İnsan Kaybettiğini, Nerede Bulabilir?
İnsan kaybettiğini her zaman doğru yerlerde mi arar?
Ara
İnsan kaybettiğini her zaman doğru yerlerde mi arar?
Nasreddin Hoca'yı pazar yerinde bir şeyler ararken gören tanıdıkları ne kaybettiğini sorarlar. O da “Anahtarımı kaybettim, onu arıyorum.” diye karşılık verir. Yanındakiler de onunla birlikte aramaya koyulurlar. Bir süre aradıktan sonra içlerinden biri, “Hocam anahtarını tam olarak nerede kaybettin?” diye sorar.
Hoca “Evin bodrumunda kaybettim.” diye cevap verir.
Yanındakiler sinirlenip, “Hocam iyi de evde kaybettiğin anahtarı pazar yerinde niye arıyorsun?” dediklerinde Hoca hiç beklemeden cevap verir: “Burası daha aydınlık, o yüzden burada arıyorum.’’
Bazen sayfalar dolusu bilgi yığınıyla anlatılamayacak konular birkaç cümlelik bir Nasreddin Hoca fıkrasıyla en çarpıcı şekilde ifade edilir. Bu fıkralarda hayata, insana, insanın zaaflarına ve kalıplanmış bakış açısına dair birçok göndermeler yapılır. İnsanın hayatı yorumlayışını, sorunlara çözüm bulma şeklini ve takıntılarını sade ve tatlı bir dille hicveder. Burada da aynı özellik, dikkatli bir bakış açısıyla kolaylıkla fark edilebilir.
İnsan kaybettiğini her zaman doğru yerlerde mi arar? Yoksa bütün yorgunluğumuz ve bıkkınlığımız kaybettiklerimizi yanlış yerlerde arama zaafiyetimizden mi kaynaklanıyor? Yaşadığımız sorunlarda sebepleri hep diğerinde ve dış faktörlerde mi arıyoruz? Kendimize düşen sorumluluk payını neden hep göz ardı ediyoruz? Çözümü ve cevabı kendi içimizde aramaktan neden bu kadar korkuyoruz?
Kendi hatalarımızla ve büyümemiş taraflarımızla yüzleşmek, benliğimize yakıştıramadığımız hallerimizle tanışmak ne kadar da zor geliyor nefislerimize… İşte bu yüzdendir ki, ne zaman içimiz sıkılsa ve ne zaman kendimizi mutsuz ve huzursuz hissetsek, hep dışarılarda arıyoruz sebepleri…
Beklediğimiz şeyler olmadığı, hayallerimiz yeterince ve istediğimiz kadar gerçekleşmediği için, bu sıkıntıları yaşadığımızı düşünüyoruz. İçimizde tatmin olmayan, sürekli şikâyet eden ve bunalımlı bir şekilde ortalıkta dolaşan tarafımızın bizden değil de, doğrudan yaşadığımız olaylardan kaynaklandığını düşünüyoruz.
Bu yüzden de, mutlak mutluluk arayışlarıyla, yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda ve yanlış insanlarla harcıyoruz ömrümüzü… Hep bir balans ayarı modunda, kafası karışık, ne aradığını ve ne istediğini tam olarak bilmeyen, içindeki boşluğun şifasını yanlış yerlerde arayan insanlar olarak harcıyoruz enerjimizi…
İnsan kaybettiğini, ancak kaybettiği yerde bulabilir.
İçimizde derin bir boşluk ve huzursuzluk hissediyorsak, hayat ve içindekiler bizi eskisi kadar heyecanlandırmıyorsa, enerjimizin tükendiğini, coşkulu ve mutlu olamadığımızı düşünüyorsak eğer, cevabını da içimizde aramalıyız diye düşünüyorum…
İnsanın bakış açısıdır, yorumlayış tarzıdır onu mutlu ve huzurlu kılan.
Düşüncelerimizin olumsuzluğu, kirlenmişliği yorar yüreğimizi… En yakın olandan uzaklaştıkça, O’nunla olan iletişimimiz, O’na olan ilgimiz ve mesaimiz azaldıkça, içimizdeki sıkıntı ve huzursuzluk da büyür. Çünkü anlamsızmış gibi görünen her şeye gerçek anlamını veren ve bütün soruların cevaplarını bilenden uzaklaştıkça insanın güveni azaldığı gibi, korkuları da artar. Kocaman bir dünyada yalnız, kimsesiz ve korumasız hisseder kendini… Her şey tehlikeli görünür gözüne…. Huzurunu ve neşesini de kaybeder zamanla…
İşte bu yüzden kaybettiğimiz ve artık hissetmekte güçlük çektiğimiz duygularımızı tekrar kazanmak için, bütün duyguların sahibi olan Rabbimizle yeniden konuşalım, yeniden yakınlık kuralım…
Kaybettiklerimizi, bütün kayıpları bulanın yanında arayalım...
İş veya çalışma dendi mi zihnimizde hemen gözle görülen faaliyetler canlanır. Yazı…
1947 yılında, bir kış günü Rus Ressam Pyotr Medvedev pencerenin önüne oturmuş…
Soru: Kocamın tüm isteklerini yerine getirmeye çalışıyorum. Kendim sevmesem bile sırf o…
Okulda, genetik profesörlerinden biri, bir keresinde, bisikletten düşmeyi bile genetiğe bağlamış, bu…
Bir arkadaşımla beraberdik. Bir kayanın üzerinde oturuyor, akan suya bakıyorduk. Dostum suskundu,…
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki…