TR EN

Dil Seçin

Ara

Ruh Bakımı

O sokaktan geçip o yokuşu adımladığım ilk günün üzerinden günler, aylar ve yıllardan öte, onyıllar geçmişti. Yirmi küsur yıl aradan sonra bir kez daha adımladığım o sokakta onca yıldır görmeye hep alışık olduğum dükkânlarda, daha önce göremediğim şeylerin öne çıktığını ilk o gün farkedecektim.

 

Ruhun gıdasından perhiz etmek haramdır.

Hz. Mevlânâ (ks)

 

O sokaktan geçip o yokuşu adımladığım ilk günün üzerinden günler, aylar ve yıllardan öte, onyıllar geçmişti. Yirmi küsur yıl aradan sonra bir kez daha adımladığım o sokakta onca yıldır görmeye hep alışık olduğum dükkânlarda, daha önce göremediğim şeylerin öne çıktığını ilk o gün farkedecektim.

Bu sokak, ‘spor malzemeleri’ sokağı olarak bilinirdi hep. Bir büfe, birkaç başka dükkân hariç, bütün dükkânlar spor malzemeleri satardı çünkü. Kramponlar, her türden spor ayakkabıları, eşofman, basketbol topu, futbol topu, voleybol topu, tenis topu, file, raket, basket, dizlik.. spor deyince akla hangi malzeme geliyorsa, burada muhakkak bulabilirdiniz.

Ama şimdi, bu sokakta bir değişim farketmişti gözlerim. İhtimal, yine bu malzemelerin hepsi bu dükkânlarda vardı. Fakat artık dükkânların önünde ve vitrinlerde yer tutan, başka şeylerdi. Zayıflama, formunu koruma, ‘fit’ bir görünüme sahip olma imkânı vaad eden âletler ve malzemeler vardı artık vitrinlerde ve dükkân önlerinde. Koşu bantları, karın kası eritecek âletler, vücuda arzu edilen görünümü kazandıracağı umulan ‘body shaper’lar ve diğerleri...

Yorgun bedenim Cağaloğlu yokuşunu tırmanırken, hâfızama yerleşmiş bu yeni manzarayla, aklım biraz ‘göstergebilim’ çalışır haldeydi. Ekonominin normal akışına göre, arzı talep belirliyorsa, satıcı talebe göre arzı oluşturuyorsa, demek ki, artık ‘beden’e ve ‘görünümü’ne odaklı bir talep artışı vardı. Hem de öyle ciddi bir artış ki, bunca senedir ‘spor malzemeleri’yle nam salan bir sokağı bile biçimlendirmeye başlamıştı.

Adımlarım ilerledikçe, bu durumun bu şehre, bu topluma, hatta bütünüyle yerküreye yayılan bir dizi gerçeğin işareti ve göstergesi olduğunu farketti aklım.

En başta bu, insanların artık bedenleri ve bedenlerinin sağlığı üzerine daha duyarlı hale geldiğinin işaretiydi. Bu dünya, bu hayat ve bu beden üzerine bir odaklanma ise, öte dünya, ahiret hayatı ve manevî bünyeye dair bir ihmali tazammun ediyordu.

Yine bu durum, ‘görüntünün iktidarı’nın bir belgesi niteliğindeydi. Demek ki, oturduğu ev, sahip olduğu araba, kullandığı saat, yemek yediği restoran üzerinden kendisini ‘gerçekleştirdiği’ni düşünen; böylesi görüntü unsurları üzerinden kendisine veya başkasına değer biçen insanlar, bu unsurlara ‘vücut görünümü’nü de eklemişlerdi artık. Lüks arabalara binen lüks giyimli zengin olmak yetmiyor olmalıydı şimdi. Bir de ‘fit’ bir görünüm gerekiyordu.

Zihnim böylesi analizleri birbiri ardınca sıralarken, hayatıyla ve eseriyle zenginleştiğimiz bir büyük ismin, Bediüzzaman’ın en önemli risalelerinden biri gelecekti hatırıma: hayata, ruha, meleklere ve ahirete dair bir bakış ve bir ufuk yüklü “Yirmidokuzuncu Söz.” Bu güzelim risaledeki bir cümle, spor malzemeleri sokağında gördüğüm değişimin ardındaki asıl olguyu, asıl gerçeği özetliyor olmalıydı: “Ruh, cesed hesabına zaifleşir; cesed, ruh hesabına inceleşir.”

O gün, sonraki gün, sonraki günler boyu, bu cümleyi mırıldanıp durdum. Yürürken veya otururken, okurken veya seyrederken, bu söz zihnimde yüzlerce, binlerce kez yankılandı durdu. İnsanların iç dünyalarında dünyaya, maddeye ve görünüşe dair pencerelerin zaten açık olduğunu biliyordum da, bu pencereler daha da genişlemiş ve çoğalmışa benziyordu. Bedenin idaresini ruhun iradesine vermekti aslolan. Beden, ruh hesabına terbiye görmeli, inceleşmeli, letafet kazanmalıydı. Ama ne yazık ki, ruhun idaresi bedenin iradesine teslim ediliyor; bedenin istekleri veya görünümü merkeze alınınca da, ruh zayıflıyor, güdükleşiyordu.

Bu durum üzerine, niye, neden, nasıl soruları üzerine kafa yorduğum günlerden sonra, bir tanım düşecekti zihnime: ruh bakımı. Evet, eksik olan buydu. Cilt bakımı başta olmak üzere, bedene dair her türden bakım çabası, asıl ihtiyacı gözlerden gizliyordu. Bakıma asıl ihtiyacı olan, ruhumuzdu bizim. Hele ki şu ahir zaman şartlarında, kesinlikle ‘ruh bakımı’na girmemiz gerekiyordu.

* * *

Sonraki haftalar boyu, bakımı ‘beden’e hapseden anlayışın kökenleri ve sonuçları üzerine daha fazla düşünme imkânı bulacaktım. Ateizmle geçen yılların ardından yüzünü dine dönen bir Batılı düşünürün, C. S. Lewis’in bir sözü, bu noktada yaşanan eksen kaymasının belki en veciz özetiydi: “Ruhumuz var” sözünü eleştiriyordu Lewis. Bu söz, insanı bedeniyle tarif eden, bedeni asıl, ruhu ona tâbi gören bir anlayışın tercümanıydı. Hayır, diyordu, “‘Ruhumuz var’ değil; biz ruhuz, bedenimiz var.”

İnsanı insan yapan bedeni değildi, ruhuydu. Beden asıl, ruh onun elbisesi de değildi. Ruh asıldı, beden ruha elbiseydi. Dolayısıyla, insan, en başta kendisini, dolayısıyla bedenini ve ruhunu doğru tarif etmeliydi. Ruhun bakımını unutup fikrini de, zikrini de bedenin bakımına odaklayan bir anlayış, doğru tarifin tersyüz edilişinin nişanesiydi.

Ruhu unutup bedene odaklanan, güzelliği cildin kırışıksızlığında arardı meselâ. Ruha odaklanan bir nazar ise, haddini ve Rabbini bilerek yaşayan bir ihtiyarın kırışık yüz hatlarında bulurdu güzelliği. Sahi, Rabbinin emaneti diye bilinip iyi ‘bakılmış’ bir ruhun aynası olan bir yüz, her kırışıklığında, hayata dair ne kadar da ders, ne kadar da hikmet öğretirdi insana. ‘Genç görünme’ye ömrünü vermiş bir ‘yaşlı’nın zoraki gerdirilmiş yüz hatları bizi de gergin kılarken; geçen yıllarından huzur ve sekînet hali devşirmiş bir ‘ihtiyar’ın kırışık yüzü bize de huzur veriyor, onun yüzündeki tebessüm bizim de yüz kaslarımızı tebessümle gevşetmiyor muydu?

* * *

Böylesi düşüncelerle hemhal olduğum nice nice günler, ‘bakım’ için sözkonusu olan ruhtan bedene eksen kaymasının bir dizi tezahürü daha çıkacaktı karşıma. Meselâ estetik ameliyatlarının bu kadar yaygınlık kazanması, bir örneğiydi bunun. Garip ki, ne zaman ‘Cadde’ye insem, ağırlık kadınlardan yana olmak üzere, istisnasız en azından burnu bandajlı bir insan görüyordum artık. Burunlardaki her bandaj, taze bir ‘burun estetiği’ ameliyatını fısıldıyordu bize.

Dahası, birbirine benzeyen yüzlerin sayısı, giderek fazlalaşıyordu. Yaratıldığı hali göze ‘battığı’ için estetikle değiştirilmiş yüzler, nasıl da belli ediyordu kendisini. Farklı ve özel olmaya çalışırken farkını yitirme gibi bir kaderi vardı estetiğe baş koyanların. Öyle ki, geleceğe dair şaka niyetiyle ürettiğim bir öngörümü gerçekleşmesi mümkün görünür hale gelmişti artık bana. Şöyle bir öngörüydü bu: Farklı olmak adına ‘estetik’ müdahalelerle Yaratıcının onlara bahşettiği simayı değiştiren insanlar gitgide birbirine daha da çok benzeyen yüzleriyle fark edilemedikleri için, karıştırmamak için, insanlar parmak izi tanıyıcılara başvuracaklardı belki. Böyle giderse, otuz, elli veya seksen sene sonra, insanlar eşlerini ve arkadaşlarını ancak böyle ayırt edecekler gibi gözüküyordu.

* * *

Bu sözümona ‘estetik’ müdahale, yüze mahsus değildi üstelik. Beden üzerinde daha nice estetik müdahale alanı vardı ve daha nice müdahale tekniği geliştirilmişti. Bu müdahaleler için insanların çekmeyi göze aldıkları acı, vermeye razı oldukları ücret ve vücutlarına girmesine izin verdikleri kimyasalları öğrendiğinde, doğrusu ya, akıl almıyor, kalb kaldırmıyordu.

* * *

Diğer taraftan, bedene dair bu hassasiyet içinde cildin görünümü o kadar önemli hale gelmişti ki, herhangi bir hastalığınız için ilaç alıp Allah’ın izniyle şifa bulmak üzere girdiğiniz eczaneler, ‘kozmetik’ ürünleriyle karşılıyordu önce sizi. Vitrinde ve en göz önündeki yerlerde hep cilt bakım ürünleri vardı. Bakım ürünleri orada öylece göz önündeydi. İlaca ulaşmak için ise, gözünüzün daha uzaklara gitmesi; hatta, eczacının depoya yönelmesi gerekiyordu.

Neden böyleydi peki?

İşte bunu anlamak için cilt bakımına odaklanmış, beden imgesine takılıp kalmış donanımlarımızın, dıştan içe, bedenden ruha bir yolculuğa; Kur’ân’ın rehberliğinde ve Resûlullah’ın kılavuzluğunda bir ‘ruh bakımı’ sürecine ihtiyaç vardı.

Genç kalmanın imkânsız olduğu bu fani dünyada, geç kalanlardan olmak istemiyorsak, yol belli.

Var mısınız ruh bakımına?

Hemen. Şimdi. Sürekli...