Modern zamanlara dair en yalın ve en berrak tesbitlerden birini, bir açıdan isyancı, bir diğer açıdan kahraman olarak gözüken bir Anadolu yiğidinin yaptığına inanırım.
Bolu Beyinin zulmüne direnen Köroğlu’nun “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu!” sözü, gerçekte, modern zamanların ruhunu en iyi okuyan ve ‘röntgenini çeken’ bir sözdür bana göre.
Modern zamanlar, mertliğin yerini namertliğin aldığı zamanlardır. Bu namertliğin görünür en önemli sebeplerinden biri, ortalıkta bu kadar çok dolaşan suretlerin gazetelerde, televizyon ekranlarında, billboard’larda, başka nice yerde bu denli ziyadesiyle karşımıza çıkıyor olmasına rağmen, ‘yüz’süzlüktür.
Modern zamanlar, ‘yüz’süz zamanlardır. Arsızlığın, müstekreh suratsız çehresinin ve bilinen anlamıyla yüzsüzlüğünün ardında, mertliği bozan bu ‘yüz’süzlüğün kesin bir rolü vardır.
Nitekim, mesela savaş sözkonusu olduğunda, tüfek, top, gülle, mermi bomba icad olunup ‘yüz’ler savaştan çekilince, mertliğin yerine namertlik, ‘delikanlılığın’ yerine kalleşlik alıp başını gitmiştir.
Hz. Ali’nin bir savaş esnasında sergilediği o destansı davranışı hatırlayın. Hani, kılıç tokuşturduğu kâfiri tam alt ettiği sırada, kâfirin yüzüne tükürmesi üzerine kılıcını adamın üzerinden çekmesini...
Bunun üzerine adamın bu davranışın sebebini sormasını...
Hz. Ali’den “Sana kılıcı Allah için indirecektim. Sen yüzüme tükürünce nefsim için indirmekten korktum ve indirmedim.” Cevabı alınca da, kâfirin bir dakika öncesine kadar aleyhine savaştığı İslâm’a girmesini...
Benzer şekilde, ilim, takva ve cihadı şahsında meczeden bir şahsiyet olarak Abdullah b. Mübarek’in bir savaşta bir kâfirle olan ve yine kâfirin hidayetiyle sonuçlanan birebir mücadelesini hatırlayın.
Böylesi bir olay, tüfeğin icad edildiği zamanda olabilir miydi?
Bilakis, modern zamanlar birebir ilişkiyi giderek azaltan, araya engeller koyan zamanlardır. Yüzleri yüzlerle değil, yüzleri nesnelerle buluşturan zamanlardır. Dünün savaşçısı birebir savaşan ve gösterdiği mertlik ve yiğitlikle düşmanını ‘içten fethedip kazanan’ bir gönül kahramanı da olabilirdi. Bugünün en gözde savaşçısı ise, ‘keskin nişancı.’
Keskin nişancı...
Olabildiğince uzak bir mesafeden, olabildiğince isabetle vurup öldürebilen adam.
Mesafe o kadar uzaktır ki, karşınızdakiyle ne konuşabilme imkânınız vardır; ne de hâlini, yüzünü, gözünü görme ve ‘kalbin aynası’ olan o gözler üzerinden yüreğini okuma imkânımız. O yüzden de, keskin nişancılar gencecik fidanları arsızca öldürür Bosna’da, Irak’ta ve başka her yerde.
O yüzden, Enola Gay pilotu arsızca indirir atom bombalarını Hiroşima ve Nagazaki’ye.
O yüzden, Amerikan pilotları evvelki gün Vietnam’a, dün Afganistan’a, bugün Irak’a indirir bombaları.
O yüzden, terörist uzaktan kumandalı mekanizmayı yerleştirerek patlatır bombasını.
Oysa, yüz yüze gelseler, yaptıkları eylemin öldüreceği insanın yüzünü görebilmiş olsalar, aralarında yalnızca yüz görümlüğü kadar bir mesafe olsa, hele ki namertçe öldürdükleri o çocuk yüzleri henüz hayattayken seyredebilmiş olsalar, yine bu kadar arsız, bu kadar namert, bu kadar kalleş ve bu derece gaddar olabilirler miydi?
Modern zamanların ‘savaş zayiatı’ rakamlarının tarihin hiçbir dönemiyle karşılaştırılamayacak kadar kabarık olması; savaşların yol açtığı sivil ölümlerinin ise mutlak surette kabarık olması, bu ‘yüz’süzlükle, tüfeğin icad edilmesiyle, yüzlerin birbirinden uzaklaşması ve böylece mertliğin bozulması ile ilgili değil midir?
Bu ‘yüz’süzlük, savaşlarla da sınırlı değil üstelik.
Gitgide hepimiz, farkına varmadan, bu ‘yüz’süzlüğün peşine takılıp gidiyoruz. Komşu yüzleri bile bizim uzağımızda artık. Otobüste, trende, tramvayda yüzümüze değil, elimize bakıyor görevliler: Bilet atıyor muyuz, jetonumuz var mı?
Oysa yüzünüzü okusa, kimilerinin o bilet parasını bile zor bulduğunu görecek belki birileri. Kimilerinin o gün jeton parasını zor denkleştirdiğini görebilecekler belki de. Yahut, alışverişi marketlerde yapıyoruz artık. Süper’inin de yerini hiper’inin ve gross’unun aldığı marketlerde. Kasiyerler yüzünüze bakıyor mu sizin? Ve siz, hafızanıza yer etmiş bir kasiyer yüzü hatırlıyor musunuz?
Bir kasiyere, bir şoföre, bir gişe görevlisine, o gün ‘yüzyüze’ geldiği binlerce yüzden hatırladıklarını tarif etmesi istense çıkacak sonuç ‘yüz’süzlük değil midir?
Aynı şekilde, bizden o gün ‘yüzyüze’ geldiğimiz kasiyerlerden, şoförlerden, gişe görevlilerinden hangilerinin yüzlerini hatırladığımız sorulsa ve tarif etmemiz istense, çıkacak sonuç yine ‘yüz’süzlük değil midir?
‘Yüz’ler yitip gidiyor hayatımızdan. Bir hadisin bildirdiği üzere, ‘sûret-i Rahmân’da yaratılmış olup, Rahmân-ı Rahîm’i en güzel surette tanıtır, bildirir halde var edilmiş yüzler...
‘Yüz’ler yitip gidince, merhamet de, anlayış da, empati de, muhabbet de çekip gidiyor hayatımızdan...
‘Yüz’ler yitip gidince, karz-ı hasen de, infak da çekip gidiyor hayatlardan. Bugünün mü’mini ‘yüzünü’ tanımadığı, dolayısıyla ‘ihtiyacını’ okuyamadığı yanıbaşındaki komşusu yerine, çok uzaklara, yüzünü bile görmediği yerlere yolluyor infakını, fitresini, kurbanını ve zekatını...
Modern zamanların bir diğer gerçeği olarak ‘kredi kartı çılgınlığı’nı da, bir de bu ‘yüz’üyle okumalı...