TR EN

Dil Seçin

Ara

Fordizm

“İnsanlar az çalıştıkları zaman daha çok satın alırlar.”

— Henry Ford

 

Amerika’nın ünlü sanayicilerinden Henry Ford, 1913 tarihinde, Michigan’da bulunan Motor Fabrikasında bir ilki gerçekleştirdi. Otomobiller seri montajla üretilmeye başlandı. Bu uygulama sonraki yıllarda hızla yayıldığı ve artık bir düşünce tarzı haline geldiği için Fordizm adıyla tarihe geçmiş oldu.

Fordist kitle üretiminin temel öğeleri ayrıntılı iş bölümü, seri hareket ve süreklilikti. ABD’de bu yeni üretim organizasyon biçiminin ortaya çıkışı, kitle üretimiyle elde edilen yüksek ürün miktarının tüketilebileceği büyüklükte pazarların oluşmasıyla hızla yaygınlaştı ve tüm dünyada hâkimiyet kurdu. Aslında Henry Ford 1903 yılında bu işletmesini diğer oto fabrikaları gibi bir atölye ölçeğinde kurarken, belki de tüm dünya insanlığını hemen her alanda etkisi altına alacak bir düşünce yapısı ve akımını ortaya çıkarmayı hiç hesaplamamıştı. İşletmesinde kendisi dahil sadece sekiz kişi çalışmakta idi. Parçalar civardaki makina atölyelerinden alınıyor, fakat düzgün ve standart olmadığından, eğitim ve beceri sahibi bu sekiz kişilik ekip tarafından işlenerek birbirine uyduruluyor, sonra da montajı yapılıyordu. Bu ekip tüm emek sürecini tasarlıyor, uygulamada çıkan sorunları çözüyor ve sabit bir birim halinde duran otomobilin tamamını monte ediyordu. 

 

Üretimin atomizasyonu

Değişik parçaların depodan taşınması, işlemler için tezgahlara gidip gelinmesi, kullanılan aletlerin atölye içinde getirilip götürülmesi vakit alıcı olmakla birlikte, ilk yıllarda üretim arttıkça bu üretim tekniği değişmemiş, sadece ekip sayısı çoğaltılmıştı. 1906’da çeşitli parçaların fabrika içinde üretimine geçilmesiyle, Ford’un zaten kıt bulunan vasıflı işgücüne bağımlılığı daha da arttı. İlk iş bölümü, parçaları taşıyanlarla, onları işleyip monte edenler arasında gerçekleştirildi. Taşıma işleri için o sırada ABD’de bol ve ucuz bulunan göçmen işçiler alındı. Vasıflı işçilerin fabrika içinde dolaşmaları engellenerek sabit bir noktada çalışmaları sağlandı. Böylece, hem denetlenmeleri kolaylaşmış hem de yüksek ücretli işçinin vakit kaybı önlenmişti.

Bir sonraki adım, üretim sürecini daha küçük parçalara bölmek yolunda atıldı. Montajın küçük bir bölümünü yaptırarak işçilerin çok daha seri hareket etmeleri sağlandı. Böylece emek veriminin artmasına zemin hazırlandı. Fabrikada üretilen parçalar giderek belli bir standarda getirildi. Bu gelişme bir yandan parçaların montajlarını kolaylaştırırken diğer yandan üretim süreci daha çok sayıda vasıfsız işçi arasında paylaştırıldı.

Bundan sonra Ford’un üzerinde durduğu konu, üretimin akış hızını artırmak oldu. Belirli bir işlemi yapan tezgahlar üretimin gerektirdiği işlem sırasına dizildi. Bu uygulama akış hızının daha da artmasını sağladı. Zincirleme ve kesintisiz yapılan üretimde işçilerin çalışma hızını artırmak için de en hızlı işçilerin primle ödüllendirilmesi yoluna gidildi. Ancak Ford yöneticileri için bu da yeterli olmadı. İşçilerin hızlarını gönüllü olarak artırmalarını beklemek yerine, hızın kendilerince belirlenebileceği bir sistem arayışına girdiler.

İlk olarak, 1913’te titizlikle yapılan zaman ve hareket etütleri sonucu, yaklaşık 50 metrelik bir üretim hattında üretim süreci 140 montaj işçisi arasında bölündü. 1914 yılında mekanik olarak hareket eden ünlü montaj hattı, ya da akar bant üretime sokuldu.

11 yıllık bir zaman aralığında Ford fabrikasında gerçekleştirilen tüm bu teknolojik değişikliklerle, emek sürecini düşünen, tasarlayan ve uygulayan ustaların yerini sadece küçük bir parça işini sürekli tekrarlayan vasıfsız işçiler aldı.

 

Sistemin toplumsal alandaki etkileri

Fordist kitle üretim sistemi, toplumun bütün sınıflarının kendilerine özel standartlaşmış tercihler, zevkler, tüketim kalıpları ve yaşam biçimlerine hapsedilmesine sebep oldu. Dolayısıyla özellikle işçi sendikalarının sayısı bu dönemde büyük ölçüde arttı. Aslında sistem, sadece üretimi ve ürünü tek tipleştirmemiş, bunun toplumsal yaşamdaki yansıması olarak her şeyi de standart hale getirmişti. Bir başka ifadeyle herkesin neyi ne kadar tüketeceğine kadar her alanda doğrudan veya dolaylı telkinlerle dikte ettirilmekteydi.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası görülen bolluk döneminde üretim artışıyla beraber (sendikaların da etkinliğinin rolüyle) reel ücretlerde büyük artışlar baş gösterdi. Dolayısıyla tüketim düzeyi yükseldi, tüketimin kompozisyonu değişti. “Tüketim toplumu”nun sembolü sayılan dayanıklı tüketim mallarının satın alınması yaygınlaştı. Tamamen seri üretime ve tüketime dayalı bir büyüme söz konusuydu.

Bu üretim sistemi her şeyi değiştirdi. Hattâ şehirleşme ve ulaşım da bundan nasibini almıştı. İşçiler ve diğer çalışanlar fabrikalara hızlı bir şekilde taşınmak zorunda olduklarından şehirlerde de ona uygun bir ulaşım altyapısı (metrolar gibi) geliştirildi.

 

Tüketim makinası haline gelişimiz

Üretmek güzeldi, ama tüketen olmadıkça bir anlamı yoktu. Üretilenin tüketilmesi, bir başka ifadeyle tükettirilmesi gerekiyordu. Bunun için prensip olarak “ihtiyaçların sınırsız ve arzuların doyurulmaz olduğu” anlayışından hareket edildi ve o doğrultuda çözümler arandı. Derken, zamanla bütün dünya insanlarını ahtapotun kolları gibi kavrayacak bir formül bulundu:

“Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için, çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket. ”

Bu formülün uygulanması son derece kolay oldu. Çünkü çıkarılan her yenilik kısa bir zaman sonra yerini bir başka yeniliğe bıraktı. Ürünler genellikle tek veya az kullanma özelliğiyle üretilmek suretiyle uzun süreli kullanımın önüne geçildi. Ayrıca yapılan reklamlar ve propagandalarla yenilikleri takip etme, lüks tüketim ve markalar sosyal statünün bir gereği olarak yansıtıldı. Böylece insanların arzularını tatmin dereceleri sürekli olarak daha yükseklere çekildi.

Yenileşme-yeni üretim-üretim artışı-tükettirme çarkı, insanları birer tüketim robotu haline getirdi. Henri Ford’un harekete geçirdiği seri üretim ve bant sistemi, bireyden topluma tüm insanlığı makineleştirdi. Daha doğrusu hâkimiyet insanlardan makinelere geçti. Sanki üretim bantlarında dizi dizi akmakta olanlar makineler değil, insanlar oldu. Sürekli modeli değişen insan ve toplum tipi seri üretime geçirildi.

Tam bu noktada önümüzde iki yol ayırımı ve tercih duruyor: Ya bu seri sistemde sürekli yenilenen birer robot ve makineliğe devam ya da kendimize geri dönme. Kendimizi kaybettiğimiz noktaya gitme ve insanlığı tekrar keşfetme.

Fordist dünya görüşünün sırtımıza, zihnimize, ruhumuza, kalbimize ve tüm hislerimize yüklediği tüm fazlalıklardan kurtulma.

Hayatımızı hızlandıran, hayatımızı acılaştıran sebepleri, gerekçeleri, anlayış ve düşünceleri tespit edip bir an önce o azılı düşmanları bertaraf etme.

Başkası değil, kendimiz olma.

Hakiki insan olma.

O halde, hep birlikte kendimize geri dönelim; hızlanmaya ve hızlandıkça kaybetmeye başladığımız eşikten geri dönerek hayatımıza yeni bir başlangıç yapalım.