TR EN

Dil Seçin

Ara

Haziran 2014

post-title

Haziran 2014, 450

450. sayıya nasıl ulaştık?

 

Değerli Dostlar ve sevgili Zafer okuyucuları,

Bunca yıl ve bu kadar sayıya ulaşmak kolay değil elbette. Hele de bunu reklam almadan, kendi yağıyla kavrularak başarmaya çalışmak, gerçekten zor şartları, çetin problemleri aşa aşa bu günlere gelmek kolay değil. Bu uzun yolun öyküsünü tarihe not düşmek gerek. Soranlara da anlatabilmek gerek…

Bu düşünceyle Zafer Dergisini, bu uzun yolun öyküsünü ilk elden dinledik ve Zafer okuyucuları için not aldık. Evet, ilk elden, yani Selim Gündüzalp’ten duyduklarımızı, burada, sizlerle sayfasında paylaşacağız. Her sayıda bir kısmını aktaracağız inşaallah.

Şimdi sözü uzatmadan dinlemeye başlayalım. İlk adım nasıl atıldı ve sonrası nasıl gelişti? Sevgili Ağabeyimiz Selim Gündüzalp’ten dinleyelim:

Bir sonbahar günüydü. Çiçeklerden kasımpatı, meyvelerden nar vardı bahçelerde. Günlerden pazardı ve serin bir sabahtı. Yirmili yaşlarda bir avuç gençtik.

Hepimiz bir araya gelsek, ancak bir el ederdik ve ancak böyle tutunabilirdik hayata, bir arada ve hep birlikte...

Şimdi hatırlıyor olmanın bile omuzlarıma bir yorgunluk hissi verdiği anıları, o gün nasıl yaşayabildiğimizi şimdi idrak dahi edemiyorum.

38. yıl ve 450. sayımız vesilesiyle benden anlatmam istenen bu konuda hafızamda ilk beliren şey, titrek ve sönük ışığıyla, yarım yamalak aydınlattığı küçük odanın tavanında asılı bir lamba oldu. Adapazarı’ndaki Cevat Bey iş Hanı’nın ikinci katındaki küçük bir dükkânda toplanmıştık. Karanlık bir iş hanında içi öte beriyle dolu küçük bir dükkânda, titrek ve sönük bir sarı lambanın altında aylık bir dergi çıkarmamız gerektiği konuşuluyordu... Fikirleri aydınlatan, kalplere can taşıyan bir dergi olacaktı bu!

Üç beş sayfa da olsa bir dergimiz olmalıydı. Sesimizi duyurmalıydık. ‘Bilim’ adı altında sunulan nice karanlık fikirler, yeni yetişen nesillerin ve gençlerin kafalarını karıştırıyordu. Sırtını devlete ama kafasını köhne ve çürük ideolojilere yaslamış malûm dergiler vardı. Bunlar manevî değerlerimizin, âdeta alay ederek altını oyuyorlar, bunu da bilim adı altında yapıyorlardı.

Öyleyse bizim de bir dergimiz olmalıydı. Hakikatten başka hiçbir şeyin kolu kanadı altına sığınma gereği duymadan gerçekleri dillendirmeli, hakkın ve hakikatin safında, inananların yanında, inanmak isteyenlerin yardımında bir dergi...

Bu çekirdek kadroda yer alan ne Adnan’ın, ne Hüseyin’in, ne benim, ne de öteki arkadaşların bir derginin nasıl çıkarılabileceğine dair doğru düzgün hiçbir bilgimiz yoktu. Ama başladık işte ve bize düşen asıl vazifenin “Bismillah” deyip başlamak olduğunu ve önümüze çıkan engellerin birer birer nasıl yıkıldığını ve küçüldüğünü o zaman da gördük.

On altı sayfalık bir haber bülteninin ardından onlarca isim teklifinin arasından, özellikle benim ısrarla direttiğim isim seçildi ve dergimizin adı ZAFER oldu. Adını Zafer koymuştuk çünkü mağlûp olunacak bir işe gönül vermemiştik. Yıllar sonra sevgili Kemal Ural Ağabey bizleri karşısına alıp, tek kelimeyle özetlemişti bu gerçeği:

“Zafer, Rububiyet-i İlahiye’nin zaferidir!” demişti. Çünkü ilmin hemen hemen her dalında Yaratanımızın Rab isminin tecellisini anlatmaya çalışıyor ve oralarda tevhid bayrağını burca dikiyordu.

Zafer adıyla ilk sayısının hazırlıklarını yaptığımız o günü de asla unutamam. Adnan’ın evinde toplanmıştık.

Yine bir pazar günüydü. Enver, Zafer, Ben ve Adnan sabahtan akşama kadar aralıksız çalışmıştık. Adnan’ın babası Hakkı Amca, bizim için özel olarak portakal suyu hazırlıyor, annesi ise, çalışırken atıştıralım diye bize tost getiriyordu. Uzun yıllar sonra, “Zafer nasıl çıktı?” diye soran gençlerle birlikte, o evin önünden geçerken, “İşte!” dedim. “Şu odada biz ilk sayıyı hazırladık...”

Yer yer duygulanarak, bazen de göz yaşlarıyla dinlediğimiz bu hatıralara gelecek ay devam etmek üzere ara verip, sizleri Haziran sayımızla başbaşa bırakalım. Emeği ve duası olan herkese sonsuz teşekkürler ediyoruz. 

Bizden hareket, Mevlâ’dan bereket…

Dergideki Yazılar