TR EN

Dil Seçin

Ara

Çanakkale'nin İrfan Ordusu: Muhtacız O Ruha

Çanakkale'nin İrfan Ordusu: Muhtacız O Ruha

Çanakkale, kimliğimizin, benliğimizin ve mukaddesatımızın kodlarının saklı tutulduğu kutsal mekânlardandır. Tarihimizin parlak zaferlerinden olan Çanakkale Savaşı’nın bir din, iman ve mukaddesat savaşı olduğuna şüphe yoktur. Bu savaş aynı zamanda Osmanlı’nın “irfan ordusu”nun ve “genç mektepliler”in de savaşıdır.

 

Mektepten cepheye ‘Kalemli Savaşçılar’

Tarihimizin o en çetin ve kanlı savaşında, geleceğin Türkiye’sinin aydın ve yönetici tabakasını teşkil edecek olan İstanbul, Çanakkale ve çevre illerdeki lise ve üniversite gençliği, muallimi, tekke ve medrese talebesi, şeyhi ve müderrisi ile topyekûn “maarif ordusu” da kahramanca çarpıştı. Savaşın başlamasıyla birlikte birçok seçkin lisenin yanı sıra Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) da eğitime ara verildi ve okullar 1 yıl boyunca kapalı kaldı. İlim, tahsil ve hatta oyun çağındaki gençlerimiz, Anadolu’nun dört bir köşesinden okullarını, kalemlerini ve ideallerini geride bırakarak, ülkesini, mukaddesatını ve medeniyetini müdafaa etme şuuruyla cepheye koştular. İman dolu göğüslerini siper edip Çanakkale’yi geçilmez kıldılar.

Savaş sırasında devlet, cepheye asker yetiştiremiyordu; vazife görecek insan kaynaklarımız neredeyse tükenmek üzereydi. O kadar ki, asker açığını kapatmak için 15 yaşın üstündeki gençlerin bile cepheye sevk edilmeleri normal bir hadise haline gelmişti. 1914 yılında çıkan Geçici Askeri Mükellefiyet Kanunu’na göre askerlikten tecilli tutulan sultanî ve idadî talebeleri, Çanakkale’de baş gösteren asker ihtiyacı sebebiyle zamanla silâhaltına alındı. Liselerde 1900 doğumlular dahi mecburen cepheye gitti ve askerlik yaşı 15’e kadar düştü.

 

Çanakkale’de ödenen bedel

Çanakkale’de yaptığımız en büyük fedakârlıklardan biri de geleceğin aydın, ilim adamı, âlim ve yönetici zümresini teşkil edecek olan havas tabakayı feda etmek oldu. Cephede şehit düşen genç mekteplilerin on binlercesi, bir rivayete göre yaklaşık 50 bini, yüksek seviyede ilim ve irfana sahip medrese öğrencisiydi. Şehadete yürüyen gençlerin sayısı; hangi mektep, medrese ve tekkeden geldikleri ve askerlik kayıtları Harbiye Nezareti’ne düzenli bir biçimde ulaşmadığından bugün hâlâ tam olarak bilinmemektedir.

Eğitim kurumlarının kayıtları incelendiğinde, söz konusu illerde bulunan okullardaki, lise birinci sınıf haricinde kalan öğrencilerin çoğunun savaşa katıldıkları ve bunların ekseriyetinin geri dönmeyi başaramadığı; liselerin iki yıl süre ile (1915-1916) öğrenci mezun edemediği anlaşılmaktadır. Kesin olmayan rakamlara göre sadece Çanakkale’de şehit olanların 10 binden fazlasının yüksek tahsilli, 70 bin kadarının da rüştiye (ortaokul) mezunu olduğu tahmin edilmektedir.

Bu noktada bilhassa Çanakkale Savaşı’nda, eskilere göre daha eğitimli ve idealist olan genç kuşağın ve öğretmen neslinin kaybedildiğini tespit etmek mümkündür. Çanakkale; Osmanlı’nın geleceği olan eğitimli bir nesli sinesine çekmiştir. Onlar ülkenin beyin takımı, kalburüstü aydın tabakasıydı. Savaştaki aydın kaybı sonraki dönemlerde Osmanlı’yı ve genç Türk Devleti’ni derinden etkiledi. Bu süreçte zuhur eden, kaht-ı rical ve aydın taifesi yokluğu en kötü sonuçlardandı.

 

Muhtacız o gençliğe ve o ruha!

Çoğunun bıyıkları henüz terlememişti bile; hayatlarının baharındaydılar ve her genç gibi onların da tatlı hülyaları ve idealleri vardı. Kısa bir talimden sonra cephenin yolunu tutmuş, mahşerin cehennemî atmosferini bir miktar teneffüs ettikten sonra ebediyete kanat çırpan bahtiyarlar zümresine onlar da dâhil olmuşlardı. O öpülesi kınalı başlarını, o terütaze canlarını bir hilâl uğruna kurban etmekte bir lahza tereddüt göstermemişlerdi. Diplomalarını, şehitlik beraatı olarak inşallah Cennet’te alacaklardı.

Onlar, hür bir vatanda, özgür bir hayata ve geleceğe kavuşmamız için adanmış bir adak, ödenmiş bir diyet, yatırılmış bir teminattı. Vatanın nadide yetişmiş birçok seçkin, yiğit evladı, cetlerinin mezarını torunlarının beşiği ile birleştirmek için, din, vatan, millet, hürriyet ve istikbal uğruna hayatın kendisine sunduğu her hakkı, zevki, emeli, daha da mühimi gençliğini ve ideallerini cömertçe feda etti. Bu yüzden dünya durdukça tarih, onların bu destansı kahramanlık ve fedakârlıklarını hep takdirle anacak ve genç kuşaklara her daim örnek gösterecektir. Onlar, mübarek bedenlerini vatanımızın tapu senedine çevirip bize armağan ettiler. Hâlâ muhtaç, hâlâ hasret değil miyiz onların Gelibolu ufuklarında sergiledikleri destansı “Çanakkale Ruhu”na?

Şu halde bize düşen başlıca görev, onların taşıdığı vatan sevgisi, tarih bilinci ve ruh yüceliği ile donanmak ve uğruna canlarını adadıkları kutsal emanete ve değerlere sahip çıkmaktır. Ruhlarını şad etmeye yarayacak en güzel icraat; gelecek yüzyıllara, dünya üzerinde söz sahibi bir “Büyük Türkiye” ile girmek ve güzel yurdumuzu ebedî vatan kılmaktır. Allah onlardan ebeden razı olsun, bizleri de onlara layık, emanetlerine sahip çıkan hayırlı haleflerden kılsın. (Amin)