TR EN

Dil Seçin

Ara

Vücudumuzun Dinamik Ordusu / Akyuvarlarımız

Kanımızda bulunan ve çoğunluğu oluşturan kırmızı hücrelerden (eritrosit) başka bir de ‘lökosit’ denilen beyaz , renksiz hücrelerimiz vardır.

Kanımızda bulunan ve çoğunluğu oluşturan kırmızı hücrelerden (eritrosit) başka bir de ‘lökosit’ denilen beyaz , renksiz hücrelerimiz vardır. Bunların sayısı yaklaşık mm3’te 5-6 bin kadardır. Yani ötekilere göre azınlıktadırlar fakat hastalık hallerinde ‘vazife başına’ emriyle sayıları hızla artar; 10 bine, 20 bine çıkabilirler. Kan tahlillerinde WBC (white blood cell) şeklinde kısaltılır. WBC’nin yüksek çıkması vücudumuzda işlerin yolunda olmadığını ve istenmeyen bazı canlıların içimizde yerleşmeye, çoğalmaya başladığını gösterir. Bazen de hiçbir sebep yokken bir anarşi ortaya çıkar, 50, 100, 200 bin gibi yüksek rakamlara ulaşıp, kendi meskenleri için bir tehdit, bir istilâcı haline gelirler ki bu duruma kan kanseri (lösemi) denir.

***

Akyuvarlar, bağışıklık sistemimizin önemli bir bölümünü oluştururlar. Bakteri ve virüslerle hem hücresel plânda birebir mücadele eder, hem de sentezleyip, kana salgıladıkları antikor denilen özel proteinlerle onları etkisiz hale getirirler. Bunlar da, kardeşleri olan kırmızı hücreler gibi kemik iliğinde doğar ve kana geçerler. Fakat bunlar, alyuvarlara göre daha kısa ömürlüdür, çoğu 1-4 gün içinde ölürler. Bir damla kana mikroskopla baktığımız zaman, kırmızıların arasında bunları çok zor veya hiç göremeyiz. Bu yüzden bu hücreler özel boyalarla renklendirilerek incelenir. Boyama metotları, bu hücrelerin kırmızılar gibi, tek tip olmadığını göstermiştir. Buna göre 5-6 çeşit akyuvar tespit edilmiş olup, bunların hem görevleri, hem de sevdikleri boyalar farklıdır.

***

Akyuvarlar, önce çekirdek yapılarına göre ikiye ayrılır. Bunlar:

1. Granülositler: Bunların çekirdekleri parçalı, loblu olup, sitoplazmalarında da granül denen minik kesecikler bulunduğundan granülositler denilmiştir. Bu keseciklerin içi sindirici, eritici emzimlerle doludur. Duruma göre bazen düşmanı içine çekerek, bazen de bunları üstlerine salgılayarak onları eritirler. Alyuvarlardan biraz daha iridirler. Büyüklükleri yaklaşık 12-20 mikron kadardır. Kısa ömürlerinin ilk 8-10 saatini damar içinde, kalan kısmını ise dokularda geçirirler. Granülositler de, boyanma tiplerine veya sevdikleri boyaya göre üçe ayrılır. Bunlar: 

a) Nötrofiller: Akyuvarların yaklaşık %60-70’ini oluştururlar. Özellikle bakterilere karşı vücudu koruyan bu gruptur. Bir çıbanın veya bir sivilcenin etrafındaki kırmızılık, oradaki kılcal damarların genişlediğini, yuvarlaklık ise o bölgenin kuşatma altına alındığını gösterir. Ortadaki kirli sarı renk ise, akyuvarların ve bakterilerin ölülerinden ortaya çıkar ki buna cerahat veya irin denir.

b) Asidofiller: Eozin denen asidik bir boyayı sevdiklerinden bunlara eozinofil de denir. Normal şartlarda akyuvarların %2-4’ü kadardırlar. Çekirdekleri iki parçalı, büyüklükleri 12-15 mikrondur. Bunların kan sayımlarında yüksek çıkması vücudumuzda kuvvetli bir ihtimalle barsak kurtları veya solucan gibi bir parazit bulunduğunu düşündürür. Röntgen gibi tekniklerle görülemeyen bu parazitlerin teşhisi için de Cenâb-ı Hak, bu hücreleri, sanki bize bir ipucu olsunlar diye görevlendirmiştir.

c) Bazofiller: Akyuvarlar içinde %1’lik bir grup oluşturan bu hücreler, bazik bir boya ile görüntülenir. Granülleri içinde heparin ve histamin bulunur. Heparin kanın pıhtılaşmasını önleyen bir maddedir. Histamin ise alerjik reaksiyonlarda rolü olan, damar açıcı bir maddedir. Fakat histamin salgısı o bölgede kızarıklık ve kaşıntı yapabilir. Eğer bu belirtiler rahatsızlık verecek derece de şiddetli olursa histaminin etkilerini durduran alerji ilaçları (antihistaminikler) kullanılır.

***

Akyuvarlar içinde çekirdekleri mono blok, parçasız olan hücrelere de lenfosit ve monosit denir. Bunlarda granül olmadığından agranülositler de denir. Lenfositler, bağışıklık sisteminin çok önemli elemanlarıdır. Kanda da dolaşmakla birlikte daha çok lenf damarlarında, dalakta ve bademciklerde bulunurlar. Bunlar da üç alt gruba ayrılmıştır:

a) T lenfositler: Dolaşımdaki lenfositlerin yaklaşık %80’ini oluşturan ve hücresel bağışıklığımızdan sorumlu olan hücrelerdir. Ömürleri 2-3 yıl kadar olup, karşılaştıkları bakteri ve virüslerle ilgili bilgileri sonraki nesillere de aktarırlar. Böylece genç nesiller de atalarının, dedelerinin zamanında tanışıp, tedbir aldığı bakteri ve virüsleri tanır ve onları nasıl etkisiz hale getireceklerini adeta bilirler. Bunları böyle yaratmasıyla Rabbimiz, kabakulak, kızamık, çiçek gibi bazı hastalıklara ömürde bir kereden fazla yakalanmamızı engeller, bizi korur.

b) B lenfositler: Lenfositlerin yaklaşık %10’u kadar olup, 3-4 ay yaşayabilirler. Her bakteri ve virüse karşı özel antikorlar sentezleyip kana verirler. Buna hümoral veya sıvısal bağışıklık denir.

c) NK lenfositler: Natürel Killer (doğal öldürücü veya doğuştan katil) diye isimlendirilen bu hücreler de yaklaşık %10’luk bir grup oluşturur. Bunların görevi ise anarşistleşen, kanserleşme meyli olan hücreleri ve ayrıca virüs veya bakteri yuvası olmuş, tabir caizse artık ümitsiz vaka haline gelmiş vücut hücrelerini bulup yok etmektir.

Monositler: Lenfositler içinde %3-8 nispetinde bulunan, 12-20 mikron çaplı, ötekilerden biraz daha iri akyuvarlardır. Bunların en önemli özellikleri ise damar dışına da çıkıp, düşmanı yakalamalarıdır. Damar dışında biraz daha irileşir ve makrofaj adını alırlar. Elimize diken mi veya ayağımıza bir çivi mi battı, her nereden bir yabancı girişi olmuşsa, emri aldığı gibi derhal o tarafa yönelip, bakterileri bulur ve içlerine alarak eritirler.

***

Görünen ve anlaşılan o ki, bir ağacı bin yıl, bir kaplumbağayı 500 yıl yaşatan kudret, bu mükemmel insan vücudunu da ebediyen yaşatmaya kâdirdir. Fakat bu dünya denilen sınav salonunun dar oluşu ve arkadan gelenlere de yer açılması, onların da nasiplerini alması ve bir sınav için 80-90 sene gibi bir zamanın da yeterli olması gibi hikmetlerle insan ömrü kısa tutulmuştur. Yoksa görünen düşmanlarına karşı Rabbinin verdiği aklı ve zekâsıyla tedbirler alan; görünmeyen mikrop gibi düşmanlarına karşı da gizli silâhlarla mükemmel techiz edilmiş, donatılmış olan insan oğlu elbette ataları olan Hz. Âdem ve Hz. Nuh (as.) gibi daha uzun yıllar yaşayabilirdi.