Kontrollü sosyal hayat ve kısıtlamalar gereği çok gerekmedikçe dışarı çıkmaz olduk. Aile bireylerinin erkenden yola döküldüğü ve kreşe, okula, işe yetişme telaşıyla koşturduğu günler geride kaldı. Teknolojik imkânlarla mümkün hale gelen uzaktan eğitim, ev ofis uygulamaları ile günlük hayatın akışı, mesai mefhumu değişti dönüştü. Uzaktan toplantılar, mobil bankacılık hizmetleri, sanal alışveriş derken toplumsal ilişkiler ve işleyişin artık eskisi gibi olmayacağı düşüncesi ağır basmaya başladı. Bu süreçleri tecrübe eden insanoğlunun özellikle de yeni neslin, düşünme ve davranış kalıplarının yeniden şekillendiğine tanık olmaktayız. Gelecek yıllarda izole edilmiş, gelişim ihtiyaçlarını sanal ortamlardan temin eden, daha bireysel düşünen ve yaşayan, hastalık riski nedeniyle daha şüpheci, kaygılı ve güvensiz hale gelen, sosyalleşme düzeyi düşük ve belki sorunlu bir insan profili ile daha çok karşılaşacak gibiyiz. Bu yapıdaki insanlardan meydana gelen toplum yapısı ve yönetimi de farklı olacak şüphesiz.
Teknolojik araç gereçlerin “yeni normal” denen süreçte insan ve toplumlar üzerindeki belirleyici etkisi yadsınamaz. Bu sürecin dayattığı yaşam tarzının, hayatın doğal akışı içinde insani ilişkilerle öğrenilen ve içselleştirilen insani/ahlaki erdemleri köreltmesi ihtimalini de düşünmek gerek. Burada “toplumun en küçük birimi” tanımı zihnimize kazınan ve sosyalleşmenin öğrenildiği ilk kaynak olan “aile” kurumunun önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. Şöyle ki, Kovid-19 nedeniyle değişen toplumsal hayatın merkezinde artık “ev” yer alıyor. Bu, belki mecburiyetten kaynaklanan bir durum ama aile hayatı ve aile üyeleri için mesken/yuva olan evler, bu süreçte yaşadığımız zorluklarla baş etme, eksiğimizi tamamlama, insanlığı öğrenme ve muhafaza etme noktasında çok önemli bir işlev görme potansiyeline sahipler. Yeter ki bunun farkında olalım ve kıymet bilelim.
“Söyleyin bana, bu evlerde neyiniz var? Kilitli kapılarla koruduğunuz nedir? Huzur, gücünüzü ortaya çıkaran o dingin kuvvet var mı bu evlerde? Anılar, zihnin dorukları arasında uzanan o ışıltılı kemerler var mı?
… ...
Yoksa rahatlık ve rahatlık tutkusu; eve konuk olarak girip, sonra ev sahibi, daha da sonra efendi kesilen o sinsi şey mi sadece?”(*)
Evlerimizin en korunaklı alanlarımız olduğunun farkında mıyız gerçekten? Kilitli kapılarla koruduğumuz sadece para veya eşyalar mı? Bir hırsızlık ihtimaline karşı mı sadece kapamaktayız hanemizin kapılarını? Huzur hırsızlarına karşı da dikkatli ve tedbirli olmamız gerektiği aklımıza geliyor mu hiç?
Dışarının telaşını ve yorgunluğunu kapısından girerken dışarıda bıraktığımız evler, aynı zamanda aile mahremiyetinin, bütünlüğünün ve biricikliğinin gözetildiği yerler olmalı. Huzur ki, aile bireylerini hayatın zorlukları karşısında güçlü kılan o hâl, hepimiz için öncelikle korunması gereken bir zenginlik unsuru olarak kabul edilmeli. Bir de hayatı paylaşmanın, anı biriktirmenin aile üyeleri açısından ne kadar kıymetli bir şey olduğunu hatırdan çıkarmamalı. Çünkü bunlarla aramızdaki bağlar sağlamlaşır, kendimizi bir bütünün parçası olarak hissederiz. Evin sadece maddi boyutu ile ele alınıp metrekaresi, fiyatı, konumu ve içindeki eşyalar ile değerli addedilmesi eksik ve yanıltıcı olur bu nedenle.
Sadece rahatı ve konforu önceleyen, insan unsurunu arka plana atan düşüncelerin, zamanla evin şahsı manevisini zedelediğine, huzuru alıp götürdüğüne ve sonuçta aileyi dağıttığına ne kadar sık şahit olmaktayız günümüzde. Bu olumsuzluğun evden topluma yayıldığını düşündüğümüzde tablo daha da endişe verici olmakta şüphesiz.
İnsanın kıymetinin bilindiği, yeni nesillerin sevgi, saygı ve anlayışla yetiştiği, iletişim kanallarının açık olduğu, her bir üyenin kendisini huzurlu ve güvende hissettiği sağlıklı aile ortamlarının farkı ve önemi burada ortaya çıkıyor.
Özellikle sosyal ilişkilerin kısıtlandığı pandemi sürecinde ev merkezli hayatın böyle bir duyarlılıkla değerlendirilmesi gerekiyor. Böylece bu zor zamanı daha az zararla, daha kolay atlatabileceğimiz konusunda ümitvar olabiliriz. Çünkü çabalarımız fiili dualarımızdır. Onlara eşlik eden kavli dualarımız bu çabalarla birlikte makbul ve anlamlı hale gelir.
“Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” (İsra Suresi, 13)
“Kulluğunuz ve duanız olmasa, Allah size ne diye değer versin?” (Furkan Suresi, 77)
(*) “ERMİŞ”, Halil CİBRAN, İş Bankası Kültür Yayınları, 2020, s:18