TR EN

Dil Seçin

Ara

Yüz Çizgileri Ne Söyler?

Yüz Çizgileri Ne Söyler?

“Elli yaşına geldiğinde herkes hak ettiği bir yüze sahip olur...” diyor, George Orwell. İlk okuyuşta çarpan bir cümle, biraz korkutan, biraz ürperten, hatta gidip aynaya baktıran cinsten...

“Elli yaşına geldiğinde herkes hak ettiği bir yüze sahip olur...” diyor, George Orwell. İlk okuyuşta çarpan bir cümle, biraz korkutan, biraz ürperten, hatta gidip aynaya baktıran cinsten...

Neden yirmisinde, otuzunda değil de, elli yaşına gelince hakettiğimiz bir yüze sahip oluruz.

Her insanın, hayatı ve olayları okuyuş tarzı birbirinden oldukça farklıdır. Kimi endişeyle, kimi korkuyla, kimi öfkeyle, kimi de sükûnetle seyreder olup biteni... Birçok duygu repertuarına sahip olsak da, ağırlıklı olarak kullandığımız, hatta bizimle özdeşleşen, akla geldiğimizde o duygu haliyle hatırlandığımız baskın duygu hallerimiz vardır. Kimimizde öfke daha baskınken, kimimizde kaygı, bir diğerinde şefkat ve merhamet öndedir.

Duyduklarımız hemen endişeye kapılmamıza yol açıyorsa, felâket senaryoları yazıyorsak, bu halin yıllarca devam ettiğini düşünelim, duygular zamanla yüzümüzde kalıcı izlere sebep olurlar. Kaygılı bakan bir çift göz, yıllar sonra çok sıradan bir günde bile endişeyle etrafına bakan birine dönüşür. Otobüs beklerken, arkadaşını beklerken ya da evde işlerini yaparken aynı yüz ifadesini kullandığını fark edemez. Aynanın yanından geçerken birden karşılaştığımız yüzümüz, suçüstü yapılmış bir yaramazlık gibi ele verir kendini…Neden bu kadar endişeli bakıyorum?

Ya da, öfkeyi sık kullanılanlara eklemiş bir insan düşünelim. En ufak bir engellenmede, yaptığı planın değişikliğe uğramasında, istediği gibi ve istediği sırada bir şeyler olmadığında hemen uyarılan, öfke kontrolünde problem yaşayan insan için, gençlik yıllarında öfke ona gizli bir güç vehmettirir. Yaşlandıkça hatta orta yaşlarına geldiğinde yüzünde ve bakışlarında öfkenin görünür izleri kendini göstermeye başlar. Kaşlar arasındaki çizgi, bakışlardaki sertlik, alındaki şekiller adeta yıllarca sırtında hangi duygunun yükünü taşıdığını göstermeye başlar.

Belki de şöyle ifade edebiliriz; yıllarca en çok hangi duygunun hamallığını veya arkadaşlığını yaptıysan, yaşlandığında onun izlerini taşırsın. Hak etmek burada karşılığını buluyor sanırım, bir ömür boyu taşıdığın duygunun hamalı olmayı kabul ettiğinde, bu çizgilerin sahibi olmayı da hak etmiş oluyorsun.

Hikâyesi gerçekten ağır sorulardan geçirilmiş insanlar için bu cümleyi ihtiyatlı kullanmak gerekir diye düşünüyorum. Ciddi kayıplar, ölümler ve travmalar yaşamış bir insanın yüzünde bu ağır hüznün izleri tabii ki olur... Onlar yukarıdaki cümleden muaftır...

Benim daha çok üzerinde durmak istediğim, bitmiş imtihanlarına, çözülmüş sorularına rağmen, hâlâ aynı ağıtı yakan, hayatı ve içindekileri kendi güvensizliğine mahkum eden bakış açısının yüzdeki izlerine dair...

Gördüğün şey kadar, gördüğünü mahkum ettiğin anlam ve duygu, tüm hayatı yaşanır ya da yaşanmaz hale getiriyor. Aynı görüntünün aynı olayın bu kadar çok sayıda insana bu kadar farklı duygular hissettirmesi de bu yüzden sanırım...

...

Aynı soruyu çok farklı dillerde okuyan insanlar gibiyiz. Farklı cevaplar veriyoruz, üzerine farklı duygular katıyoruz. Diğerlerinin okuyuşuna karşı şüpheciyiz. Ve sadece kendi okuduğumuzun doğruluğuna inanarak yaşıyoruz.

Kendi algısından şüphe etmeyen insanın daha katı, esneklikten yoksun ve neredeyse hayatının tamamına sirayet etmiş baskın duyguları oluyor. O insanı hatırladığınızda bakışlarını da hatırlıyorsunuz. Yüzünde en sık gördüğünüz hali, yanınızda yokken de bir duygu olarak beraberinde hissediyorsunuz.

Ne üzücü ne acınası bir haldir, akla geldiğinde sadece öfkeli bir yüz olarak hatırlanmak. Korku, duygusal mesafe, anlatılamamış onca şeyle birlikte bir üşüme hissiyle anımsanmak ne büyük kayıp... Öfkeli bir yüzün kalın duvarlarına sığınıp, ince şeyleri hissedemeyecek duruma gelmek, kalınlaşan kabuğun ötesinde çok kırılacağına inanıp, tekrar kabuğu onarmak ve kalınlaştırmaya devam etmek... Yalnızlaşmak, ötekinin acısına yabancılaşmak, kendi özüne uzaklaşmak...

Ya da ömrünün büyük bir bölümünü, kontrol, güvensizlik, şüphe ve kaygıyla geçirmek... Planlamadan, her bir noktayı kontrol etmeden, gözden kaçırma korkusuyla yaşamak... Hayattaki güvenlik algısını tetikte olmakla sağlamaya çalışmak... Yolu hiç seyredemeden, anı hissedemeden, hep bir sonraki anı planlayarak yaşamak... Esen rüzgarı, yağmurun serinliğini ve kokusunu ciğerlerine çekemeden, dokunduğu bir şeye gerçekten dokunamadan yaşanmak... Bitmeyen işlerin içinde bitmek, teslimiyeti tehlike olarak algılayan bir ruhun yorgunluğuyla bir ömrü tüketmek...Yaşamak değil, gerçekten tüketmek...

Tüm bu duygular süreklilik kazandığında, yıllar içerisinde kaslara sinen bu hal, kalıcı yüz çizgilerine dönüşür. Karşıdan gelen bir insanın orta yaşlarını da geçmişse eğer, en çok hangi duyguyla arkadaşlık ettiğini anlayabilecek bir görünüm kazanır. Yüzdeki çizgiler bakışlardaki ifade, o kişi hakkında söylenmiş pek çok kelimeden daha fazla şey anlatır.

Bugün aynaya, daha önce hiç bakmamış, ilk defa karşılaştığımız bir insanla yüz yüze gelmiş gibi yeniden bakalım. Nasıl biri duruyor karşımızda? Kim bu adam, kim bu kadın? Nasıl da yalnız ve ilgisiz bırakmışım onu, korkmuş, kaygılanmış, öfkelenmiş, sonra etrafındaki bu duyguların, üzerine sinen bir is kokusu gibi hayatına yerleşmesine dur diyememiş… Acımasızca değil, azarlayarak değil, şefkatle okuyalım yüzündeki ifadeyi... ‘Öz şefkat’ gerçekten insanın öğrenmesi ve ruhuna ikram etmesi gereken bir duygu... Aynı şefkatle bakalım tekrar aynaya. Olumsuz duyguların arkadaşlığından yavaş yavaş uzaklaştıralım onu... Huzurlu ifadeler koyalım yüzüne...

Her duygunun bir ışığı ya da karanlığı var. Olumlu duyguların ışığının karanlık çizgileri onarmasına izin verelim. Ve yeni bir dil öğretelim ona... Yaşadıklarını okuyabilmesi, eski yorucu dili bırakması için yeni, güzel, huzurlu kelimeler öğretelim...