TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanlar Değil, İmajlar Dolaşıyor Sokaklarda / Olduğun Gibi Görünmek

İnsanlar Değil, İmajlar Dolaşıyor Sokaklarda / Olduğun Gibi Görünmek

Kişilik, insanın bütün ilgi, yetenek, konuşma biçimi, tavır, görünüş ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini kapsar.

Kişilik, insanın bütün ilgi, yetenek, konuşma biçimi, tavır, görünüş ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini kapsar. Bu bakımdan bir insanı diğer insanlardan ayıran, onu farklı yapan, insanı kendisi kılan bütün özellikleri içerir. O halde kişilik, bir insanın kendine özgü özelliklerinin ortaya koyduğu hâl, hareket ve tavır olarak tanımlanabilir.

Peki imaj nedir dediğimizde; kişi ya da kurumların başkaları tarafından algılanması, başkalarında bırakılan izlenim şeklinde özetleyebiliriz.

...

İnsanın doğuştan getirdiği mizaç özelliklerine, büyüme sürecinde öğrenme ve şahit olmalarının da eklenmesiyle kişiye özgü bir kişilik yapısı oluşur. Bu yapı insan sayısı kadar çeşitlilik gösterir. Benzerlikleri olan insanlar bile birçok yönden bambaşka bir bütünlük taşırlar.

İnsanın gerçek kendiliği üzerine birçok alt kimliğinin görüntüleri ve maskeleri eklenir. İnsan denilen yapı öylesine geniştir ki, sınırlara ve kalıplara sıkıştırmak mümkün değildir. Kendi temel yapısı üzerinde farklı yaşlarda, farklı ortamlarda bazen kendinin bile farkında olmadığı birçok farklı renge dönüşür.

 

OLDUĞUN GİBİ GÖRÜNMEK

Ruh sağlığı açısından, insanın iç ve dış görüntülerinin birbirine yakın olması önemlidir. Bu mesafe arttıkça kişi kendine yabancılaşır. İç seslerini duymakta gerçek duygularına ulaşmakta zorlanır.

Günümüzde görünür olmayanın yok sayıldığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Görünür olanı var sayıp, onu da çabucak tüketiyoruz. Daha fazla görünmek daha fazla akılda kalmak için, insan sürekli değişmek ve hızlanmak zorunda... Unutulmaktan korkuyor, hatırlanmak ve akılda daha uzun süre kalmak için daha gösterişli görünmenin yollarını arıyor.

İmaj ise, bu sürece hizmet eden en önemli araçlardan bir tanesi... Başkaları tarafından nasıl göründüğümüz o kadar önemli ki, çizilen profil ne kadar bize ait, ne kadar bizi yansıtıyor bunu dahi sorgulamaz oluyoruz. Kazanmadığımız, sindirmediğimiz, özümüze işlememiş imajlarla farklı olalım, fark edilelim derken hızla aynılaşıyoruz...

İmajın iç dünyamızı ne kadar yansıttığı hiç önemli değil bu asırda, önemli olan dikkat çekici ve fark edilir olması... Fark edilmek modern insanın en büyük zaaflarından biri... Hepimiz bu kirlenmeden az ya da çok nasibimizi alıyoruz maalesef...

Sosyal medya görünme arzusunun ve fark edilerek var olmaya çalışmanın en kuvvetli sahalarından biri... ‘Beni, benim gösterdiğim şekilde, benim profilimden tanı’ dercesine sürekli yeni gösterişli imajlar oluşturmak için zemin hazırlanıyor. Belki de sosyal medyanın bu kadar cazibeli olmasının bir sebebi de, modern insana istediği gibi görünür olma özgürlüğü tanımış olmasından kaynaklanıyor.

 

GÖSTERİŞLİ İMAJI VE ASIL BENLİĞİ ARASINDA İNSAN

Gösterişli bir imaj oluşturma ve oradan görünür olmaya çalışmak, zamanla insanın kendine yabancılaşmasına ve kendini kaybetmesine sebep olabiliyor. Kierkegaard’ın dediği gibi, “İnsan kendini sessizce kaybeder, kaybettiği başka her şeyi fark eder de, kendini kaybettiğini fark edemez...” Bu kadar çok kaybolmuş insanın kalabalıklar içinde yalnız dolaşması, gittikçe mutsuzlaşması anlamsız değil aslında...

Kendimize çizdiğimiz ve seçtiğimiz imajlarla kendimizden çok uzaklara gidiyoruz. İçeriye yabancılaştıkça, dışarıda görünenin gerçekliğine inanmaya başlıyoruz. Ama çizdiğimiz profil gösterişli olmasına rağmen samimi ve bizden olmadığı için ömür boyu bir yabancıyla yaşamaya mahkum oluyoruz. Yabancının görüntüsü yenileniyor fakat yabancılığı değişmiyor.

Doğal olmak, kendi olmak insanı korkutuyor. Modern insan daha incinebilir, daha kırılgan... Çıktığı tahtın üzerinde korkusunu göstermeden ışık saçmak için çabalayıp duruyor. Yorgun, çünkü kendi olamamak kadar insanı ne yorar, omuzlarında olmadığı bir kimliği taşımak kadar ne yıpratır ruhunu...

 

İMAJ MASKEDİR BAZEN

Bazen de bir imajın arkasına saklanır insan... Göstermek istemediği, tekrar kanatılır diye gizlediği yaralarını afilli bir imajın arkasına gizler. Yeni imajı bazen öylesine derisine işler ki, kendi nerede başlar, imajı nerede biter ayırt edemez olur.

İnsan imajıyla sahip olduklarını göstermez, sahip olmak istediklerini gösterir. Olduğu kendisiyle barışamadığı, onu kabullenilip sevemediği için kendine uzak bir imaj seçer. Onu istediği renklere boyar, o rolün gerektirdiği bütün pozları repertuarına ekler ve sahneye çıkar. Her gün aynı kalitede oyun çıkarmak zordur. Kristal sarayı görkemli bir şekilde parlar, fakat en ufak bir gölge düşse üzerine panikler, korkar ve hırçınlaşır. Sahici ve samimi olmayan, yüreğine işlememiş bir görüntüyü taşımak kolay değildir, yorar insanı...

Fakat bu yorgunluğu ve depresif yüz ifadesini sadece yalnız kaldığında ortaya çıkarır, kimseye göstermek istemez. Bu yüzden yalnız kalmak da istemez, zihninin arkadaşlığından hoşlanmaz. Görünür olabileceği diğer maskeli ruhlarla bir araya gelerek kendini oyalamayı tercih eder. İnsan içindeki en saf ve en samimi halinden uzaklaştıkça, kendini daha bir kaybolmuş hisseder. Mustafa Merter’in dediği gibi “İnsan bir ömür boyu kendisinin özlemini çeker.” Uzaklaştıkça özlemi de artar, fakat insan bu durumu içsel bir sıkıntı, can sıkıntısı ve boşluk olarak tanımlar. Yanlış tanımlarla, yanlış yerlerde ararken tekrar tekrar kaybolur...

 

BİR TERCİH YAPMAMIZ GEREKİYOR

Tekamül süreci yavaş yavaş olgunlaşan, içe doğru yükselen bir süreç...  Görünme arzusu olmadan sessizce büyüyen bir inşa süreci... Yavaş yavaş demlenmek, yavaş yavaş pişmek gibi...  Bu yüzden günümüzde pişmeden yanıyoruz. Demlenmeden bayatlıyoruz, yeni yeni imajlar gerekiyor çabuk eskiyenin yerine... Bu sebeple bir tercih yapmamız gerekiyor... Dışardan ışıltılı görünen sürekli değişen bir kimlik algısı mı, yoksa daha çok cesaret gerektiren, bedelleri çok da ucuz olmayan içe doğru bir yolculuk mu?