Sonsuz bir sahilde deniz kabuğu toplayan çocuklardık biz...
Kelimelerimiz...
Daha iyisini bulmak, daha iyisiyle yanyana getirmek arzusu...
Sonra dalgaların şıfırtıları ve kalp çırpıntılarının ilhamıyla, hakikatin keşfine cüret etmiş ve fakat mahcup çocuklar...
''Esmer bir kadındır ki kaldırımlarda gece...''ye denk bir mücevher bulamayacağımı anlayıp, sahili terk ettim ''yağız atlı süvari'' hızıyla...
''Lâl'' olana bile şiir okutan mısra...
Şimdi...
Ve artık konfeksiyoncuyum.
Terzi değil.
''Aşk''ıma ''aşkım'' desem...
''Yâr''ime ''yârim'' desem...
Yarınım yoksa neye yarar?
***
Üç yıldızı araya koydum. İmlâya hürmetim bir yere kadar. İçimde sarmaş dolaş olmuş ateş ve suyu göstermek muradım.
Noktanın yeri, virgülün izni veya halime yetmeyen şablonlar... Sizi de adam yerine benim gibi bir âdemoğlu koydu. Eğin başınızı.
Göstermek ve anlatmak için...
Çünkü anlayan olursa bana da anlatsın diye...
Yanıyorum içimdeki nehirlerde...
***
İyi çocuklardık biz.
Niyetimizi ''iyi'' olmaktı hiç yoksa veya en fazla...
Önümüzde kapılar...
Kimi melekler diyarına... Kiminde şeytan yoldaş...
Bilmiyorduk...
Arayışın ''kutlu'' kandırmacasında, kapıdan kapıya koştuk defineye ulaşmak için.
***
Define yok!
Define yokmuş!
Güzel kelimelerin sarhoşluğunda arayış yoruyor insanı.
Ben de yoruldum.
Sahili terk edip fırsat bulunca, gördüm aynada...
İçinde yeller esen...
Köhne bir define sandığı...