TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanlara Mutluluk Veremeyen Batı Felsefesinin Çöküşü

İnsanlık tarihi, insanın çok farklı muamelelere tâbi tutulduğu devrelere şahit olmuştur. Her bir sistem ve kültür değeri, ya da idare tarzı veya ideoloji, ona pembe tablolar çizmiş, parlak ve müreffeh gelecekler vaat etmiştir. Bunların içerisinde en tesirlisi, şüphesiz bütün insanlığı birden alâkadar eden ve yirminci yüzyılı kuşatan, maddeyi her şeyin üstünde tutan Materyalizm merkezli ‘Batı felsefesi’ olmuştur. Bu felsefenin iki yüz yıllık uygulama ve deneyimleri, insanlığa; acı, gözyaşı, ya da sefih bir hayat tarzından başka bir şey sunamamıştır. Filvaki insanların bazıları her türlü maddî imkâna sahip olmuş, bütün teknik değerleri elde etmiş, ama aradığı huzur ve mutluluğa bir türlü ulaşamamıştır. Hatta günümüz insanı, ilk çağlardaki hemcinslerinin sahip olduğu huzur ve mutluluğu arar olmuştur.

Önceki asırlarda, kültür değerleri ve düşünce tarzı bakımından Doğu Felsefesi, insanlığa zengin bir miras sunmuştur. Yaklaşık on bin yıl geçmişe sahip bu düşünce sisteminin Çin, Hindistan ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkelerinde, kültür belirleyicilerinin başında Konfüçyüs ve benzerleri gelir. Bu düşünürlerin fikir yapısı ve düşünce sistemi üzerinde semavî dinlerin büyük tesirinin olduğu muhakkaktır. Çünkü, en son semavî din olan İslâmiyet’in değer hükümleriyle bu Doğu düşünce sisteminin pek çok konuda paralellik arz ettiği görülmektedir.

Bu düşünce sistemi, tabiatı bir bütün olarak ele alır. Su, toprak, hava ve canlılar bu sistemin öğeleridir ve hepsi birbiriyle ilişkilidir. Bir başka deyişle, Doğu düşüncesi doğrusal değil, dairesel gelişim gösterir. Yani, tabiattan kazandığı kadar onu geriye vermeyi, sistemi tahrip etmemeyi esas alır. Doğu düşüncesinde nesneler bütünün içinde ele alınarak yorumlanır. Burada, matematiksel düşünceden ziyade sezgi ve hislerin hâkimiyeti ön plândadır. Böyle bir düşünce sisteminin kontrol ve idare yerinin alt beyin olduğu belirtilir.

Batı felsefesi ise, nesneleri ayrı ayrı ele alır. Her nesne veya varlık müstakildir, başlı başınadır. Bu düşünce sisteminde nesnelerin ortak özellikleri dikkate alınarak tabiat açıklanmaya çalışılır. Aslında bu düşünce sistemi, fertten bütüne ulaşmak esasını güden Yunan felsefesine dayanmaktadır. Böyle formel bir yaklaşımla, ya da mantıkla, nesneyi esas alarak gelecek de yönlendirilmeye çalışılır. Halbuki, Doğulular, nesnelerin, çevresinden, yani bütün içinden ayrılarak açıklanamayacağını savunmaktadırlar. Formel mantıkla modeller kurulur. Bu durumda, formel mantıkın bilimsel aracı diyalektik materyalizmdir. Bu mantıklı(!) düşünmenin merkezi ise, beynin korteks kısmı olduğu ileri sürülür.

Bir başka ifade ile, Batılı aklı ile, Doğulu hisleriyle hareket eder. Biz her iki dili de anlıyoruz. Toplum hayatımız ve sosyal yapımız buna göre şekillenmiştir. Biz bir işe karar verdiğimiz zaman, şartlar değişirse, oturur onu yeni şartlarda tekrar değerlendiririz. Halbuki Batılı böyle bir davranışı güvenilemez bir durum olarak kabul eder. Çünkü onun mantık yapısında alınan kararın mutlaka uygulanması esastır.

Formel mantık, hadiseleri doğrusal izah eder. Yani, bu düşünce tarzında meseleler geri dönüşümlü değildir. Sözgelimi, tabiattan sadece maddî yönden nasıl faydalanacağını düşünür. Onun, kendi içinde bir bütün olduğunu ve bu sistemin geri dönüşümünü nazara almaz. O bakımdan tabiatın bütün kaynakları, maddî kazanımlar için sorumsuzca tahrip ve talan edilmiştir ve edilmektedir. Bu felsefede, her şey maddî kazanım içindir ve bu uğurda her yolu meşru görür ve gerekirse güç kullanmaktan çekinmez.

Batı düşüncesinde doğru tektir. İki şey çatışıyorsa, bunun birisi doğrudur, ya da bunun birisinin doğruluğunu ispata çalışır. Halbuki Doğu düşüncesinde zıtlıkların uzlaşması vardır. Her farklı düşünce ve yaklaşımın kendine göre haklı tarafının varlığını kabul eder ve bu farklılıkların bir noktada uzlaşmasını sağlar. Batı felsefesi gibi, birinin haklılığı namına diğerlerini inkâr ve reddetmez.

Fransız İhtilali’nden sonra, yani yaklaşık iki yüz yıldır, insanın mutluluk ve huzurunun bu materyalist Batı felsefesinde yattığı iddia edilegelmiştir. Batı felsefesine göre insan, plânlı ve sistemli bir yaratılışın ürünü değildir. Bu tabiat kanunlarının bir eseri olarak hasbelkader ortaya çıkmıştır. Herhangi bir varlık gibi sıradan bir nesnedir. Bu felsefeye göre insanın huzur ve mutluluğu, onun maddî ihtiyaçlarının temininde yatmaktadır. Bu düşünde tarzında her şeyin motoru ekonomidir ve ona dokunulamaz. Bir insan maddî bakımdan ne kadar güçlüyse o kadar mutlu olacaktır. Burada insanın bütün hedef ve gayesi nefsini tatmindir. Dolayısıyla, bu maddî refahı elde etmek için her yolu meşru görür. Hatta, bu hemcinsinin zararına da olsa. Tabiatı bu manada kullanmakta ve çevreyi tahripte hiçbir kayıt ve sınırlama tanımamaktadır. Bütün hedefi ve hesabı kendi menfaatidir.

Doğu düşüncesinin sistemli, derli toplu ve en son semavî kaynağı olan İslâmiyet, insanı, kâinatın en şerefli ve en mükemmel varlığı olarak ele alır. Bu insan, tabiatın hasbelkader ortaya çıkmış bir ürünü değil, kâinat ağacının en mükemmel meyvesidir. Bütün âlemlerin yaratılışı ve şekillenmesi insana göre yapılmıştır. Bir başka ifade ile, bu âlemlerin idaresi ve tasarrufu insana verilmiş ve bunları yerinde kullanmaktan da sorumlu tutulmuştur. Tabiattaki bütün varlıkların hayatını muhafaza ve hukukunu teminle mükelleftir. Haksız yere hiçbir varlığın hukukuna müdahale edemez. Hatta kendi bedenini istediği şekilde ve istediği yerde kullanamaz. Meselâ hayatına son veremez. Çünkü, kendi hayatı da ona emaneten verilmiştir ve o emaneti yerinde kullanıp kullanmadığından hesaba çekilecektir. Bu düşünce sisteminde insanın hedefi ve gayesi, Yaratıcının rızasını elde etmektir. Burada insanın değeri, maddî gücü ile değil, himmetiyle, fedakârlığı ve gayretiyle, başkalarına faydalı olma nispetiyle ölçülür. Kimin himmeti milleti ise, onu tek başına bir millet kabul eder. Yani, böyle fedakârlık gösteren bir insanı bir millet değerinde görür. Böylece insanlara ulvi hedef ve gayeler çizer. Onları, insanlığın huzur ve mutluluğunu sağlamaya teşvik eder. İnsanların en hayırlısını, insanlara faydalı olanı görür. Himmeti sadece kendi nefsi olanı, sadece kendi nefsini düşüneni insan olarak da nazara almaz. Onu, insandan aşağı telakki eder. Bu düşünce sisteminde insan çok kutsal ve değerlidir. Haksız yere bir insanın öldürülmesini, bütün insanlığın öldürülmesi olarak değerlendirir. Bu yaklaşım tarzında kim haklı ise o kuvvetlidir ve onun hakkı mutlaka alınmalıdır. Halbuki Batı felsefesinde kim kuvvetli ise, o haklıdır ve her istediğini yapma yetkisini kendinde görür.

Batı düşünce sistemiyle yetiştirilen ve eğitilen Batı toplumu, maddî ve manevî çevreyi tahrip ederek içinden çıkılmaz bir batağa saplanmıştır. Fertler, uyuşturucu ve sefahatin esiri olmuştur. Aile saadeti ve toplum huzuru bitmiş, insanlar âdeta makineleşmiştir. Şimdi Batı, geldiği bu yolun sonunun bataklığa çıktığını görmüş ve buradan nasıl çıkılabileceğini düşünmeye başlamıştır.