerini bilmeleri gerektiğidir. Bu amaçla ABD'de uzmanlık eğitiminde “ruh sağlığı ve din ilişkisi” “insan gelişiminde din ve maneviyat" "karizmatik dini yaşantılar" "tarikatlar konusunda bilgilenme" gibi dersler ilave edilmiştir.

Amerika'da psikoloji ve din arasında yeniden buluşma ve barışma süreci yaşanırken, bizde durum nasıl?

Size, birkaç sene önce bir sosyalpsikiyatri kongresinde yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Birkaç psikiyatrist ve bir Alman psikologla seminer çalışması yapıyorduk. Bir psikolog bayan, şöyle bir vaka sundu: 17 Ağustos depreminden sonra, bu psikoloğun bir bayan hastası İslam dinini bilfiil yaşamaya karar vermiş ve örtünmüştü... Bayan psikolog, Alman meslektaşa dönüp bu kadını nasıl kurtarabileceğini sordu!.. Alman psikoloğun o an yüzünde oluşan ifadeyi anlatamam. Adam şaşkın şaşkın baktı ve ne diyeceğini bilemedi.

Vakayı sunan psikolog hanım, derinliğine vakıf olmadığı bir konuda, alanını aşarak ve bilimselliğin arkasına sığınarak şahsi dünya görüşünü, karşı aktarım yoluyla hastasına empoze etmeye çalışıyor. Üstelik bu tutumunu o kadar tabii görüyor ki, bir psikiyatri kongresinde vaka olarak sunmaya cesaret edebiliyor. İşte bahsetmeye çalıştığım şey bu. Batının rölativist ahlakını benimseyen ruh hekimleri ile Türk halkının büyük çoğunluğunu oluşturan, İslami değerlere bağlı, muhafazakar "sessiz çoğunluk" arasında, dünya görüşü ve varoluş tarzı açısından büyük bir uçurum var. Ruh hekimlerinin taşıdıkları sorumluluk gereği durumlarını bir kez daha gözden geçirmeleri gerekmez mi?

Diyelim ki genç bir hanım veya delikanlı ruhunu size teslim etmiş yardımınızı bekliyor. "Ben filancadan hoşlanıyorum, onunla birlikte olayım mı?" dediği zaman, "Niçin olmasın?" dersek, İslami değerler açısından onu büyük bir günaha teşvik etmiş oluruz. Onun değerler sistemini altüst edip, ailesi ile arasında uçurum oluşmasını desteklersek kişiliği uzun vadede nasıl etkilenecektir dersiniz? Terapistin ahlaki rölativizmi, bugün Batı toplumundaki çöküşünden başta gelen nedenlerinden biri olarak telakki ediliyor. Psikanaliz medeniyeti tedavi ediyorum derken, ruh sağlığını bozuyor ve kirletiyorsa, bizim ruh hekimlerimiz de bu sürece katılmak zorunda mı?

Maalesef psikoloji camiasındaki dini olgulara dönük husumet, basit olaylarla sınırlı kalmayacak kadar yaygındır. İslam ve Kur'an öğretisi ışığında yaşamak isteyen birçok insan, dini, manevi ve meslek ahlakı konularında yeterince eğitilmemiş psikologların elinde potansiyel bir kurban durumundadır. Elbette bu tutumda olmayan ruh hekimlerini tenzih ederiz.

Bir ruh hekimi, kendisi inanmasa da, inançlı hastasının hayat görüşüne aşina olmak, ahlaki değerlerine vakıf olmak, en azından tüm bunlara saygılı olmak durumundadır.

Sorun, bireysel olarak terapistlerin ateist agnostik, din veya İslam karşıtı olma "özgürlüğü"yle ilgili değildir. Esas mesele, fikirlerimizi, bulunduğumuz yüksek terapist konumundan, herkesin kabul etmesi gereken evrensel değerlermiş gibi empoze etme isteğimizden kaynaklanmaktadır. Esasen bu tutum, meslek ahlakının çok ötesinde, potansiyel bir insan hakları ihlalidir.

...

Bahsettiğim bu sorunlarla ilgili atılması gereken adımlar şunlar olabilir:

Ruh hekimleri eğitiminde maneviyat ve din konularının ciddi bir şekilde yer alması gerekiyor. Bu konuyla ilgili olarak ilahiyat fakülteleriyle işbirliği içinde bir araştırma komisyonu kurulabilir. Bu eğitimin amaçları, terapistin sınırlarını bilmesi, dindar insanlara karşı saygılı bir eşduyum geliştirmesi, böylelikle de terapi etkinlik ve kalitesinin yükseltilmesi olmalıdır.

Batıda olduğu gibi, bizde de insan ruhen teslim olacağı kişinin dünya görüşünü ve maneviyata yaklaşımını önceden bilme hakkına sahip olmalıdır. Batı'da bu sorun, Katolik, Musevi, Budist psikiyatrist birlikleri oluşturularak çözülmüştür. İnternette "catholic, therapists.com" sitesine girdiğinizde ABD'deki Katolik psikiyatristler karşınıza çıkıverir. Tabii ki dindar bir Musevi, Katolik psikiyatriste gitmek istemeyebilecektir. Benzer şekilde, dindar bir Müslüman niye agnostik veya ateist bir terapiste gitsin? O nedenle "Bir psikoterapist arıyorum" başlığı altında ziyaret edilen internet sitelerinde terapistin eğitimi, kullandığı terapi metotları dine ve maneviyata yaklaşımı kısa ve öz bir şekilde belirtilebilir. Böylece yardım arayan kişi özgürce kendi dünya görüşüne uygun terapisti seçebilir ve terapi esnasında kötü sürprizler yaşanmaz. Gerçek çağdaşlık ve insan haklarına saygı bunu gerektirir.