TR EN

Dil Seçin

Ara

Gazze’nin Bebeler Ordusu

Zayıflık hangi durumlarda güç haline gelebilir? Belki çok ters ve mantık dışı gibi görülebilir. Ancak bir yer ve bir konum var ki, orada ve o konumda zayıflık arttıkça güç de artıyor. Küçüldükçe büyüklük daha da ziyadeleşiyor.

Zerre, işte o sırla en büyük ve en güçlü atom bombalarından daha büyük bir gürültüyle patlıyor. Bunun tam tersi de söz konusu. Aynı konumda, ama bu kez büyüklük arttıkça zaaf ve zayıflık artıyor. Sanki güneş kadar büyüse, bir zerreden daha güçsüz, daha zayıf ve daha zelil oluyor.

Tam 22 gün boyunca, kendini çok güçlü ve çok üstün gören İsrail, ordusuyla, silahlarıyla Gazze’yi bombaladı. Neredeyse taş üstünde taş bırakmadı. O çok güçlü görülen, süper güç görülen, dünyanın hakimi görülen ülkeler onun ardında yer aldı, ona göz yumdu. Dünyanın güvenliğini sağlama, eşitsizlikleri ortadan kaldırma, haksıza mani olma, haklının yanında yer alma gayesiyle kurulan organizasyonlar, örgütler önceden defalarca olduğu gibi yine patır patır döküldüler. Sessiz kalmakla bir kez daha yine o katil ülkenin ardında durmuş oldular. Diğer ülkeler, hatta pek çok İslam ülkesi de sükûtlarıyla vakıayı ikrar konumunda yerlerini aldılar. Kısacası, bu dengesiz dengenin bir kefesinde İsrail ve tüm dünya, diğer kefesinde ise çoluk-çocuk Gazzeli masumlar ve mazlumlar vardı. Yüzlerce çocuk, üç-beş yıllık kısacık ömürleri ile bu zalim ve karanlıklarla doldurulmuş dünyaya veda etti.

Mazlumlar, masumlar görüntüde, ne sayıca, ne güç olarak bir şey ifade etmez konumdaydı. Her gün haberlerde, yıkılan binaların altında kalan insanların cansız bedenleriyle birlikte yine bir kez daha “İsrail’i kim durduracak!” ifadesi şaşkınlık için defalarca tekrarlandı.

Çünkü, görüntülerde hem güçlü oluşunda kimsenin şüpheye düşmediği İsrail ve destekçileri, diğer yanda, çaresiz bir şekilde ölümü bekleyen masum ve savunmasız bir halk vardı.

22 gün boyunca, zayıflar daha da zayıfladı. Buna seyirci kalan insanlığın korkusu ve dehşeti daha da arttı.

Ama bir hakikat vardı ki, başta İsrail olmak üzere, tüm dünya o hakikati en sonunda fark edebildi.

Çünkü o zayıflar zayıfladıkça, o güçsüzlerin acziyeti daha da arttıkça Kudreti sonsuz, Hakimiyeti sınırsız olan Allah’a sığındılar.

Ve ortaya öyle bir güç çıktı ki, o tablo karşısında güçlü görünenlerin ayaklarında takat kalmadı.

Tüm dünya o gücün farkına, kundaktaki bebeklerin, okul önlükleriyle minik öğrencilerin cansız bedenlerini gördükçe varabildi.

Hiç kimsenin ummadığı ve karamsarlığın en dip noktalara ulaştığı anlarda kâh hastane koridorlarında, kâh anne veya babasının kucağında, kâh morglarda kendini gösterdi minik cansız bedenler. O kalpleri paramparça eden sessiz haykırışlarıyla adeta Vaad-ı İlâhî’nin tecessüm etmiş görüntüleri haline geldiler. O ruhları cennete uçmuş bedenleriyle, ruhunu, özünü ve insanlığını kaybetmiş nice insan kılıklılara mesaj üstüne mesaj gönderdiler.

Bir yandan da, o acziyet ve zayıflıklarındaki son derece mağrur ve metin halleriyle, muzaffer birer komutan edasıyla veya zafere koşan muazzam bir ordunun minik askerleri misali Vaad-ı İlâhî’den haber verdiler. Zalimin zulmünün yanına kâr kalmayacağını haykırır gibiydiler.

Diğer yandan da, korkudan bir kenara sinmiş devletlere, ülkelere, örgütlere ve kendisini kurtarmaya cesaret edemeyen insanlığa seslendiler. “Siz bir destek vermediniz, veremediniz. Bizi koruyamadınız. Ama biz canımızı vererek, Allah’ın şefkat kanatları altında yerimizi aldık. Bakalım, siz yaptıklarınızın ve yapamadıklarınızın hesabını nasıl vereceksiniz?” dediler. İnsanlığı derin bir vicdan muhasebesinin içine ittiler.

Ve kimisi beşiğinde, kimisi annesinin sinesinde, kimisi okul sırasında, kimisi oyuncaklarının başında can verdi o muzaffer ordunun minik neferleri. Mazlum anneleriyle, yaşlı dede ve nineleriyle beraber, savaşın asıl galibi oldular.